BEDİR MEYDAN MUHAREBE’Sİ: 

Yukarıda kısaca arz olunduğu üzere ilk Mübâreze’de, Kureyş’in ileri gelenlerinden üç kişinin tepelenmesi ve yere serilmesinden sonra, harb iyice kızışmış, müşrik’lerden yetmişi, Müslümanlar tarafından kılıç, hançer gibi harb âletleri darbesiyle katlolunmuş, yere serilmişti. Yetmişi de esir alınmıştır. Buna mukâbil, İslâm ordusunda harb meydanında yaralanıp da bilâhare şehid olanlar da dâhil olmak üzere sadece on dört şehid’den ibâretti. 

Bu on dört şehid’in altısı Muhâcirî’nden, sekizi Ensâr’dan. Şirk ordusunun reis’lerinin katledilmesi ve efrâdın’dan pek çoğunun telef edilmesi üzerine müthiş bir panik baş göstermiş, “Yoksa” Biz intikam almaya gücü yeten bir topluluğumuz” mu diyorlar? O topluluk yakında bozulacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklardır.” (Kamer 54/44, 45) Âyet-i Kerime’sinin sırrı zuhur etmiş olup, muhârebe meydanından kaçanlar Mekke’yi boylamışlar. Kaçamayanlar da Müslümanlara esir düşmüşlerdi. 

Katledilen-tepelenen müşrik’lerde yirmi dördü Kureyş’in eşrafından-ileri gelenlerindendi. Bunların hakkında nasıl muamele edildiğini Ebû Talha’nın rivâyet ettiği şu hadisten anlıyoruz. 

Ebû Talha radiya’llahu anh’den gelen rivâyete göre şöyle demiştir: Bedir günü (harb sonunda) Nebî salla’llahu aleyhi ve sellem Kureyş eşrafından yirmi dört kişinin cesedlerinin bir araya kaldırılmasını emretti de bunlar Bedir kuyularından pis bir kuyuya atıldılar. Bu suretle zâten pis olan kuyu yeni pislikleri de ihtiva ediyordu. Bir de Resûlullah, düşman bir kavme gâlip gelince, onun açık bir sahasında üç gün kalmak âdeti idi. 

Bedir harbi’nin üçüncü günü olunca da Resûlullah devesinin getirilmesini emretti. Yol ağırlığı deveye yüklenip bağlandı. Sonra Resûlullah yürüdü. Ashabı da kendisinin peşi sıra yürüdüler. Ve birbirlerine: Herhalde Resûlullah ba’zı hâcetleri için gidiyor, sanırız, dediler. Nihâyet Peygamber Efendimiz maktullerin atıldığı kuyunun bir tarafında durdu. Ve maktullerin kendi adlarıyla, babalarının adlarıyla çağırmaya başladı da: 

- Yâ ilan İbn-i filan, yâ filan İbn-i Filân! Enes İbn-i Mâlik’in rivâyetine göre “Yâ Utbe İbn-i Rebîa, Yâ Şeybe İbn-i Rebîa, yâ Ümeyye İbn-i Halef, Yâ Ebâ Cehil İbn-i Hişâm,” diye seslenmiştir. 

- “Siz Allah’a ve Resûlüne itaat etmiş olsaydınız itaatiniz sizi sevindirir mi idi? (Şüphesiz sevindirirdi.) Ey Maktüller! Biz, Rabb’imizin bize vâ’dettiği nusret ve zaferi muhakkak surette gerçek bulduk. Siz de (bâtıl) Rabb’inizin vâ’dettiği (mevhum) nusret ve zaferi gerçek buldunuz mu?” buyurdu. 

- Râvî Ebû Talha der ki: 

- Bunun üzerine Ömer: 

- Yâ Resûle’llah! Kendilerinde hayat eseri bulunmayan şu cesetlere ne söylersin? dedi. Bunun üzerine Resûlullah salla’llahu aleyhi ve sellem: 

- Muhammed’in hayatı yed-i Kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, Benim söylediğim sözleri siz, onlardan daha iyi işitir değilsiniz.” buyurdu. 

Katâde, “Allah Bedir kuyusundaki cesed’lere Peygamber’in kendilerine hitâbesini işittirecek derecede hayat verir. Bu suretle azgın Kureyş müşrikleri ayıplanmış, küçültülmüş, azap edilmiş ve kaçırdıkları fırsatlara hasret ve yaptıkları mezâlime nedâmet ettirilmiş olur. 

Resûlullah’ın bu vecîz, Fesîh hitâbesi, eşi görülmemiş ilâhî bir intikâm idi. Bundan sonra Peygamber’imiz salla’llahu aleyhi ve sellem, mansûr, muzaffer ve gözü aydın olarak Medine’ye yollandılar. Aralarında, pek çok Kureyş eşrâfiyle birlikte, Resûlullah’ın amcası, Abbas İbn-i Abdülmuttalip ve damadı, Ebu’l-As’ın da bulunduğu esirleri ve ganimet olarak alınan malları da berâber getirdiler. Safrâ mevkiinde ganimet malları taksim edildi. Müşriklerden Nadr İbn-i Hâris öldürüldü. Irk mevkiinde de, Ukbe İbn-i Ebî Muayt’ın boynu vuruldu. Esir’ler Medine’de taksim edildi, iyi bakılmaları şartıyla sahiplerine verildiler. 

Bedir Zaferi’nin müjdecisi olarak, Zeyd İbn-i Hâris Medine’ye, Abdullah İbn-i Revâha da Avâlî denilen Medine civarındaki köylere gönderilmişti. Beklenmeyen bu zafer haberi üzerine Medine meserret-sevinç dalgaları çalkalandı. Yahûdî’ler ve münâfıklar iyice sindiler. Sevgili Peygamber’imiz ve beraberindekiler Şevvâl ayının ilk günlerinde Medine-i Münevvere’ye ulaştılar. 

BEDİR ŞEHİD’LERİ: 

Bedir’de Mühâcir’lerden altı, Ensâr’dan sekiz olmak üzere, cem’an 14 Sahâbî Şehid edilmişlerdi. Mühâcir’ler, Ubeyde İbn-i el-Hars, İbn-i Abdülmuttalip, Amr İbn-i Ebî Vakkâs, Zü’zşimâleyn, Amr İbn-i Nüfeyle, Âmir İbn-i Bekr, Mehâ’ İbn-i Abdullah, 

Ensâr’dan olan şehid’ler, Said İbn-i Hayseme, Kays İbn-i Abdü’l-Münzîr, Zeyd İbn-i el-Hars, Temîm İbn-i Hümâm, Râfî İbn-i el-Muallâ, Harise İbn-i Sürâka, Muavviz bin Afrâ’, Avf bin Afrâ’...  

Hadis Râvî’leri, Bedir şehid’lerinin şehâdet zamanları hakkında herhangi bir tasrîh’te bulunmadıkları için düzenli orduların ilk def’a karşılaştıkları Bedir’in ilk şehidi kimdir, bir sarahat yoktur. Fakat, Mekke döneminde, yeniden şirk’e dönmedikleri için, zulmen şehid edilen Yâsir ve Sümeyye sayılmazsa, İslâm’ın ilk şehid’leri yukarıda Mübârek isimlerini zikrettiğimiz Bedir şehid’leridir. 

Dikkati çeken bir başka husus da, Ebû Cehil’i katleden, Afrâ’ kadının oğulları olarak tavsif edilen, Avf-Muâz ve Muavviz kardeşler Ebû Cehil’in oğlu İkrime tarafından Bedir’de şehid edilmişlerdir. İslâm’ın ilk şehidleri sınıfına girme şerefine nâil olmuşlardır. 

EHL-İ BEDİR VEYA ASHAB-I BEDİR: 

Hicretin ikinci yılında Müslümanlarla Mekke’li müşrikler arasında Bedir mevki’inde meydana gelen Bedir Gazâ’sına katılanlar, Ehl-i Bedir, Ashâb-ı Bedir veya Bedrî olarak anılır. Allah’ın Resûlünden izinli oldukları veya Medine’de bırakılanlar da dahil, 313 kişiydiler. 

Ehl-i Bedir’den Kur’ân-ı Kerim’de “Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir’de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah’tan sakının ki, O’na şükretmiş olasınız,” şeklinde bahsedilmektedir. Bedir Ashabı Haz.Peygamber’imizin hadislerinde medh-u Senâ edilmiş hepsinin cennetlik oldukları kudsî ve mu’teber hadis kitaplarında yer almıştır. Sahîh-i Buhârî’de kırk dördünün adı zikredilerek Ehl-i Bedr’in Müslümanların en faziletlileri olduğu da tasrih edilmiştir. 

Nitekim, Haz.Ömer radiya’llâhu anh, Divan teşkilatını kurunca divan defteri’ne ilk önce Ehl-i Bedir’in yazılmasını emretmiştir. İbn-i Sa’d’ın sahâbe tasnifinde fazilet bakımından beş guruba ayrılan sahâbî’lerin ilk tabakasını Ehl-i Bedir oluşturur. Hâkim el-Nîsâbûrî’nin yaptığı tasnife göre Ehl-i Bedir yedinci, Abdülkâhir el-Bağdâdî’nin tasnifine göre ise, sekizinci tabaka’da yer almaktadır. 

Ehl-i Bedir’den ba’zılarının çeşitli vesiylelerle Medine dışına çıkıp muhtelif memleketlere hicret etmiş oldukları, 24 veya yetmişinin Kûfe’ye yerleştikleri nakledilir. Ashâb-ı Bedir’den en son vefat eden Ensâr’dan Ebû Üseyd Mâlik bin Rebîa es-Sâidî (Vefatı 60/680) veya Ebü’l-Yâser Kâ’b bin Amr (55/675), mühâcir’lerden ise, Sa’d bin Ebû Vakkâs’ın (56/676) isimleri zikredilir. 

Dünya Harp tarihinde belki de bir ilk:

İslâm Tarihinde ve Türk-İslâm Tarihinde, baba oğul’un aynı harb’de düşman’a karşı aynı an’da çarpıştıkları, mukâtele ettikleri çok görülmüştür. Fakat, dede, oğul ve torunun aynı anda mukâtele ettikleri ya hiç yoktur, ya da Ender-i Nâdirattandır; 

Ashab-ı Bedir arasında, dede Ahnes es-Sülemî, -kendisi mühâcirler’den ve Süleymanoğulları kabilesindendir. Babasının adı, Hubeyb veya Habbâb’dır.- Ahnes es-Sülemî radiya’llahu anh, oğlu Yezid ve torunu Ma’n bin Yezid ile birlikte Bedir Gazasında bulunmuşlardır. Ahnes radiyallahu anh’den başka dede, oğul, torun, Bedir’de ve diğer gaza’larda bulunan yoktur.