MELEK’LERİN FİÎLEN İŞTİRÂK ETTİKLERİ İLK GAZVE, BEDİR!... 

“Habîbim! Bedir’de, siz hor ve hâkîr bir müfreze iken Allah size nusret etti. (muzaffer oldunuz!). Şu halde Allah’a karşı günah’tan sakınınız! Tâ ki, (zafer ni’metine) şükretmiş olasınız!. O sırada idi ki, sen mü’minlere indirilmekte olan üç bin melekle Rabb’inizin size imdat etmesi yetişmez mi? diyordun. Evet siz harb’de sabır ve sebat eder ve itaatsizlikten sakınırsanız düşmanlarınız da şu dakikada hemen geliverirse Rabb’iniz size alâmetli nişanlı beş bin melekle de imdat edecektir. Ve bu suretle de imdadı Allah size sırf bir (zafer) müjdesi olsun da kalpleriniz onunla yatışsın diye yapmıştır. Yoksa nusret (meleklerden değil) Allah’ın inayetindendir. Allah Azîz’dir, Hakîmdir. Tâ ki, o küfredenlerden bir (muhârib) kolu kessin atsın, yahud perişân edip de pişman ve ümitsiz bir şekilde (Mekke’ye) dönüp gitsinler.” (Âl-i İmran 3/123, 124, 125, 126, 127) 

Resûlullah salla’llahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Bedir’de kendi ordusunun azlığını ve şirk ordusunun çokluğunu ve teçhizatını görünce kıbleye dönerek iki elini kaldırarak şöyle du’a etmişti. “Allah’ım! Bana va’dettiğin sözü yerine getir. Allah’ım bu cemaati helâk edersen artık yeryüzünde sana ibâdet edecek kimse kalmayacak,” diye sürekli du’a etmişti de: Cenab-ı Hakk “Hatırlayınız ki siz Rabb’inizden yardım istiyordunuz. O da, ben peşpeşe gelen bin melekle size yardım edeceğim, diyerek du’anızı kabul buyurdu. Allah bunu (meleklerle yardımı) size müjde olsun ve onunla kalbiniz yatışsın diye yapmıştı. Zâten yardım yalnız, Allah tarafındandır. Çünkü Allah mutlâk galiptir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. O zaman katından bir güven olmak üzere sizi hafif bir uykuya daldırıyordu; sizi temizlemek, şeytan’ın pisliğini (verdiği vesveseyi) sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak ve savaşta sebat ettirmek için üzerinize gökten bir su (yağmur) indiriyordu. Hani Rabb’in meleklere “Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun; ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım; Vurun boyunlarına! vurun onların bütün parmaklarına! diye vahyediyordu. 

“Bu söylenenler, onların Allah’a ve Resûlüne karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı şiddetli olandır.” (Enfâl 8/9, 10, 11, 12, 13) 

İbn-i Abbas radiya’llâhu anhumâ’dan rivayete göre Nebî salla’llahu aleyhi ve sellem, Bedir günü: (Ey Ebû Bekir!) İşte bu Cibrîl’dir. Allah tarafından sana yardımcı geldi.) Atının gemini tutmuş harp silahı ve zırhı üzerinde (Hücûma müheyyâ bir halde!) buyurmuştur. 

Yukarıdaki âyet ve hadis’lerin haber verdiği üzere, melek’lerin Bedir harbinde yardımları, bizzat iştirâk etmek suretiyle fiîlî bir yardımdır. Âyette: (Müşrik’lerin boyunlarının köklerine vurunuz, vücudlarını parçalayınız!) suretindeki ilâhî hitap gayet sarihtir. Yukarıdaki meâlini verdiğimiz hadis de bunu te’yid eder mâhiyettedir. Bunların emsâli pek çok rivâyetler vardır “Simalarıyla bilinen melekler,” buyrulduğu vechile Bedir’de bulunan bütün sahâbî melekleri görmüştür. Hattâ Ashab-ı Kiram’ın görmesi şöyle dursun, Kureyş müşriklerinin de İslâm ordusunu en az bir-kaç misli gördükleri, “(Bedir’de) karşı karşıya gelen şu iki grubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir grup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kâfir bir grup. Allah dilediğini yardımı ile destekler. Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır.” (Âl-i İmrân 3/13) kavli şerifiyle hikâye buyrulmuştur ki, bu görülen ziyâde muavenet için gelen meleklerdi. Filhakîka, her harb’de İslâm ordusu bu nev’i ilâhî nusret ve muavenete mazhar olmuşsa da İbn-i İshâk’ın İbn-i Abbas’dan rivâyetine göre, meleklerin fî’len savaşa katılmaları Bedir harb’ine mahsustur. (Melekler, Cism-i Latîf’tirler, fakat, Allah’ın izniyle her şekle göre tecessüm edebilirler. Bedir için indirilen melekler de tam musallah, zırh’lı, heybetli, iki metre boyunda birer bahadır olarak Bedir’e katıldılar.) 

MUHAREBE, MÜBÂREZE İLE BAŞLADI: 

Mübâreze, münferiden, tek bir kişinin karşı taraftan bir başka tek kişiye meydan okuması, ortaya atılması’dır.

Kureyş ordusu başkumandanı Utbe İbn-i Rebîa kardeşi Şeybe ile oğlu Velid’i yanına alarak ortaya atılmış ve Hâşim oğullarından tek tek, mübâriz istemişti. Bunlara Hâşim oğullarından Haz.Ali, Haz.Hamza ve Ubeyde İbn-i Hâris karşı çıktılar. Haz.Ali, Velid’i; Haz.Hamza Şeybe’yi tepelemiş fakat Ubeyde ile Utbe birbirlerini yaralamışlardır. Ali ile Hamza yetişip Utbe’yi de öldürmüşlerdir. 

Buhârî’nin rivâyetine göre Abdullah İbn-i Mes’ûd der ki: Resûlullah Ka’beye teveccüh ederek Kureyş’ten dört kişi hakkında du’a buyurmuştu; Şeybe İbn-i Rebîa, Utbe İbn-i Rebîa, Velid İbn-i Utbe Ebû Cehil İbn-i Hişâm... 

“Şu iki zümre (Müslim-kâfir) iki hasımdır ki, kendi Rab’leri hakkında da’vaya duruşmuşlardır. O küfreden zümre için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülecektir.” Buhârî’nin rivâyetine göre Ebû Zerr-i Gıfârî der ki; Kat’î olarak yemin ederim ki, bu âyet-i Kerime Bedir günü cenkleşen altı kişi hakkında nâzıl olmuştur. Bunlar Haz.Hamza, Haz.Ali, Ubeyde İbn-i Hâris ile müşrik’lerden, Utbe İbn-i Rebîa, Şeybe İbn-i Rebîa Velîd İbn-i Utbe’dir. 

Buhârî’nin bu babdaki bir başka rivâyetine göre Haz.Ali Kerreme’llahu Vechehû da “Kıyâmet gününde ben, Allah’ın divânında müşriklerle muhâkeme olmak üzere duruşmak için ilk diz çöken kişi olacağım,” demiştir. 

Yukarıda verilen izahata göre, düzenli iki ordunun (İslâm ve şirk) ordularının bu ilk karşılaşmalarında ilk kılıç çeken ve bir müşrik’i tepeleyen, Haz.Ali’dir. Müşrikler arasında ilk maktul, ilk telef ise şirk ordusunun başkumandanı, Utbe İbn-i Rebîa’nın oğlu, Velîd İbn-i Utbe’dir. 

EBÛ CEHİL İBN-İ HİŞÂM’IN KATLİ: 

İslâm Tarihinin en ibretli sahnelerinden birisi de Ebû Cehil’in Bedir’de katledilmesidir; Enes İbn-i Mâlik radiya’llahu anh’den rivâyete göre, Resûlullah salla’llahu aleyhi ve sellem: 

- Acabâ Ebû Cehil ne iş gördü, ne oldu? Kim bakıp anlar? buyurdu. İbn-i Mes’ûd, (Ben bakarım anlarım diyerek) gitti ve Ebû Cehili Afrâ’kadı’nın iki oğlu (Muâz ile Muavviz) tarafından vurularak son nefesinde ölüm halinde buldu. İbn-i Mes’ûd: 

Â, sen misin Ebû Cehil? (vuruldun mu?) dedi. Sonra da Ebû Cehil’in sakalından yakalayıp çekti. Ebû Cehil: 

- Sizin öldürdüğünüz kişinin üstünde bir kimse var mıdır. Yahûd kendi kavminin öldürdüğü kişinin üstünde bir kimse var mıdır? dedi. 

Afrâ’nın iki oğlu, Muaz ve Muavviz tarafından kılıç darbeleriyle ağır bir şekilde yaralanmış ve yere serilmiş olan Ebû Cehil’i, o vaziyyet bulan Abdullah İbn-i Mes’ûd radiya’llahu anh, Ashab-ı Güzîn arasında naîf, zayıf (ufak-tefek) birisiydi. Haz.Ömer radiya’llâhu anh kendisi hakkında (Küçücük, lâkin ilim dolu) derdi. Abdullah İbn-i Mes’ûd’un Ebû Cehil’in göğsüne çökmesi, sakalından tutup çekmesi ve nihâyet başını bir kılıç darbesiyle vücudundan ayırıp Resûlullah’a getirmesi, sözlü ve fîî’li olarak Ebû Cehil’den intikam almaya müteveccihtir. Çünkü, Ebû Cehil Mekke’de, Abdullah İbn-i Mes’ûd’a çok ezâ ve cefâ’da bulunmuştu. 

Buna mukâbil, Ebû Cehil’in, “Sizin öldürdüğünüz, yâhud kavminin öldürdüğü kişinin fevkinde kimse var mıdır? sözleriyle de bu yolda ölüm, ne benim için küçüklüktür, ne de sizin için bir şereftir,” demek istemiştir ki, bu da, onun ölürken bile küfründe ne kadar inatçı ve sebatkâr olduğunu göstermektedir.