İstanbul’un fethi dünya siyasi, askeri ve teknolojik gidişatını değiştiren ve Türkler’in yenilikçi ve askeri gücünü bütün toplumlara gösteren büyük bir olaydır. Fatih Sultan Mehmet fetihten hemen bir gün sonra İstanbul’a sahiplenerek imar işleri ve yönetim işlerini düzenlemeye girişti. Yani 30 Mayıs’ta Hızır Bey'i (Çelebi) İstanbul'a ilk Kadı ve Şehir Emini (belediye başkanı) olarak atadı. İstanbul'da o günden bu yana 475'i Osmanlı ve 30'u Cumhuriyet döneminde olmak üzere 505 belediye başkanı görev yaptı. Hızır Çelebi bin Celâleddîn olup Sivrihisarlıdır. Nasrettin Hoca’nın torunlarındandır. 1407 yılında Akşehir yakınlarındaki Sivrihisar’da. doğdu. 1458 yılında İstanbul’da vefât etti. Vefâ ile Zeyrek arasında, Unkapanı’na giden cadde kenarında defnedildi.

Hızır Bey, zekâsının kuvveti ve çalışmasının çokluğu sebebiyle, birçok dini ve fenni ilimlerde önemli bir âlim oldu. Memleketi olan Sivrihisar’da kadılık ve müderrislik yaptı. Fâtih Sultan Mehmet Han’ın padişahlığının ilk yıllarında, Arabistan’dan bir kişi Edirne’ye gelip, çeşitli ilim ve fenlerden sorular sordu. Zamanının alimleri tatmin edici cevaplar veremediklerinden, Fatih’in canı sıkıldı. Bütün beyleri, paşaları ve vezirleri topladı ve: 

“Ülkemde bu adama cevap verecek bir ilim adamımız yok mudur? 

Çabuk olun, araştırın ve bana derhâl müsbet bir cevap getirin!” Dedi. Vatan topraklarını iyi bilen vezirler, düşündüler ve Sivrihisar Medresesi’nde görev yapan Hızır Bey hatırlarına geldi ve Fatih’e; 

“Sultanım! Ülkemizde Hızır Bey adında değerli bir âlimimiz var, emir buyurursanız, haberci gönderip onu buraya çağıralım,” dediler. Sultan hemen; 

“Durmayın, kim varsa derhal davet edin, gelsin,” dedi. Bunun üzerine, Hızır Bey, bir heyetle Edirne’ye geldi. Hızır Bey, o zaman daha otuz yaşlarında ve asker kıyafetinde bulunduğundan, yaş ve kıyafeti, meşhûr alimlere meydan okuyan o kişinin alay edercesine gülmesine sebep oldu. Ancak, onun sorduğu bütün sorulara cevap verdi. Bundan sonra Hızır Bey sorularına başladı. O kişi hiç bir cevap veremeyip, şaşırıp kaldı ve şu itirafı yaptı: 

“Hızır Bey, İslâm âleminde benzeri pek az bulunan ilim adamlarınızdan biridir. Kendisinde öylesine bir hafıza ve zekâ var ki, karşısında durmak mümkün değildir.” Bu durum Fâtih Sultan Mehmet Han’ı fevkalade memnun ettiğinden, ona; 

“Yüzümüzü ak eyledin, Cenâb-ı Hak da iki cihanda senin yüzünü ak eyleyip, ilmini ve fadlını arttırsın,” dedi. Hızır Bey, İstanbul’un fethinde, ilk olarak İstanbul kadısı ve belediye başkanı olup, vefatına kadar, yani altı yıl bu makamda kaldı. Yine rivayet odur ki, İstanbul’un Anadolu yakasında, bugünkü Kadıköy Molla Hızır Bey’in geniş arazisi olduğu için onun görevi nedeniyle, buraya Kadıköyü (Kadıköy) isminin verildiği de söylenir.

Hızır Bey, İstanbul Kadısı ve Belediye başkanı olarak göreve başladıktan bir müddet sonra, bir Hıristiyan miîmar geldi. Hızır Bey’i buldu. Kadı Efendi’ye halini arz edip, padişah Fatih Sultan Mehmet Han’dan şikayetçi olduğunu söyledi. Hızır Bey, Hıristiyan mimarı dinledi. Fatih Sultan Mehmet Han, bugünkü Ayasofya Camii’nden daha yüksek kubbeye ve daha üstün mimari özelliklere sahip bir cami yaptırmak istemiş ve o Hıristiyan mimar da bu işe talip olmuştu. 

Caminin inşaatı başladı. Mimar hangi niyetle olduğu bilinmez; Mısır’dan binbir zahmetle getirilmiş olan sütunların yüksekliklerini kısa tutmuş, dolayısıyle kubbenin yüksekliği de Ayasofya’dan alçak olmuştu. İnşaatın bitmesine yakın ziyârete giden Fatih Sultan Mehmet Han, sütunların kasıtlı olarak küçültülüp, meşhûr Ayasofya’dan daha üstün bir binanın yapılmaması gayreti güdüldüğünü düşündü. Bu hale çok hiddetlendi. Hıristiyan mimarın cezalandırılmasını emir ederek mimarın elinin kesilmesine karar verdi. Yüzlerce kilometreden binbir emekle gelen mermer sütunlar, mimarın gayreti ile kısaltılmış, Sultân’ın emri ve iyi niyeti ayaklar altına alınmıştı. Ama maalesef, düşünmeden işlediği bir suça karşılık olmuş, elsiz kalmak üzereydi, iki çocuğu bir hanımı vardı. Müslümanların halini, Osmanlıların adaletini bilenler: 

“Bu işte bir acelelik var, Müslümanlar bu işi yapanı suçlu bulurlar, hele onların âdil kadıları, padişahın bile gözünün yaşına bakmaz cezanın haksız olduğu kararı verilir,” dediler. Hıristiyan mimar pek inanmadıysa da, ısrarlar karşısında dayanamayıp kadıya gitmeye karar verdi. İşte onun için, Hızır Bey’in huzurunda bulunmaktaydı. Bütün bunları, âdil Osmanlı’nın âdil kadısına tek tek anlattı. Hızır Bey, tam bir sükûnetle hadiseyi dinledi. Daha sonra soruşturup, meseleye iyice anladı. Şahitlerle beraber, Fatih Sultan Mehmet Han’ı, mahkemeye davet etti. Bildirilen saatte mahkeme kuruldu. Fatih Sultan Mehmet Han’da o mahkemeye geldi. Eli kesilmesine karar verilen Hıristiyan mimar ayakta duruyor, ürkek ürkek etrafını seyrediyordu. Böyle bir mahkemenin kurulacağını hayal bile edememişti. Ama gerçekten mahkeme kurulmuş İmparatorlar imparatoru Fatih Sultan Mehmet Han’da yargılanacaktı! Bu olayı ilk defa görüyordu; korkudan ve şaşkınlıkta adeta küçük dilini yutacak gibiydi!  İstanbul Fatihi Sultan Mehmet Han, mahkeme salonu olarak kullanılan yere girince, baş köşede bulunan yere oturmak arzusuyla o tarafa doğru yöneldi. Padişahın bu halini gören Kadı Hızır Bey, hiç çekinmeden; 

“Oturma begüm!... Hasmınla yüzleşmek üzere, mahkeme huzurunda ayakta dur!” Dedi. Sultan, sözü ikiletmeden söylenilen yere geçti. Mahkemenin padişahı Hızır Bey’di. Çünkü Hızır Bey’in şahsında, İslâmiyetin âdil hükümleri karşısında bulunmaktaydı. Hızır Bey; 

“Sen, Murat oğlu Mehmet! Bu zımmînin elini kesilmesine emir verdin mi?” Deyip söze başladı. Mahkeme neticesinde; 

“Sen, Murat oğlu Mehmetd! Mahkeme edilmeden bu zımmînin elini kestirmeye karar vermişsin. Eğer sen bu zımmînin elini kestirdiğin takdirde kısas olunacaksın! Senin elin de onunki gibi kesilecektir! Eğer zımmînin elini kestirmekten ısrar edersen, ölünceye kadar onun ve çoluk-çocuğunun geçimini temin etmek zorunda kalacaksın!” Dedi. Herkesle birlikte Padişah’da tam bir sükûnet içerisinde kararı dinledi. Hıristiyan mimar, bu yüce karar karşısında daha fazla dayanamadı. Ağlayarak Padişahın’ın ellerine kapandı. Zalimleri bile ağlatacak böyle bir adâletin, ulviyetine inanan Hıristiyan mimar, mahkeme sonrası ailesi ile birlikte Müslüman oldu. Bu mahkemeden birkaç gün sonra, Fatih Sultan Mehmet Han, Kadı Hızır Bey’i ziyaret etti. Mahkeme esnasında gösterdiği adâlete teşekkür edip; 

“Eğer bana, bir suçlu gibi değil de, bir padişah gibi davransaydın, seni şu kılıcımla parçalardım,” dedi. Hızır Bey de, padişaha mahkeme esnasındaki hal ve hareketleri için teşekkür ettikten sonra, oturduğu minderin altında büyükçe bir sopa çıkararak; 

“Eğer padişahlığına güvenip, dînin emri olan hükmüme karşı gelseydin, kafau sopayı indirecektim, dedi. Orada bulunan; “Böyle mükemmel sultana, böyle mükemmel kadı olur,” demekten kendilerini alamadılar. 

Kısacası; bizlere düşen görev, İstanbul’u bizlere hediye eden Fatih Sultan Mehmet Han ve ilk Kadısı-Belediye Başkanı Hızır Bey Çelebi’ye teşekkür edip onların güzel davranışlarını örnek almaktır!