Reîsü’l-Cumhur Namzedi, Mehmed İbn-i İhsan, Cumhur’un namzedi olduğunu unutarak, kendisini namzed olarak seçen partilere, hususiyle CHP’ye göz kırpıyor. CHP’yi ve bilumum marjinal grupların hoşuna gittiğini zannettiği konuşmalar yapıyor, ziyâretlerde bulunuyor. 
Ama, Türkiye’ye, Türkiye’nin mes’elelerine “Fransız” veya benim ta’birimle, “Mısır” olduğu için çuvallıyor. 
Sivas Olaylarında katledilenler otuza yakın değil, (Otuza yakın demek, 25 ilâ otuz arası demektir.) Oysaki Madımak da hayatını kaybedenler 37 kişiydiler. 
Sivas olaylarında hiçbir kimse’nin cezalandırılmadıkları da yanlış. Her ne kadar gerçek failler, planlayıcılar bulunamadıysa da, mahkeme önüne çıkarılanlar, idam ve ömür boyu hapis cezası alanlar oldu. 
Mehmed İbn-i İhsan’ın hiç temas etmediği teğet bile geçmediği bir de Başbağlar olayları vardır. Başbağlar Köyü bir Ramazan gecesi basılmış, teravih namazından çıkan ve sünnete uygun sakalı olan bütün Müslümanlar hunharca katledilmişlerdir. Asıl bunların katilleri bu katliâm’ı gerçekleştirenler yakalanamamış, hakkettikleri cezalara çarptırılamamıştır. 
Sivas Madımak olaylarını Mehmed İbn-i İhsan’ın kulaklarına fısıldayanlar, elbette Başbağlar Katliâmını da kendisine söylemişlerdir. 
Öyle anlaşılıyor ki, zamirinde mevcud “Ellâmezhebiyye” ruhu ve ehl-i Sünnete karşı adavet hissi, Madımak olayları yanında Başbağlar Katliamını zikretmesine mânia teşkil etmelidir. 
Yıllardır, kimi Culat-ı Şîa’nın, marjinal grupların, bilumum ateist’lerin dile getirdiği, Madımak Oteli’nin müze haline dönüştürülmesini de savunuyor, Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesi halinde, Madımak Oteli’nin, -ki, Madımak Oteli Devlet tarafından kamulaştırılarak Kültür Merkezi haline getirilmiştir.- müze haline getirilmesi için çaba harcayacakmış... 
Kin, gadap ve intikam hissi üzerine bina edilen mezhep’lerin, inanç sistemlerinin bugün nelere sebep oldukları orta yerde dururken Madımak Otelini müze haline getirmek, Anadolu Toprakları üzerine yeni bir mini Kerbelâ inşa etmektir. 1300 yıldır sürdürülen, kin, nefret ve intikâm hissiyle körüklenen ve günümüzde herkesin evine sirâyet etme istidadı gösteren fitne ateşine bir galon benzinle katkı vermek ve kıyâmete kadar hiç sönmeyecek bir fitne ateşini yeniden yakmak demektir. 
Mehmed İbn-i İhsan, İstanbul ziyâretlerine, Eyüp Sultan’da veya Yahya Efendi, Aziz Mahmud-u Hüdâyi gibi mekânlar’dan başlamadı. Devrimbaz’ların, ateist’lerin (kendisi, “gözlerinde vatan sevgisi olan gençler, diyor, ama) gerçek çapulcu’ların putlaştırdıkları Gezi Parkı’ndan devamı olan İstiklâl Caddesi’nden başlatıyor. 
Matbuatta ve kamuoyundan baskı ve tenkid gelince bu sefer Eyüp Sultan’a gidiyor. 
Aziz milletimiz, rüzgarın istikametine göre cihet değiştiren siyâsîlere artık hiç mi hiç prim vermiyor. 
Kendisini namzed gösteren çevrelerin bir türlü telaffuz edemedikleri ve vazgeçtikleri, “Ekmeleddîn” kelimesinden sloganlar üretmişler. Kadıköyü, Salı Pazarı ziyâretinde kendisini takdim eden cazgır, “Ekmel İhsaneddin Oğlu” diye anons etmiştir. 
“Ekmek İçin Ekmeleddîn”, “Herkese Aş, Herkese İş” sloganına benzer bir slogan, bu sloganlar çok çook geride kaldı. 
Mehmed İbn-i İhsan Bey, lisans eğitimini doktorasını Mısır’da yaptığı için bugün kendisini namzed gösteren zihniyet uzun yıllar muadeletini kabul etmemiş, aynı zihniyet, 28 Şubat döneminde, İstanbul Üniversitesi bünyesinde kurulan Bilim Tarihi Bölümü’nü kapatmış ve Mehmed İbn-i İhsan’ın vazifesini sona erdirmişti. 
Merhûm Özal kendisini önce İ.K.T. (açılımı İslâm Konferansı Teşkilatı)’na bağlı ve merkezi İstanbul Yıldız Sarayı’nda bulunan (İSEDAK) İslam Teşkilatı Ekonomi ve Kültür, kuruluşunun başına getirdi. Uzun yıllar burada kaldıktan sonra, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ın büyük gayretleri ve Türk Devleti’nin motorize gücüyle, İslâm Konferansı Teşkilatı Genel Sekreterliğine seçildi ve burada iki dönemden fazla, yaklaşık 10 yıl görev yaptı. 
İslâm Konferansı Teşkilatı, İsrail’in Kudüs’ü işgal etmesi üzerine Suudî Arabistan Krallığı’nın da’veti üzerine kurulmuş merkezi cadde’de olan bir teşkilattır. İlk kurulduğu yıllar’da, her ne kadar Adalet Partisi iktidarda ise de, T.C. bu teşkilata fazla sıcak bakmadı. 
Devrin Dışişleri Bakanı, İhsan Sabri Çağlayangil, “Biz laik bir devletiz, bu Teşkilata tam üye olmamız laikliğimize aykırıdır,” demişti. Daha sonraki yıllarda, T.C. teşkilata tam üye olmuş, teşkilat tarafından kurulan İslâm Kalkınma Bankası’nın kurucu üyelerinden birisi olmuş, sermaye koymuştur. 
Ne denilirse denilsin, şimdi adı değiştirilen İslâm İşbirliği Teşkilatı, Suûdî Arabistan Krallığı’nın patronajı altındadır. Teşkilatın masraflarının büyük bir bölümünü bu devlet karşılıyor. 
Bunu, şunun için tebârüz ettirmek lüzumunu duydum. Evet! Mehmed İbn-i İhsan’ın İslâm İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliğine seçilmesi için, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütün ağırlığını koymuş, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan R.Tayyip Erdoğan çok büyük çaba sarfetmişlerdir. Ancak, eğer Mehmed İbn-i İhsan Vehhâbî olmasaydı, Suûdî Arabistan aslâ Genel Sekreterliğini kabul etmezdi. 
Mehmed İbn-i İhsan, Arap Baharı ve Suriye’deki olaylar patlak verinceye kadar, Türk Devleti, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan R.Tayyip Erdoğan ve Türk dış siyasetini yürütenlerle tam bir ahenk içindeydi. Ne zaman ki, Arap Baharı dolayısiyle ba’zı Arap ülkelerinde olaylar ve Suriye olayları patlak verdi. Mehmed İbn-i İhsan, derin bir sessizliğe gömüldü. Doğruları söylese başta Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmak üzere, Arap Baharını ve Suriye’de demokrasiden taraf olanları desteklese Suûdî’lere ters düşecek. Onun için, Mehmed İbn-i İhsan, Türkiye’ye, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e, Başbakan R.Tayyip Erdoğan’a ve Arap Baharı ile Suriye konusunda Türkiye gibi düşünen İslâm ülkelerine sırtını döndü ve Suûdî Arabistan’ın herhangi bir kuruluşuymuş gibi davranmaya başladı. Ve ipler koptu. 
CHP’den namzed’lik serüveni: Bugün kendisini Cumhurbaşkanlığı’na namzed gösteren, CHP’nin devamı olduğu, İttihad ve Terakkî artığı, Tek Parti Mütegallibe, CHP’nin zulmü sebebiyle Mısır’a hicret etmek mecbriyetinde kalmış vatan hasretiyle yanmış tutuşmuş, Vatan cüda bir babanın oğlu olarak, hiçbir kimse, ama hiçbir kimse Mehmed İbn-i İhsan’ın, CHP’den namzed olacağını aklının ucundan bile geçirmezdi. 
Siyâset, Hubb-u Câh, makam ve mevki hırsı demek öyle bir şey! 
Pekiyi! Bu adaylık nasıl olmuş! 
CHP Genel Başkanı, Kemal Kılıçdaroğlu bir rüya görmüş, rüyâsında, yeşil sarıklı, uzun sakallı, sakalı bıyığına karışmış bir Alevî dedesi, Allah-Muhammed-Ali aşkına, şu Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Cumhurbaşkanlığı için namzed gösterin, demiş... 
Kılıçdaroğlu, isim üzerinden şüpheye düşmüş tam olarak anlayamamış, acaba, “Ekmeleddin İslâmoğlu” muydu? Ekmeleddin İhsâneddin, oğlu muydu? Dedeyi tekrar görmek ve doğru ismi almak üzere gözlerini yummuş fakat bir daha dedeyi görememiş... 
Uyanmış, parti genel merkezine gelmiş ve hiçbir kimseye bir şeyler söylemeden yardımcılarına, “Hani, şu İslâm Teşkilatı mıydı, İslâm İşbirliği mi, onun eski Genel Sekreteri kimdi, tam adı neydi, bana bir buluverin,” demiş. Bulmuşlar. “Ekmeleddin İhsanoğlu” 
Bu ismi ezberlemeye çalışmış ama olmamış, küçük bir kağıda not etmişler, kendi partisinden hiçbir kimseye söylemeden doğruca Devlet Bahçeli’ye gitmiş, kapalı kapılar ardında, “Bak Sayın Bahçeli! Bir kerre isminde “Din” kelimesi geçiyor (Ekmeleddin) üstelik, Arapça konuşmasını biliyor. Üstüne üstlük, hanımının başı da açık, bundan keylî, R.Tayyip Erdoğan’ın karşısına bundan daha uygun bir namzed daha bulamayız,” demiş. 
Devlet Bahçeli de, “Allah rüyanıza giren dedemizden ve sizden razı olsun, böyle bir namzet için tereddütsüz biz de varız,” demiş o da arkadaşlarından ve yardımcılarından hiçbir kimseye haber vermeden namzedi müştereken açıklamışlar. 
Öyle mi? Hayır! Kazın ayağı hiç de öyle değil!... 
Öyleyse, hikâye’ye devam...