<YENİ-CAMİ VE BAHÇEKAPUSU VAK’ALARI>

-VIII- 

Sirkeci ve Bahçekapusu çevresi, ülkenin iç ve dış siyasî akımları paralelinde gelişen bir takım menfi durumlarda, başrol oyuncusu istemeden de olsa semtin Yahudileri olmuş ve konuda öylesine enteresan vak’alar zuhur etmiştir ki, değil bir hikâye, hacimli bir roman dahi yazılabilecek materyal sunulmuştur. 

Sirkeci ve Bahçekapu civarında iskân eden Yahudiler’in iddialarına göre; Bizans zamanında da bu mahalde ikâmet edilmiş ve bu duruma müsaade edilmiş olduğuna dair belgeleri dahi mevcut muş. Nitekim, mezkûr belgelere ait iddiaları neticesi, İstimlâk Hareketi esnasında mülklerinin asıl değerinin iki misli kira bedeli ödettirerek, Balat ve Has-Köy’e göçmeyi kabullenmiş olduklarına dair kayıtlar mevcuttur. 

Şöyle ki, Camii’nin ihyasına girişilmeden kısa bir müddet önce; büyük bir yangın neticesi, semt sakinlerine ait hemen her nevii mülk külliyen yanmış ve Vezir-i Â’zam, Köprülü Mehmed Paşa, yangın enkazını tamamen ortadan kaldırırken, yangınzede Yahudi ailelerine de yeni iskân mahali olarak, Balat-Kapusu ile Has-Köy’ü münasip görmüş. Ayrıca, o dönemde “İstimlâk bedeli ödemeye” müsait bir kanun olmadığı için, mülk bedelini ödeme işleminde; “mülkün değerinin iki misli” kira bedeli ödemekle karşılamış ve Dergâh-ı Âli Kapucularından, Kara Mehmed Ağa’yı, bu göreve memur etmişti. 

Ne var ki, Kara Mehmed Ağa, lâkabı gibi ruhu da kara olduğundan vazifesini suistimal ederek tam sekiz ay kira bedeli ödemeyip mevzubahis bedelin üstünde oturarak, iğrenç bir yanlışa teevessül etmişti. Kira bedeli sahipleri ise, en sonunda dayanamayıp ilgili mercilere durumu bildirmişler ve böylece utanç verici davranış meydana çıkınca, karaların karası, Kara Mehmed Ağa, derhal azledilip gerekli cezaya çarptırılmış ve mağdurların parası da külliyen ödenmiş ve böylece hak yerini bulmuştu. 

Evet, kirli iş meydana çıkmış ve en adil şekilde hak yerini bulmuştu. Ancak, Osmanlı Devleti’ne düşman olan bazı münafıklar, meseleye apayrı bir renk vererek: Camiin inşası için, yangınlar çıkarılmış ve böylece Mukaddes İbadethâne için, (ZULMİYE CAMİİ) denmiş. Adalet doğrunun lehine tecelli edince bu sefer de, duruma vakıf olan halk: (ADİLİYE CAMİİ) adıyla anarak, bir şekilde Devletinden özür dilemiştir. Bu muhteşem Mabedin asıl ve tam adı ise şanına layık olarak: (YENİ VALİDE CAMİİ) şeklinde tesmiye edilmiştir ve zaten günümüzde de çok şükür mezkûr adla varlığını sürdürmektedir. 

YAHUDİHÂNELER VAK’ASI!...

Cami inşasının yarım kalmasıyla birlikte kendi hâline terk edilmiş olması, Yahudi Cemaatinin dikkatlerini çekmiş ve Bahçekapu Yahudileri’nden bazı aileler, mevcut durumu dikkate alarak eski yerlerine tekrar dönmüşler. Cami inşaatının çevresinde (5-6 katlı ahşap binalar inşa ettirerek; 40’ar, 50’şer aile şeklinde mevcut binalara yerleşmişlerdi. “YAHUDİHÂNELER” adıyla bilinen bu binalar için; İstanbul yakası’nın ilk “Apartmanları” denmiştir. 

Cami inşaatı tekrar başladığında ise; bu binalar derhâl yıktırılmıştı. Aynı mahalde bulunan: “bir Sinagog ile Havra ve bir de St. Antoien Kilisesi” mevcuttu ki, yıktırıldıklarında değerlerinin karşılığı, “kira bedeli” şeklinde ödenmiştir. 

Yahudilerin Havrasına gelince: Arpa Emini sokağındaki bu ibadethâne, uzun yıllar varlığını sürdürmüş ve cemaatsiz kaldığı dönemde “Lokanta”ya çevrilmiş (EGE LOKANTASI) uzun yıllar lokanta olarak varlığını sürdürdükten sonra, “DENİZCİLİK BANKASI” içinde kalmış ve bilahare, bir başka banka’nın şubesi olmuştur. 

Bahçe-Kapu Yahudilerine gelince. Bu mahalden ayrılmayı kattiyen istememekte ve inatla direnmekteydiler. Bu tutumlarındaki başlıca sebep: “Balık-Pazarı” ve civarı, İstanbul ticareti’nin adeta kalbi idi: “İthalat ve İhracat” hemen her nevi ticari münasebetler bu mevkide sağlanmaktaydı. Öz Türkçesi: maddi kazancın menbaı idi. Bu kavimin başlıca silâhı ise buydu. Dolayısıyla sabrederek beklemeye koyuldular. 

Ancak onların sabırla beklemeye koyulmaları, hiç de boşa çıkmamıştı. (1683-Viyana Bozgunu), Pay-i Tahtın kaosa sürüklenmesi vs. aradıkları fırsatı kendiliğinden sağlamış, bu sefer de sur dışı olmak üzere, tekrar “Yahudihâneler” inşa etmişlerdi. 

Ne var ki, bu durumu uzun zaman gözardı etmenin imkânı yoktu. Zira yapılan iş saklanabilecek cinsten değildi. Nitekim duruma el koyan Devlet fazla beklemeden, İstanbul Kadı’sına hitaben kaleme alınmış (1726-1727) tarihini taşıyan bir fermanı Kadı’ya gönderdi ki, Ferman’da özetle şu irade geçmekteydi: 

(Balık-Pazarı kapusu önünde “YAHUDİHANELERİN” inşa edilmiş olması hoş görülmemektedir. 

Yahudi tâifesi, Camii Şerif yakınında nice hâlâtı müstekreheye “tiksindirici hâllere” sebep olmaktadır. 

Dolayısıyla Lâle devrinde, Nevşehirli İbrahim Paşa sadareti zamanında “Ferman-ı Hümayûn” mucibince, Yahudihâneler külliyen yıktırılmış ve böylece kurnazlık marifeti sökmemişti. 

YENİ VALİDE CAMİ BASAMAKLARINDA MEHMETÇİK

Geçen bölümde özetle temas etmiştik. Ancak, temelinde sevgi olan her şey beni ziyade etkiler. Dolayısıyla tümünü vermeyi daha münasip buldum. Zira kısa bir dönem içinde insanlarımız ne derece değişmişse yeni nesillerimizin açıklıkla görmesi ve ona göre hadiseleri değerlendirmesi en makul yol olacaktır!.. 

Cumhuriyetimizin ilk kuruluş yıllarından (1923) daha sonraki yıllarda da hiç değişmeyen bir sevgi yumağı, Yeni Vâlide Camiî’nin basamaklarında bütünleşmekteydi. Bilhassa Mısır-Çarşısı’na bakan kapunun basamakları yıllar yılı vatani görevini ifa eden erlerin ve bilhassa Taşralı erlerin izine çıktıklarında randevulaştıkları mahal olmuştur. Karacısı, Denizcisi, Havacısı, hemen hepsinin de arkadaşlarıyla buluşabilme mahalleri mezkûr basamaklardı ki, nice delikanlı’nın askerlik anılarında baş köşeye oturmuş; anlatıla, anlatıla bitirilememişti. 

Nitekim değerli şairlerimizden Behçet Kemâl Çağlar, Doğu Anadolu’da yedek Subay’lık görevini ifa ederken İstanbul’dan bahseden mektupta şu enteresan kıt’ayı gördüğünü gözleri yaşararak söylemiştir: 

“Bura Eminönü İskele 

Yirmi bir yaşımda geldim askere 

Gerekse Devlet kor kıyamete dek 

Ne izin isterim ne de tezkere!” 

Hemen her birisi, bıyığı henüz terlemiş körpecik delikanlılardı arkadaşlarıyla buluştuklarında şayet birlikte çektirdikleri bir fotoğrafları yoksa, derhal Yeni Vâlide Camii basamaklarında bir hatıra fotoğrafı çektirmek adettendi. Bu işlemi sağlayan seyyar fotoğrafçı ise (bizlerin Şipşakçı) dediklerimiz, çoğu kazancını bahsi geçen erlerden sağlamaktaydılar. 

Erlerin çoğu zaman sohbet için gittikleri mahal; Çiçek-Pazarı’nın yanında yer alan park içindeki banklar da oturup, Yeni Vâlide Camii’nin muhteşem varlığını temaşa etmekti. 

Bazıları ise civarı dolaşıp, hem gezinir ve hem de hoşlarına giden bir nesne görürlerse alırlardı. Bilhassa Pazar günleri Erlere satış yaparak ekmek parası çıkarmaya çalışan işporta esnafı: Şamcı, Simitçi, Börekçi, Zerde-Pilavcı, Izgara Köftesi satanı vs. hemen hemen her yönü kaplardı. Ayrıca, Traş bıçağı, Traş Sabunu, Cep Aynası, Tarak vs. satan seyyar satıcılar da vardı. 

Ancak, yüreklerinde taş olabilecek vicdansız ve de cibiliyeti bozuk kimseler, saf taşralı gençleri kandırıp ellerindeki üç kuruşu kapmaya çalışan: Zarfçılar, Papelciler, Cepçiler; markası meşhur ve fakat kendisi “tel maşa” denen üç kuruşluk saatleri satmaya çalışan iğrenç yaratıklar da cabasıydı... 

Yeri gelmişken, dolandırıcıların piri sayılan ve de İstanbul’da nam salmış meşhur “Sülün Osman”dan söz etmeden geçemeyeceğim. 

Sülün Osman Mehmetçik parasına göz dikenlerden olmayıp, o yıllarda İstanbul’a sık, sık gelen Taşra zenginlerinin peşinde olup yine o yıllarda (1940-1965) “Hacı-Ağa” namıyla bilinen bu zenginler, Sülün Osman’ın başlıca avlarıydı ve onlara o tarihlerde var olan meşhur Eminönü Meydan Saati’ni kaç sefer sattığını herhalde kendisi dahi hatırlayamazdı?... 

Bahsini ettiğim bu şahıs; 2002 yılında islah-ı nefs etmiş ve bir köşeye çekilerek, gözlerden uzak bir hayat yaşadığını, dönemin gazetelerinde okumuştum. 

Sirkeci’deki o yılların meşhur Sinema Salonları ki, 1940-1950’li yıllarda hanei berduşların, kışın soğuklarında gündüzleri barındıran birer bit yuvası olmuştu ki, nihayet sahipleri tarafından kapatılıp, yoklara gönderilmiştir: (KEMAL BEY SİNEMASI VE AZERİ SİNEMASI)

Bir de Sultan-Ahmed cihetinde de bir sinema salonu vardı: “ALEMDAR SİNEMASI”. Bu Sinema Salonu da, aynen Sirkeci Sinemaları gibi ikinci sınıf bir salondu ama, kapandığı tarihe kadar, hep temiz kalmış ve kaliteli filmler oynatmıştır. İzine çıkan Erler için “Alemdar Sineması”, Sirkeci Sinemalarından ziyade rağbet görmekteydi. 

Eminönü semtinin seyyar Köftecileri, Balık-Tavacıları Turşucular, seyyar hamur işi tatlıcıları, börekçiler vs. mevzubahis Erlerden hayli kazanç sağlayabilmişlerdir. Ancak o İnzibatlar yok mu! Mehmetçiğin başlıca derdi idi ama, zeki Anadolu gençleri İnzibatları bir güzel atlatabilmekteydi. 

EMİNÖNÜ-HALKEVİ’nin (1932-1951) tarihçesinden de söz etmeden geçmek, haliyle büyük bir eksiklik olurdu. Zira, bu kuruluş halk kültürünün olumlu yönde gelişmesinde, gerçekten büyük çapta rol oynamış olmasına rağmen, yeni nesillerimizde bu değerli kuruluş hakkında pek cüz’i bir bilgi vardır. Çünkü, asıl değerini bilmeyenler onu hafızalardan silebilmek için, her ne lâzımsa yapmışlardır!.. 

Gelecek bölümde bu kuruluşu tanıtmaya çalışacağız. Saygı ve sevgilerle, cümle okuycularımın sıhhatli ve mutlu bir hayat sürmelerini Cenab-ı Hak’tan diliyorum efendim. Saygı ve sevgilerimle. 

<Devam edecek>

Not: Yazıdan herhangi bir pasaj alınması halinde gazetemize müracaat edilmesi gerekmektedir.