Tayfun Bey (ağabeyciğim, babacığım) Bu güzel sohbeti geçirmek adına bu mübarek Ramazan gününde  beni kırmayarak okuyucularımızın karşısına çıktınız. Hoş geldiniz.
Hoş buldum sevgili Elif. Öncelikle herkese kardeşlik birlik ve beraberlik dolu Ramazan diliyorum. Bende sizlerle bir arada olduğum için çok mutluyum. Sizlerde hoş geldiniz. 

 
Öncelikle ben biraz geçmişe hatta çocukluğunuza gitmek istiyorum. Nasıldı o günler? 
Güzeldi  çocukluğum. Kafkas kökenli bir ailede doğmuşum. 3 yaşında Ankara'ya geldim. Babam Genel Kurmay Başkanlığı'nda baş mütercimdi. Anneciğim terziydi. Televizyonun yeni çıktığı, ısınmalı radyoların olduğu zamanlarda insanlar Ankara'da evlerinde muhabbet ederken, enstrüman çalardı. Bu gelenek bizde de vardı. Annem ud çalardı, babam ney, Gültekin Aydoğdu kanun... O zaman evlerde böyle müzikler çalınır sohbetler edilirdi yapılırdı ve bizlerde onlarla büyüdük. Bende daha sonra ilkokul sıralarında Kemal Eroglu’nda akordeon kursuna yazıldım. Başbakan’ımıza ve törenlerde birçok yerde konser vermiştik. Aslında ailem büyükelçi olmam için Galatasaray imtihanına sokmuştu fakat ben içimde olan müzik aşkı ile aileme haber vermeden konservatuvara yazıldım. Çerkez olduğum içinde bale imtihanında "Kazaska" oyununu oynadım. Oynadığım oyunu o kadar başarılı buldular ki,  parasız yatılı olarak okul kazandım. Hatta okul müdürü Mithat Fenmen babamı arayarak tebrik etmiş "Sizin oğlunuz bin kişi arasında ilk ona girdi" demişler babamda şaşırmış. 68- 69'lu yıllar şimdiki gibi teknolojinin olduğu çağlar değil. Atatürk'ün kurduğu Ankara Devlet Konservatuvarında (Cebeci’de) dünyanın en iyi hocaları ile müzisyeni, tiyatrosu, operası, senfonisi, balesi gibi sanat eğitimi alarak sanat aşkıyla hayat eğitimimi yaşamaya başladım...

 1979 yılında Ankara'da Bale sanatçısı olarak başladığınız sanat yaşamınıza yıllarınızı katarak usta oyuncular arasına yerinizi aldınız. Bale sanatçısı olmak nasıl bir duyguydu? Ardından neler oldu?
Ankara Devlet Konservatuvarını bitirince Ankara Operası'nda çalışmaya başladık. İlk koreografimi de 84 yılında "Kara Ağaçlar Altında" Devlet Tiyatrosunda gerçekleştirdim.  Muhtelif  Let Tiyatrosu sahnelerinde devam eder iken İzmir'de, Ankara'da İstanbul'da, Mersin'de de balenin sanatçılığımın yanı sıra idareciliğini yaptım. İstanbul’a tekrar döndüğümde yaş, iş tecrübesi devreye girince yeni nesile bu sorumluluğumu böyle yaşatmaya devam ettim.
1982 yılında Egemen Bostancı'nın "Büyük Kabare" adlı müzikaline dansçı olarak seçildim. Çiğdem Tunç, Burçin Orhon, Hülya Aksular, Alev Baymur’larla beraber dans ediyorduk. Zeki Alasya, Metin Akpınar, Devekuşu Kabare ekibi ve star Ajda Pekkan'da şarkıları söylüyordu.

Rahmetli Melih Kibar'ın 90 yıllarında yabancılarla yaptığı sahne şovlarında koreograf ve dansçı olarak ta çalışım. Hem devlet hem özel sektör derken bir değerli arkadaşımın vesilesi ile "Ruhsar" dizisi ile dizi hayatıma başladım.

 
"Ajda Pekkan benim sanat yaşamımı değiştirdi"

1982'de “Büyük Kabare Şov” o zaman rahmetli Egemen Bostancı'nın müzikaliydi. Ve Egemen Bostancı bizlere “Devlet balesinden istifa edin. Gelin yeni kuracağım gurupta beraber olalım” demişti. Bizde tabi genciz o yaşlarda Ajda Pekkan'a danıştım bende bu konuyu ve bana "Sakııınnn" dedi.”Tayfuncuğum devletle olan bağını koparma. Özel sektör her zaman kaygan zemindir” demişti. Bende kendisini dinleyip  o gruba katılmayı kabul etmedim. Sonra müzikal bir yere kadar devam edebildi. Ben ise devlette çalışmaya devam ettim. Bu yüzden star Ajda Pekkan sanat hayatımın rotasını değiştirdi. Kendisine hala teşekkür ederim.

Yönetmeni Zeki Alasya olan Elveda Dostum" filminde Yeşilçam’la tanıştım ve ilk doktor rolü ile oynadım. Hem devlet hem özel sektör derken bir değerli arkadaşımın vesilesi ile "Ruhsar" dizisi ile dizi hayatıma başladım.

Bizler sizleri belediye başkanından, mafya babasına, baş komiserden avukata, terziden hurdacıya, okul müdüründen mit müsteşarlığına kadar akla gelen birçok rolü başarıyla üstlendiğinizi biliyoruz. Kısaca bahsedecek olsanız nelerdi bunlar ve bu kadar rolü oynamak nasıl bir duygu?
Benim bale sanatçılığı alanım haricinde tiyatral rol yapma yeteneğim okul yıllarında çok gelişmişti. Okuldaki tiyatrocu arkadaşlarım Zuhal Olcay, Mehmet Ali Erbil, Selçuk Yöntem. Cihan Civonova, bunlar benim okul dostlarımdı. Bizler akşamları bir araya geldiğimizde biz onlara dans öğretirken, onlarda bize tiyatro öğretirdi. Çok paylaşımcı bir gençli geçirdik biz. Devlet sanatçısı olduktan sonra işimizin arta kalan zamanında birbirimize sanat anlamında destek olurduk. 
1984 yılında Ankara TRT'de birçok programın yanı sıra" Motiflerin Dili" belgeselinde ödül almıştık. O zaman kameranın, dansın, koreografinin gücünü gördüm.
Kamera karşısında oyunculuğa başlayınca, çok farklı bir aşama ile karşılaştım. Normalde bir esere 3 ayda hazırlanıyorsunuz kulis ve sahne olarak. Biz eğitimlerimizde böyle öğrenmiştik. Halbuki dizi öyle değildi. Tam role hazırlanmışın Işık geldi, bekle. Açı olmadı, kestik. Ses var, batarya bitti, oyuncu hata etti, gibi o kadar çok tekrar var ki...

 Senin de dediğin gibi o kadar çok rol aldım ki...
Benimde tipimin ve karakterimin oluşturduğu ve bu sayede gelişen roller oldu. Mesela "Kurtlar Vadisi" dizisinden İstihbarat Müsteşarı olarak çok güzel bir teklif geldi. Ve bu dizi hayatımın en üstün rollerinden biriydi. Halkıma da sizlerin sayenizde buradan çok teşekkür ederim. Kurtlar Vadisi'nde dizide öldürmedikleri tek adam benim. Dizi tarihinde böyle bir imza attım. Çok özel bir roldü ve diziyi anlamak için bizim Doğu Paşa’yla sahnelerimizi mutlaka izlemeniz gerekiyordu. Hayatımda gıpta ile oynadığım tekrar oynasam nasıl oynarım diye merakla beklediğim rollerden bir tanesi. Bugün 2016 olmasına rağmen yolda beni görenler "Mitocuğum" ya da "Müsteşarım" diyerek Kurtlar Vadisi’nin vazgeçilmez oyuncusu gibi göstermeleri hala çok sevindirici...
Bu çarpıcı rollerden bir tanesi de "Kavak Yelleri" gençlik dizisinde Efe'nin babası rolüm. "Hanımın Çiftliği"  dizisindeki" Paşazade" karakteri de keza öyle…

Bu sıralarda devlet kadrosundaydınız değil mi?
Evet Elifciğim. Devletin verdiği işi aksatmamak kaydı ve izin alınarak oynadım. Mesela "Behrivan" diye bir dizi vardı. Çok önemli bir rol gelmişti oynamam için fakat bir müzikal oyununda oynadığım için o rolü kabul edemedim. Ya da devlet Kurtlar Vadisi için bana1yıl değil de 3 sene oynama izni verseydi, rol daha çok farklı olurdu.

Okul döneminde önemli bir yabancı dergide Elizabeth Taylor'ın eşi Richard Burton'un bir makalesini okumuştuk. Kendisi, "Ben" demiş "Doktor olmak isterdim. Avukat isterim. Polis isterim, tüccar olmak isterim. Fakat hepsini olabileceğim bir zamanım yok. Ama sanatçı olursam hepsini yaşayabilirim" demişti. Ve bu beni çok etkiledi. Bende aynı felsefeyi yaşayarak, halkıma ve gelecek nesillere eser bırakırsam bunun mutluluğunu sonsuza dek yaşayabilirim diye düşündüm. 

Genelde kötü karakterle halkın karşısına çıktınız. Türk halkı genelde kötü karakterleri sosyal yaşamında da kötü değerlendirir  ve buna tepki verir. Size gelen tepkiler nasıl?
Çok eskiden  Yeşilçam'da öyleydi ben de ufak tefek sorunlar yaşadım. Canları sağolsun bu tavırlar rolümü doğru oynamamdan kaynaklanıyor. Hatta halk ile beraber yaşadığım için,  gittiğim şehirlerde kasabalarda, köylerde halk hep severek yaklaşır. Hatta ikramlarda bulunanlar olur.

 “Kavak Yelleri” dizisinde gençlerle resim çektirdiğimde “güler misin” derlerken; Kurtlar Vadisinde, “abi gülme karizmayı bozarız sert çık” derlerdi.

Büyük ustalarla aynı sahneyi paylaştığınız için soruyorum. Böyle ilk aklınıza gelen bir usta oyuncu ile hiç unutamadığınız hikayenizi paylaşır mısınız desem ilk aklınızda ne canlanır paylaşır mısınız benimle?
Sevgili Elif 1982'den beri 35 yıldan beri o kadar çok hikaye ve o kadar çok koşul var ki, hemen aklıma gelen "Umut" filminde beni çok etkileyen sahnelerden Fikret Hakan usta ile çalışıyorduk ve sahne gereği yağmurun yağması lazım. Aralık ayında itfaiyeden aldığımız su ile yağmur yapmaya çalışıyoruz. Bende Fikret Hakan'ın özel yardımcısı oynuyorum. Gecenin saat 3'ü olmuştu ve o yaşına  rağmen film gereği oğluna bir yakarış sahnesi vardı.  O soğukta o suyu yiyerek gıkı çıkmadan öyle bir oynadı ki onu anlatırken hala tüylerim diken diken olur. Çünkü bizim işimiz sahada öğrenilir. Öyle bir ay,  üç ay kursla olacak iş değil. Biz bile her sette, her yönetmede, yepyeni bir şeyler öğreniyoruz. Yönetmenler artık eski yönetmenler gibi değil. Teknikleri, bakışları aynı değil. Doğal olarak zaman internet çağı olunca, gençlerin zihinlerinin çok seri ve muhteşem algılarını görüyoruz.

Biz sanatçılara sahip çıkılmıyor

Maalesef ki ülkemizde sanatçıları koruyan kanunlarımız yok! Bir oy telif hakları için o kadar yıldır mücadele ediliyor ki…  Avrupa'ya gittiğimde oranın sistemini gördüm ve hayret ettim. Orada sendikalar var ve her şey sanatçı üzerine kurulu. 8 saat çalışıyorlar ve ödemeleri hemen yapılıyor. Burada 3- 4 ay sonra ödeme yapılıyor. Ben 4 ay ev kiramı ödeyemezsem, bakkala faturalarım beni bekler mi… ne derim? Diye düşünüyorum. Başrollere verilen 70-100 binden sonra rakamlar o kadar çok düşüyor ki halk zannediyor ki bizimde onlar gibi arabalarımız, lüks evlerimiz var. Halbuki haftalık bir asgari ücreti alabildiğimiz durumlar oluyor. Sanatçıya devletinde sahip çıkması lazım.  Bu ulusal politikamızda da olması lazım. Dünyayla oluşabilecek en güzel ilişkilerin sanatla olduğunu hepimiz biliyoruz. Yani sanatın her dalından bahsediyorum. Düşünün Amerika'da bir müzik yapılıyor siz ne dediğini, dilini bilmeseniz bile o müziğin ritmi o insan enerjisi neler hissettiğini anlayıp yorum katmanıza neden olabiliyor...

Bence oyunculuğun en babası sinemadır. Tiyatrolar ise anneler. Dizileri de şımarık çocuklara benzetiyorum. Her an isyan edebilir. Her an kaçar, her an bir şey çıkabilir...

Konusu gelmişken fikrinizi almak istiyorum. Yeni nesil oyuncularını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sinema filmlerinde değil ama dizi setlerde ister istemez farklı gençlikle karşılaşıyoruz. Hele ki şu son 5 yıldır gençlerin yoğun olduğu diziler söz konusu. Aslında bizim ilişkimiz usta çırak ilişkisidir. Çünkü bu işin er meydanı tiyatrodur. Elbette sanat her yaşta her kesimde yapılabilir ama bunun eğitimini mutlaka almak gerekir. Yani 3 aylık bir kurs ile hangi doktor ameliyata girebilir, hangi mühendis bina dikebilir? Dünyanın hiç bir yerinde bu matematik yok. Nedense bir kesim gençleri bizim piyasanın içine getirdiler. Her şey gösteriş, para… Ben bu şekilciliği tasvip etmiyorum. Artı bir baba olarak söylüyorum.  Aldıkları paralarda onları şımartıp ruh sağlıklarını ve dengelerini bozuyor. Ayda 1.500 lira emekli maaşı alan bir babanın hak ettiği bir düzende gençlerin aldıkları haftalık bu paraların 30 bölümle çarpıldığı zaman ne kadar yüksek meblağlara geldiğini tahmin edebilirsiniz.

Şöhret paparazi şöhretinden bahsetmiyorum, halkın sevdiği takdir ettiği sanatçı duruşunla şöhret, ateşten gömlek gibidir. Herkes giyemez, yakar adamı! Özellikle 2008'den sonra öyle bir sistem geldi ve şimdiki dizilerin kölelikten bir farkı kalmadı.İnşallah şartlar ve çalışma koşulları düzelir. Emeğiyle, hakkıyla Türk halkına sunulan diziler gelir.

Kendisin buradan acil şifalar göndermek istiyorum Kenan Işık'ın sunumuyla tanıdığımız şimdilerde Selçuk Yöntem'in üstlendiği "Kim 500 Milyar İster?" yarışma programına geçtiğimiz ay yarışmacı olarak katıldınız. Nasıl geçti yarışma?
İlk 2011 ağustos eylül zannediyorum Kenan Işık'ın başlattığı bir yarışma Kim 500 milyar ister. Allah şifasını versin çok sevdiğim değer verdiğim dünya tatlısı bir insan Kenan Işık. Yarışmanın hazırlanışı, tarzı, sorular o kadar bilgileri tazelemek ki ta o senelerde bir kanal değiştirirken bir takıldım o yıldan bu yıla sürekli izlerim. Çok değerli bir arkadaşımın lafı var der ki; her zaman İki üç araba alıp satabilirsin, ev alırsın satarsın. Evlenebilirsin, ikinci üçüncü evliliğini yapabilirsin ama "Kim 500 Milyar İster"e 1 kez çıkabilirsin...

 Yolda gençler "Fuzuli" diye bana takılıyor...

 İzlemek isteyenler olursa 580. bölüm olduğunu hatırlatayım. Ekip çok iyiydi ve o heyecanı yaşamak harika bir duyguydu. Selçuk Yöntem benim sınıf arkadaşımdı zaten o anlamda da çok heyecanlandım. Sorulara yetişmek inanılmaz zordu.   Napolyon, "Her türlü savaşa evet ama imtihana yokum" der. 7.500 soruya takılmıştım. Bir şık "Fuzuli" idi diğeri "Baki". Telefon joker hakkımı seçtim. Can Kolukısa'nın verdiği yanıt "Baki" oldu ve doğru çıkmadı. Hatta o gün herkes "Baki" dedi ve herkes şoka girdi. Doğru cevap “Fuzuliymiş”, kaybettik ve hepimiz şaşırdık. 

 Can Abi o sıra yangınla uğraşıyormuş
Ben aradığım zamanda Can Abi'nin durumu benden daha kötü! Kayseri film festivaline gitmişler ve gittikleri otel yanıyormuş. Adamcağız otelden kaçma esnasında bizlere cevap vermiş Canımız sağ olsun çok keyifliydi. Zaten Atv ailesini başlı başına severim. Onlara sizin vesileniz ile  tekrardan teşekkür ederim. 

Gerçekleştirmek istediğiniz sizin için çok değerli bir hayaliniz var mı?
Evet, yapımını yönetmenliğini üstlendiğim bir sinema filmi çekmek istiyorum. Yılların deneyimi ile iyi bir ekip kurabilecek donanıma ve ilişkilere sahip olduğumu düşünüyorum. 50 yaşından sonra başlayan aşk ilişkileri ile ilgili güzel ve etkileyici bir film düşünüyorum. Hep gençler aşık olmaz ki! Koca dünyanın her yerinde aşkı sevgiyi, kişiye olan aşkı, memleket aşkını, Allah'a olan aşkını yaşayan insanlarla ilgili film çekmek istiyorum. Ve yarışmaya katılma sebebim de bunun içindi...

Biraz da aile yaşamınıza değinelim istiyorum. Ailenizden bahseder misiniz?
Elbette Elifciğim. Biri 1988 kızım Öykü, diğeri 2002'li oğlum Deniz olmak üzere iki çocuk babasıyım. Eşim emekli. Aile düşkünü bir adamım. 14 yıldır akşam yemek saati oldu mu iş gereği özel projeler yoksa evim deyimdir. Evcimen bir erkeğim ve eşime ev işlerinde yardımcı olurum. Onun yanı sıra evde  bir kedimiz var adı Teko. Hayvanları çok severiz. Doğayı da severiz. Ailecek gezdiğimiz yerler çoktur. Mesela İzmir'e gideriz. Giderken birçok yere uğrayarak 15 günde gideriz. Kasabalardan köylerden ara yollardan geçerek, Allah’ın bize verdiği nimetleri değerlendirerek, nefes alarak, yaşayarak ve tanıyarak tatil yaparız. Uçakla git otele yerleş sonra çık değil biz bunu sevmiyoruz. Mutlu bir ailem var. Benim yaşadığım iş anlamındaki problemlerim de arkamda duran bir eşim var. Bu camiada iyi bir aileniz yoksa başınıza gelen sorunları kolay atlatamazsınız.

1970 ve19 80 yılları bizim gençlik çağlarımızda yaşadığımız çok acı bir siyasi tokattı. Gençlik yıllarımızda dışarılarda dolaşıp oturamadığımız yıllardı. Allah tekrar o günleri yaşatmasın. Son zamanlarda yaşadığımız terör olaylarının biran önce son olmasını ve şehit ailelerine de sabırlar diliyorum. Tüm şehitlerimize ve masum vatandaşlara Allah rahmet eylesin. İnşallah ülkemiz hak edilen huzura ve mutluluğa kısa zamanda kavuşur. Hangi meslekte olursanız olun siz gençler ülkemizin bayrağını taşıyacaksınız. Sevgi ile empati yaparak tüm gençler birbirini anlayan dinleyen nesilleri yaşatır.

Benim yaşımda oynayan kaç oyuncu var bize rol mü yok var diyen Tayfun Sav; Ama o kadar koşulları zor ki komik rakamlar da ödemeler yapılıyor ki ne emeğimizi nede yıllarımızı karşılıyor… Hep bahsederiz ya Avrupa’dan maalesef yurtdışında önce yıllarını vermiş sanatçılara değer verirler sonra yeni gençlere… O paraya bu köleliği kimse yapmak istemiyor. Günah, günah..." dedi.

Nerelerde göreceğiz sizi?
Şu anda "Tutsak"  sinema filmi çekiyoruz. Çekimler Çatalca'da başladı. Benden önceki sahneler çekiliyor. Daha önce oynamak istediğim farklı karakterlerden bir tanesi. Kötü olan hasta bakıcısını oynuyorum. Şenay Gürsoy’un yapımcılığını yaptığı Türkan Kılıç’ın ve Yaşar Aydınoğlu’nun oynadığı, az kadro ile korku ve gerilim dolu bir hikaye anlatılıyor. Beyza Çimenot yönetmenin çektiği film. Çok beğenileceğinden eminim.

 Bunun haricinde Osmanlı yapımın çekeceği "Kosova’nın Hikayesi" diye bir sinema filmimiz var. Ağustos'ta çekimlerine başlayacağız. İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda Murat Ozan'ın yöneteceği "Küçük Ağa" Tiyatro oyununda da rolüm olacak. İki dizi projesi var olursa onu gerçekleştireceğim. Şimdilik bu kadar...

Son olarak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?
Sevgili Elif öncelikle bu güzel emeğin için sana çok teşekkür ederim. Sonra Önce Vatan Gazetesi ailesine selamlarımı sunuyorum. Okuyucularımıza gelince Ülkemiz için uluslararası düzeyde halkımız için sanatın ve sanatçının ülkesine faydalı olduğu bir gelecek ve genç nesillere de bu renklerin yelpazesini bırakmak dileğiyle. Hepinize sanat dolu, sevgi dolu huzur dolu ömürler dilerim.

Tayfun Bey çok keyifli geçen bu sohbet için sizlere çok teşekkür ederim. Babacan tavrınız ile çok iyi bir baba ağabey kazandığımı düşünüyorum. Daha nice başarılar dilerim... Güzellikler sizinle olsun...

Teşekkür ederim sevgili elif. Sana da basın hayatında başarılar dilerim...

Doğum tarihi: 07.12.1959

Burcu: Yay

En sevdiği renk: Turkuaz

Uğurlu sayısı: 7

En sevdiği huyu: Vicdanlı olmak

En sevmediği huyu: Duygusal olmam

En sevdiği film: Spartaus

En sevdiği söz: Birgün her canlı ölümü tadacaktır



Röportaj;: Elif Günay