Yurtdışında, Amerika ve İngiltere’de bulunduğum yıllarda, en hoşuma giden husus özellikle tatil günlerinde o ülkelere ait senfoni / filarmoni veya misafir orkestraların parklarda, halka açık ücretsiz konserler vermeleriydi. Konserlerin bir kısmına açılır – kapanır pratik sandalyeler konur, ancak, çok sayıda izleyici çimlere oturarak, büyük bir keyifle, ama ses çıkarmadan bu konserleri izlerlerdi. Örneğin Pavarotti’nin, Domingo’nun, Jose Carreras’ın katıldığı konserler muhteşemdi.
İstanbul’da her yıl klasik müzik festivali yapılmaktadır. Değerli insan, rahmetli Nejat Eczacıbaşı’nın temellerini attığı İstanbul Sanat ve Kültür Vakfının faaliyetleri, oğlu, dostum Sn. Bülent Eczacıbaşı ve eşleri tarafından özenle sürdürülmektedir. Bugünkü kültür ve sanat anlayışı altında, bu işi devam ettirmenin ne kadar zor olduğunu gözlemliyorum. İstanbul’da, opera/bale/klasik müzik, tiyatro performanslarının yapılacağı daha bir opera binası, konser salonu yoktur. Sanat ve kütürde ileri gitmiş ülkelerdeki opera binalarının gıpta ve hayranlıkla izliyoruz. Buna rağmen, İstanbul klasik müzik performansı bütün dünyada bilinmektedir. Bu yılda, birçok gerçek sanatçı ve müzik topluluğu ve orkestralar gelecektir. Festival tanıtım programında, bu yıl parklarda ve yeşil alanlarda konserler verileceğini işittim. Ne güzel bir düşünce… Ancak, İstanbul’da böyle konser verilebilecek açık alanlar kaldı mı diye de, kendi kendime düşündüm!
Açık alanlar ve parklar, yeşillikler kendi cepleri çıkar ve ranttan başka bir şey görmeyen müteahhitler tarafından yok edilmektedir. Bırakın klasik müzik konseri vermeyi, yarın İstanbul’da bir deprem olsa, halkın sığınacağı ve kaçacağı açık alan kalmamış, her yer iğrenç beton yığınlarıyla dolmuştur. Bu peşkeş çekme olayı hala devam etmektedir. Daha yeni Ataköy’de park olması gereken bir arazi, halkın itirazına rağmen, satıldı. Yakında buraya beton dikilecek! Sonra da siluet bozuluyor diye şikayet edilecek… Benim oturduğum muhitte, 17 Ağustos depreminde yakınımızda bulunan Meteoroloji bahçesine sığınmıştık. Tüm mahalleli oradaydı. Maalesef, şimdi oraya, her biri 50 katlı 4 adet iğrenç beton yığını yapıldı. Kaçacak yerde kalmadı, konser nerede verilir, bilemiyorum!
Dünyanın bütün şehircilik uzmanlarını çağırsanız ve sorsanız, “Dolmabahçe’de, şehrin tam ortasında, sit alanda 45 bin kişilik stadyum olur mu”, diye adamlar dehşet içinde kalır ve size inanmazlar. Dolmabahçe’de yapılmakta olan stat, örneğin yemyeşil bir alan olarak, konser verilebilecek bir mahal olarak düzenlenebilirdi. O kulübümüze de, İstanbul’un en uygun yerinde en modern ölçülerde, yepyeni bir stat devlet tarafından yapılır ve 49 yıllığına devlet tarafından kiraya verilebilirdi.
İçinde bulunduğumuz ortamda, ne yazık ki kültür ve sanat faaliyetlerinin bu işe gönül vermiş bir avuç insan tarafından karşılarına çıkarılan, binbir güçlüklere rağmen yürütüldüğünü görüyorum.

NOT:
1- Türkiye’nin en önemli turizm beldelerinden biri olan Kuşadası’ndaki tarihi Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı’nın kapandığını okudum. Nedeni! Bu turistik yerde, içki satışı devlet tarafından yasaklanmıştır. Türkiye’nin, yabancı turistler karşısında düşürüldüğü acayip ve bir o derecede de utanılacak duruma bakar mısınız! Adam senin memleketine turist olarak gelmiş, dinleri, inançları, örf ve adetleri ayrı. Sen yasakladın diye keyifle içkisini içmeyecek mi? Bu konu her geçen gün kabak tadı vermekte ve insanların hayat tarzlarına müdahaleler artmaktadır. Dizilerde, filmlerde içki kadehlerinin üzerine buzlama çekiliyor. Sigara içenler çiçek içiyorlar. Sen turist gelsin diye gözünü yırt, sonra gelen turiste bu şekilde içki yasağı uygula…
2- Yukarıda bahis konusu Selamiçeşme’deki Meteoroloji bahçesine dikilen iğrenç beton yığınlarından sonra, Kadıköy Belediyesi tarafından bir bölüme nefis bir park inşa ediliyor. Bu beni şaşırttı ve memnun etti. Çünkü, kalan her alanın inşaatçılar tarafından ele geçirilmesine alışmışız. Bu park için, Kadıköy Belediyesine teşekkür ediyorum ve buraya uygun bir isim konulmasını bekliyorum.