SEVGÜL KAYSERİLİOĞLU
EDİRNE


Taşı toprağı tarihi eser, nereye dönsen köprü ve buram buram tarih kokan Edirne aslında bu sayfalara sığacak gibi değil.
Oraya ziyaretim oldukça kısıtlı bir zaman dilimi olduğundan, gezebildiğim kadarını, ikinci haftamda da, size Edirne’yi anlatacağım. 
Su; hayatımızın en önemli yaşam kaynağı, fiziksel ve ruhsal olarak besinimizse… Edirne'yi de görsel ve spirütüel anlamda doyurucu yapan Tunca ve Meriç ve de birleşerek adını Arda alan nehirleridir. Dolayısıyla tarihine kattığı zenginliklerin sebebi de, yaşamların su kenarlarında kurulmuş olmasıdır.
Böylesi büyük çoşkular yaşayan akarsular üzerinde gönülleri ve bedenleri biraraya getirmek için bağlar kurulur.
Edirne köprü cennetidir… İşte bazıları;
Gazimihal Köprüsü; Bizans dönemi 1261-1282

Beyazid Köprüsü; 
Yapımı Mimar Hayrettin

Fatih (Bönce) Köprüsü;
Fatih Sultan Mehmet devrinde 1452'de yapılmış taş bir köprüdür. Tunca Adasından bu köprüyle çıkılır. Tunca'nın Fatih Köprüsü yakınları ve Adalet, Bostancıbaşı ile İftar Kasırları arasından geçen kolu boyunca kesme taştan yapılma rıhtımlar ilgi çekicidir.
Tunca ve Meriç Nehri etrafına sıralanmış 450 kadar olduğu söylenen köşklere adına zevrak denilen büyüklü küçüklü sandallarla gidilir ve bu rıhtımlar kullanılırmış.

Saraçhane (Şahabettin Paşa-Sultan Mustafa)Köprüsü;
İnşaatı 1451 de yapılmış. 

Saray Köprüsü (Kanuni Köprüsü)- 1553-1554;
Kanuni Sultan Süleyman devrinde inşa edilmiştir. Sarayiçi semtini Edirne'ye bağlar.
60 metre uzunluğunda olup, açıklıkları 9.75 metre, köprü yolu genişliği 4,5. metredir. Dört gözlüdür. Düzgün köşe planlı, başlık kısmı piramit şeklindedir. Köprü gözleri orta ayağın sağ ve solunda yer alır. Ayaklarda boşaltma gözleri yoktur. 1902 yılında selde zarar gören köprü o dönemde; son olarak ise 1990 yılında onarılmış.
Sarayiçi denilen bölgeyi ve Tunca Adasını şehre bağlayan bu köprüye halk arasında Saray Köprüsü denmekte…
Bazı kitaplarda Sultan Süleyman Köprüsü olarak anılan yapı Mimar Sinan'ın şaheserleri arasında sayılır.

Tunca Köprüsü- 1607-1615; 
Edirne ve Karaağaç semtlerini bağlar. Köprünün ortasında bulunan kitabe köşkü balkon görünümündedir.

Meriç Köprüsü- 1833-1847;
Bu da Edirne Karaağaç bağlamında yapılmış… Barok uslupta, mermer Kitabe Köşkü vardır. 

Yalnız Göz Köprüsü; 
Mimar Sinan’ın eseridir. Tek kemerli ve tek gözlüdür. 

Meriç (Abdülmecit - Yeni Köprü) Köprüsü- 1842-1847;
 Bu köprünün yapımı 1832 yılında Edirne'yi ziyaret eden Sultan II.Mahmut'un emriyle gündeme gelmiştir. O yıllarda burada ahşap bir köprü bulunmaktaymış.
Köprünün yapımı bütçe sıkıntıları nedeniyle ancak 1842 yılında Sultan Abdülmecit döneminde başlatılabilmiş ve beş yılda bitirilmiştir. Bitiminde köprüye konulan kitabe, Yunan İşgali döneminde işgalciler tarafından söktürülmüştür.
Edirne'nin en yeni Osmanlı yapısı köprüsüdür. 12 kemerli olup, güzel bir görünüşü vardır. Günbatımının dünyada en güzel izlenebildiği noktalardan olduğu söylenir. 

Ergene Köprüsü;
 Edirne'nin Uzunköprü - Ergene nehri üzerinde… Mimar Muslihiddin tarafından yapılmış, 1200 metre uzunlukta olup, 170 adet kemer üzerinde yükselmektedir. Uzun bir köprüdür. 

Yeniimaret Köprüsü- 1487;
İkinci Beyazit Camisi ve imareti yapılırken inşa edilmiştir. Şehirden İmaret mahallesine geçişi sağlar. 
Yıldırım Köprüsü –Onarımı 1987-1989; 1535 yılına ait onarım kitabesi vardır. Gazimihal Köprüsü'nden sonra Yıldırım Mahallesine geçiş sağlar. Yıldırım Cami'nin yakınındadır. 

Karayolları Köprüsü-1980;
Gazimihal Köprüsü paralelindedir. Şehir ile Kapıkule sınırı arasında geçiş sağlar.
Edirne dedim ya çok sulu… Orada bulunduğum sırada bol bol yağmur yağdığı için köprüleri maalesef fotoğraflayamadım. Yine gideceğim bu cennete ve bu canım köprüleri sizin için söz veriyorum, kadrajlayacağım. 
Ama kimbilir belki siz benden önce gidip fotolarınızı yollarsınız.
*Mail adresim; [email protected]
2.Bayezid Külliyesi
Edirne’nin en önemli yapılarından biri Tunca Nehri kıyısında bulunan külliye, şehir merkezine yaklaşık 2 kilometre uzaklıktadır. 1484-1488 yılları arasında Mimar Hayrettin’e yaptırılmıştır. 
Külliyenin batısında kalan çifte hamam, değirmen ve su depose günümüze ulaşamamış ancak; Külliye,  camiisi, iki misafirhanesi, tıp medresesi, imaret, köprü, sıbyan mektebi,mehterhane, muvakkithane bölümlerinden oluşmakta.
Külliyenin camii hariç diğer bölümleri 1984 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Trakya Üniversitesine devredilmiş. Darüşşifa ve medrese bölümleri bugün Sağlık Müzesi olarak gezilmekte…
Burada en çok üzerinde durmak istediğim de; Darüşşifa…
Hastalar tıbbın bilgi ve ilaçlarından faydalanmasının yanı sıra özellikle de su sesi, musiki, güzel kokular ve çeşitli uğraşlarla tedavi edilmekteymiş. Avrupa’da akıl hastaları deli diye yakılırken atalarımız müzikle tedavi yoluna gitmişler.
Osamnlı’da müzikle tedavi yönteminde müzik sahnesinde oturan hanende ve sazendeler haftanın belirli günlerinde hastalara müzik çalar, orta alanda bulunan havuz başında ya da odasında oturan  hastalar rahatlar ve hastalıkları daha kolay yenerlermiş.
Musiki Makamlarının hangi hastalıklara etki ettiğini Osmanlı Şair Hekimlerinden 1639 yılında ölen Şuuri Hasan Efendi’nin “Tadil-ül Emzice adlı eserinden öğreniyoruz. Bakalım hangi makan nelere devaymış;
RAST Makamı; Havale ve felç iletine
IRAK Makamı; Har mizaçlılara, sersam ve hafakana faydalı
İSFAHAN Makamı; Zihni açar, zekayı artırır, anıları tazeler
ZENGULE Makamı; Kalp hastalıklarının dvası
REHAVİ Makamı; Baş ağrısına deva
Buselik Makamı; Kulunç ve bel ağrılarının ilacı
ZİREFGENT Makamı; Sırt ve eklem ağrılarının ve kuluncun tedavisinde
BÜZÜRK Makamı; Ateşli hastalıklara iyi gelir, zihni temizler, vesvese ve korkuyu uzaklaştırır.
HİCAZ Makamı; İdrar zorluğuna iyi gelir, cinsel yönden uyarıcı etkisi var
UŞŞAK Makamı; Kalp, karaciğer, sıtma ve mide hastalıklarının ilacı
NEVA Makamı; Gönül okşayıcıdır. Kötü düşünceleri uzaklaştırır. Kadın hastalıklarına (Irk’un nisa) iyi gelir.
HÜSEYNİ Makamı; Ferahlık verir. Çocukların kalp ve ruhlarının iltihabını söndürür. Ateş düşürür.
Ne kadar güzel seramonilerimiz varmış değil mi?
İnsan düşününce hayıflanıyor…
Evliya Çelebi’nin da Darüşşifa’da ki gözlemleri de olayı gayet net açıklıyor.
“Doğrusu musiki ilminde neva, rast, dügah, segah, çargah, suzinak makamları onlara mahsustur. (müzisyenlere) Ama zengule makamı ile buselik makamında rast karar kılsa insane hayat verir. Bütün saz ve makamlarda ruha gıda vardır.”
“Ateş-i süzan-ı firkat yaktı cism ü canımı”
İşte bir hicaz parça …Ya da
“Apansız uyanırsan gecenin bir yerinde..”
Bakın bakalım neye iyi gelirmiş.
İşin latifesi tabii ki…Unutmayalım müzik ruhun gıdasıdır diye de boşa denmemiş.
Bu arada 1500 yıllarda burada 2 göz doktorundan söz edilince o yıllarda burada göz hastalıklarına bile bakıldığını öğreniyoruz.

ÜÇ ŞEREFELİ CAMİİ (1437-1447)
O dönemin meşhur mimarlarından Mimar Muslihiddin yapmıştır. Kendisi felçliymiş. 2. Murad döneminin en önemli yapılarından. Selçuklu Mimarisi’nden, Osmanlı Mimarisi’ne geçişin ilk örneklerindendir.
Şadırvan Avlusunundört bir yanına yerleştirilmiş farklı boyut-çap-farklı geçiş unsurlarına sahip dört minaresiyle yapılan ilk uygulamadır. Birincisi camiiye adını veren üç şerefeli olanıdır. Bu minareye üç ayrı yoldan çıkılarak ilk olma özelliği taşır. Minarenin yüksekliği 81 metredir. Yani Boğaziçi Köprüsü’nden yüksek…
İki şerefeli olan minaret baklava motifli ve iki yolludur.
Avlunun arkasında sağ kısımda bulunan minaret ise tek şerefeli ve yivlidir. Bu minareden dolayo Burmalı Camii de denir.
Camiinin kubbesi 24 metre çapındadır. 6 taşıyıcı ayağı vardır. 
Camiinin kibble yönünde ki mezarlıkta o dönemin önemli zatları (Paşa, subay, kadı, tüccar, müftü..) bulunmaktadır.
Cümle Kapısı, kubbeli ve revaklı harem avlusuyla gerçekten çok güzeldi… Ayrıca daha önce tek tek uygulanan birçok mimari tekniği yeni bir anlayışla kaynaştırarak geleceğe örnek temsil etmiştir.
Edirne Saray Kalıntıları maalesef henüz ortalarda yok… Topkapı Sarayı’ndan daha haşmetli ve büyük olduğu söylenmekte… Ancak Balkan Harbi sırasında bizim paşalardan biri düşman eline geçmesin diye saraya siyanür içirmiş. Ve topraküstünde olan bölümleri yokolmuş… Yani hazin bir sonu var.
Kadın bu duramaz…
Gider ayak şöyle bir göz ucuyla bir kapalı çarşısına da bakayım dedim.
Kapalıçarşı mantığı Ali Paşa Çarşısına uzandım.
Azıcık dolandım, frenleyemem kendimi alışveriş yaparım, sonra nasıl taşırım deyip hemen çıktım.
Edirne bu… Ne Kırkpınar’ını, ne uluslararsı ün yapmış pehlivanını, ne geleneksel mutfağını, ne çevresini, ne hamamınıi camililerini anlatmaya buradan zaman yetmez…
Siz en iyisi İstanbul’a üç saatlik yol… Atlayın otobüse gidin. Arının gelin.
Ramazan da o mistik topraklarda hepimiz için dua ettim…
Hayırlı bayramlara ulaşalım inşallah…
Sevgiyle kalın…