İSLAMİYET’İ TEBLİĞ EDECEK KİŞİLERDE OLMASI GEREKEN ÖZELLİKLER’


Oğuz Çetinoğlu:
Bilindiği üzere âlimler ve mü’minler, Peygamberimiz (sav) Efendimizin varisleri olduğundan, tebliğ ile mükelleftirler. Müslümanlar bu mükellefiyetlerini nasıl îfa edebilirler?

Prof. Dr. Adnan Demircan: Muhatabın seviyesine göre konuşmanın önemi göz ardı edilmeden tatlı bir dille ve insanlara karşı nezâket içinde yapılacak bir hitap, çok etkileyici olur. Kötü kelime söylemekten sakınılmalıdır. Hz. Peygamber'imizin hayatı boyunca insanlara küfretmediği, hakaret etmekten kaçındığı bilinmektedir. Hatta yanında başkalarının kötülenmesini veya hakarete maruz kalmasını da kabul etmezdi.

İnsanlara güven veren kişilerin tebliğ faaliyetinde daha başarılı olacağı muhakkaktır. Konuşulanın etkili olmasında, söylenmek istenen şey kadar, sözün kimin tarafından söylendiği de önemlidir.

Çetinoğlu: Güven duygusu nasıl sağlanır?

Prof. Demircan: Tebliğcinin çıkar peşinde olmaması büyük önem taşımaktadır. Çıkar peşinde olan bir tebliğcinin insanlara güven telkin edebilmesi mümkün değildir. Belki kısa süreli bir etkileme söz konusu olabilir; ama uzun vadeli, kalıcı bir etki meydana getiremez.

Çağımızın en büyük sıkıntılarından biri, insanların birbirlerine karşı dürüst davranmamalarıdır. Bu hastalık, baba ile evladın, koca ile hanımının birbirlerine güvenmemelerine kadar ileri boyutlara taşınabilmektedir. Tebliğ vazifesini yerine getiren kişinin muhatabına karşı dürüst olması büyük önem taşımaktadır. Cahiliye döneminde bile dürüstlük, erdemli bir davranış olarak görülürdü. Hz. Peygamber'e karşı yıllarca mücadele eden Ebû Süfyân, Müslüman olmadan önce Bizans hükümdarının Hz. Peygamber hakkında sorduğu sorulara doğru cevaplar vererek erdemli bir tavır sergilemişti.

Hz. Peygamber, ilişki kurduğu insanların güvenini kazanmak için çok hassas davranırdı.

Çetinoğlu: Tavsiyelerinden söz eder misiniz?

Prof. Demircan: Müslümanlara, verdikleri sözde durmalarını, yalan söylememelerini tavsiye ermekte, olumsuz davranışlardan sakınılması emredilmektedir. Hz. Peygamber, “Dört özellik kimde bulunursa o kişi hâlis münafık olur; her kim de bunlardan bir özellik bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir haslet kalmış olur.

Çetinoğlu: Bu dört özellik nelerdir?

Prof. Demircan:Birincisi: Kendisine bir şey emanet edildiğinde emanete hıyanet etmek, İkincisi: Konuştuğunda yalan söylemek, Üçüncüsü: Söz verdiğinde sözünde durmamak, Dördüncüsü husumet ettiğinde haktan ayrılmak.” buyurmaktadır.

Muhataplarına karşı çelişkili tavırlar sergileyen, söyledikleri birbirini tutmayan bir insan muhatabını etkileyemez ve ona güven veremez. Hz. Peygamber, kararlı olmaya çok önem verirdi. Uhud Savaşı öncesinde Medine'ye doğru yola çıkan müşriklerin nasıl karşılanacağı hususunda mescitte Müslümanlarla istişare etmiş; sonunda meydan savaşı yapılmasına karar verilmişti. Kendisi Medine'de kalarak savunma savaşı yapılmasını düşünüyordu. Ancak çoğunluğun görüsünü benimsedi. Karar verildikten sonra hazırlıklara başlandı. Bu arada ısrarla meydan savaşı yapılmasını savunanlar, çok ısrar ettiklerini düşünerek görüşlerinden vazgeçmek istediklerini bildirdiler. Hz. Peygamber, onların taleplerini, "Bir peygamber zırhını giydikten sonra savaşmadan onu çıkarmaz." sözüyle reddetti.

Tebliğci gerçekçi olmalı, insanları gerçekleştirilmesi mümkün olmayan hayallerin peşinden koşturmamalıdır. Anlatılanların hayatın gerçekleriyle çelişmemesi gerekir. Her insanın kaldırabileceği bir yük vardır. Allah (cc) insana, kaldıramayacağı yükü yüklememişken, muhataptan olmayacak taleplerde bulunmak hem doğru değildir; hem de beraberinde başarısızlığı getirir.

Hz. Peygamber'in önerdiği hayat tarzı o günün Müslümanlarına hayal gibi görünse de kendisi, bunun gerçekleşmesinin Allah'ın iradesine bağlı olarak kolaylıkla mümkün olduğunu biliyordu. Ancak o insanların bir hayal peşinde koşmalarını tavsiye etmek yerine, gerçekçi olmalarını sağlayacak tavsiyelerde bulunuyordu.

Çetinoğlu: Tebliğ görevi îfa edilirken tebliğci ile muhatabı arasında farklılıklar varsa…

Prof. Demircan: Muhatabıyla ilişkisi sırasında, alt kimliğini öne çıkaran bir tebliğcinin başarıya ulaşma şansı azalır. Tebliğcinin siyasî kanaatlerini açıklaması, bir cemaat veya grubun temsilcisi gibi konuşması, kısa vadede kendi cemaati veya görüşlerini beğendiği partiler için olumlu sonuçlar getiriyormuş izlenimi verse de tebliğin hedefleri bakımından çok yanlıştır. Tebliğci için Müslüman olduğunu söyleyen de, Müslüman olmayan da tebliğin hedefindedir ve her insana verebileceği bazı şeyler vardır. Hiçbir insan kayıp olarak nitelendirilmemeli, her insana anlayacağı dilden faydalı olunmaya çalışılmalıdır. Hz. Peygamber tebliğe başladığı zaman sadece Hâşimî olarak ortaya çıkmış olsaydı akrabaları dışındaki insanların onu kabul etmesi mümkün olmazdı.

Çetinoğlu: Tebliğ eden muhatabının menfi yönlerini biliyorsa ne yapmalı?

Prof. Demircan: İnsanlarla ilişkilerde onlar hakkında herhangi bir sebepten dolayı ön yargılı olmak, o insanla sağlıklı ilişki kurulmasına engel olur. Bu sebeple muhatapla ilişki kurulduğunda ona karşı olumlu düşüncelere sahip olmak, onu etkileyebilmek için önemlidir. Olumsuz düşüncelerini bir tarafa bırakmalı.

Çetinoğlu: Tebliğcinin maddî durumu etkili olur mu?

Prof. Demircan: Maddî açıdan başkalarına bağımlı olan insanların etkili olmaları mümkün değildir. Ekonomik özgürlüğü olmayan kişinin kaygı duymadan doğruları söylemesi beklenemez. Bu durum, hem devletler hem de fertler için böyledir. Muhatabına maddî çıkar peşinde olduğu izlenimi veren kişi ise hem kendi kişiliğine hem de inandığı değerlere zarar verir. Hz. Peygamber, asla kimsenin minneti alanda kalmaz, aksine hep muhataplarım minnet altında bırakırdı. Allah Resulü, Medine'de zaman zaman para sıkıntısı çektiğinde borçlanır; ama başkasına asla el açmazdı.

Çetinoğlu: Muhatabı tanımak fayda sağlar mı?

Prof. Demircan: Tebliğde öncelikle üzerinde durulması gereken hususlardan biri, muhatap hakkında bilgi sahibi olmaktır. Muhatap tanınmadan ona nasıl yaklaşılacağına karar verilemez. Bu, doktorun hastası hakkında bilgi sahibi olmadan onu tedavi etmeye kalkışmasına benzer.

Her insana aynı dille konuşmak tebliğ çabasını sonuçsuz bırakabilir. İnsanların yaşı, cinsiyeti, sosyal statüsü, bilgi düzeyi, algılama ve anlama yeteneğine göre bir dil ve metot kullanmak gerekir. Söylenecek sözler için muhatabı zihnen hazırlamak, onun anlayışını hazır hale getirmek de önemlidir. Muhatabı dikkate almayan bir faaliyetin başarıya ulaşması mümkün değildir.

Çetinoğlu: Örneklemeniz mümkün mü Hocam?

Prof. Demircan: Mesela hanımlarla konuşulması gereken bir konu çocuklarla konuşulursa doğru olmaz.

Mekke'de inen âyetlerde değinilen konular ile Medine'de inen âyetlerin konuları farklıdır. Hatta şartlar ve muhataplar değiştiği için ifâdelerin edebî özelliğinde de bir farklılaşma olduğu görülmektedir.

Hz. Peygamber, tebliğinde muhatabının anlayış seviyesini dikkate almıştır. Bir çocukla konuşurken onunla iletişim kurmanın yöntemlerini kullandığı gibi büyüklerle iletişim kurarken yaşlarına ve konumlarına göre farklı bir dil kullanabilmiş; kısacası muhatabının anladığı dilden konuşmuştur. Bir bedevi, “Ey Allah'ın Resulü! Bana hicretten haber ver.” dedi. Hz. Peygamber ona; “Allah iyiliğini versin! Hicret işi çok çetindir. Zekâtını verdiğin develerin var mı?” diye sordu. Bedevî, “Evet!" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Öyleyse denizlerin ötesinde çalış. Allah senin gayretinden hiçbir şeyi boşa çıkarmayacaktır.” buyurdu.

Çetinoğlu: Peygamber Efendimiz’in, benzer sorulara farklı cevaplar verdiğine rastlanılıyor. Bu durumu nasıl açıklarsınız?

Prof. Demircan: Evet! Hz. Peygamber, kendisine sorulan aynı sorulara cevap verirken muhatabın durumuna ve o anki şartlara göre farklı cevaplar verebilmiştir. Nitekim ‘İnsanlara derecesine göre davranın.” buyurmaktadır. Bir başka hadiste, “İnsanlarla zekâ seviyelerine uygun olarak konuşmakla emrolunduk." buyurulmaktadır.

Hz. Peygamber'in muhatapları arasında erkekler bulunduğu gibi kadın ve çocuklar da vardı. Bunun için gerek tebliğ çalışmaları sırasında, gerekse Müslüman olanların eğitimi meselesinde bunları dikkate alırdı. Özellikle çocukların eğitimine özel önem verirdi.

Çetinoğlu: Efendimiz’in, hanımların eğitimine özel bir önem verdiği biliniyor.

Prof. Demircan: Hz. Peygamber'in tebliğ çalışmaları sırasında ihmal etmediği toplumun önemli bir kesimi de kadınlardı. Kadınları ihmal eden milletlerin gerilemeye mahkûm olduğu malumdur. Zira çocukların ilk eğitimlerini kadınlar vermektedir. Hz. Peygamber'in, kadınları yetiştirmeye yönelik çalışmaları, ne yazık ki daha sonra Müslümanlar tarafından yeterince devam ettirilmemiştir.

Çetinoğlu: İnsanlar umumiyetle nasihat dinlemekten kendilerine öğüt verilmesinden hoşlanmazlar. Bu durum tebliğcinin işini zorlaştırır. Tavsiyeleriniz nelerdir?

Prof. Demircan: Günümüzde örneklerine sıkça rastladığımız kuşak çatışması, muhatabın durumunu dikkate almayı gerekli kılar. Büyükler, yaşça küçük kimselerin kendilerine nasihat etmelerinden hoşlanmazlar. Gençlerde de nasihate karşı benzer durumlar müşahede edilir. Çocuklar ise etkilenmeye daha açıktırlar. Olgun insanların değişime daha kapalı olmalarında sosyal statülerinin şekil almış olmasından ve artık toplum içinde belirli bir yer edinmiş olmalarının etkisi de önemlidir. Hz. Peygamber'in amcaları Ebû Tâlib, Ebû Leheb ve Abbas gibi kimseler tebliğe başladığı sıralarda onun dinini kabul etmedikleri halde gençlerin kendisine ilgisi daha fazla olmuştur.

İslâm'a göre insanın sosyal statüsü ne olursa olsun üstünlük ölçüsü takvadır. Çünkü İslâm, insanları bir tarağın dişleri gibi görür. Bu durum, tebliğ sırasında ortamın, kişisel özelliklerin ve sosyal statünün hiç dikkate alınmayacağı anlamına gelmez. Zira her insana, anlayacağı dille konuşmak ve onun durumunu dikkate almak, tebliğin başarısı için önemlidir; ancak bu metot, insanlar arasında sınıf farkı oluşturma, birini diğerinden üstün görme anlamına gelebilecek davranışlardan kaçınmak şartıyla yararlı olur.

Çetinoğlu: Efendimizin, tebliğleri nasıl oluyordu?

Prof. Demircan: Hz. Peygamber tebliğe başladığı sıralarda Mekke müşriklerinin ileri gelenlerinin Müslüman olmalarını özellikle arzuluyor; onların ihtidasına yönelik özel bir gayret sarf ediyordu. Bu çabaları sırasında Müslümanlardan görme engelli İbn Ümm Mektûm'u ihmal ettiği için ilahî uyarıya mâruz kalmıştı. Aslında Hz. Peygamber'in bu çabası, Mekke'nin sosyal yapısıyla ilgili bir durumdu. Zira müşriklerin liderlerinin yeni dini benimsemeleri halinde tebliğin önünde ciddi bir engelin kalmayacağını biliyordu. Bunu dikkate alan Hz. Peygamber, müşrik liderlerin Müslüman olmaları için çaba harcıyordu. Onun bu çabasının yeterince sonuç vermeyeceği İbn Ümm Mektûm'a karşı takındığı tutum da eleştirilerek, müşriklerin Müslüman olmalarının kendi elinde olmadığı ifade edilmek suretiyle ortaya konmuştur. Mekke'deki durumdan farklı olarak Medine'de kabile liderlerinin yeni dini erken kabul etmeleri ve ihtida edenleri engellememeleri, İslâm'ın hızla yayılmasına katkıda bulunmuştur.

Hz. Peygamber, insanlar arasında sosyal statülerine göre ayırım yapmamakla birlikte, meşru ölçüler içinde toplumun saygı duyduğu insanların durumunu dikkate alırdı. Mesela münafıkların başı sayılan Abdullah b. Übey'in, Uhud Savaşı’ndan önce Cuma günü ayağa kalkarak Mescid-i Nebevi'de Hz. Peygamber'in desteklenmesi için Medinelilere konuşma yapmasına izin verilmesi bunlardandır. Ancak bu ve benzeri davranışlar, hiçbir surette sözü edilen kişilerin diğer insanlardan üstün tutulduğu anlamına gelmez.

Çetinoğlu: Tebliğde nasıl bir metot uyguluyordu?

Prof. Demircan: Hz. Peygamber, Allah'ın emri gereği tebliğ faaliyetlerine öncelikle akrabalarından başlamıştır. Kendi yakınlarını bırakıp başkalarını uyarmaya çalışan bir tebliğcinin reddedileceği muhakkaktır. Çünkü yakın çevresi tarafından ciddiye alınmayan bir insanın başkaları tarafından ciddiye alınması zordur. Kaldı ki kişi, öncelikle yakın akrabalarına, özellikle de ailesine karşı sorumludur. Bu sorumluluk, kötülüklerden korunmaları, kendilerine iyiliklerin emredilmesi, onlara yardım ve destekte bulunma olarak ifade edilebilir. Çocuğun terbiye edilmesi, öncelikle babasının sorumluluğundadır.

Mekke'deki İslâmlaşmayı incelediğimizde önce Hz. Peygamber'in ailesinin kendisine inandığı anlaşılır. Ona ilk inananların eşi, evlatlığı, bakımını üstlendiği yeğeni ve çocukları olması, tebliğe yakın çevreden başlamaya örnektir. Öte yandan tebliğe Kureyş içinde Haşimoğullarıyla başlamış; daha sonra Kureyş'in öteki kollarını, diğer Arap kabilelerini ve başka milletleri hedeflemiştir.

Muhatap, kendisine değer verildiğini hissettiğinde konuşan kişiyi daha büyük bir dikkatle dinleyerek zihnini ona açar. Kendisine değer verildiği hissine kapılan bir kişiyi etkilemek daha kolaydır.

Çetinoğlu: Kendisine değer verilmesi sebebiyle, biraz kasılan insanlara da rastlanıyor…

Prof. Demircan: Haklısınız. Değerinden fazla iltifata mazhar olan bir insanın kendisini dev aynasında görmesi de muhtemeldir. Bu sebeple abartıdan uzak durmak gerekir. Zira Hz. Ali, “Fazla övgü kişinin kendisini beğenmesine yol açar ve onu kibre yaklaştırır." der.

Hz. Peygamber, kadın, çocuk, köle, efendi demeden bütün muhataplarına değer verirdi. Başkalarının değerlerine saygı göstermeyen kişiler, benzer bir durumla karşılaşırlar. Ölçülü olmak, muhatapların saygı sınırını aşmalarını engellemek için de gereklidir.

Çetinoğlu: Tebliğ sırasında ısrarlı olanlar, istenmeyen durumlarla karşılaşabilirler…

Prof. Demircan: Yüce Allah, “Allah’tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek taşkınlıkla Allah'a sövmesinler." buyurur. Hanîfeoğullarından Sümâme b. Üsâl Müslümanlar tarafından yakalanarak Medine'ye getirilmişti. Hz. Peygamber, onu birkaç gün mescitte gözetim altında tuttuktan sonra kendisinden herhangi bir fidye almadan onu serbest bıraktı. Sümâme, mescidin yakınındaki bir hurmalığa giderek yıkanıp geri döndü ve Müslüman olduğunu açıkladı. Zira Hz. Peygamber'in ona muamelesi, kendisini çok etkilemişti.

Çetinoğlu: İlgi ile birlikte zaman ölçüsü de mühim olmalı…

Prof. Demircan: Muhatabı sürekli bilgi bombardımanına tabi tutmak, başarı için gerekli değildir. Hatta sık sık nasihat alan durumunda olmak, insanlarda bir bıkkınlık meydana getirebilir. Abdullah b. Mes'ûd; "Allah Resulü, bize bıkkınlık vermesinden endişe ederek nasihat için uygun zamanları kollardı." der.

Prof. Dr. ADNAN DEMİRCAN:

1964 yılında Mardin’in Ömerli ilçesinde doğdu. 1987’de Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı yıl Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İslâm Tarihi ve Uygarlığı Bilim Dalında Yüksek Lisansa başladı. 1989 yılında Yüksek Lisansı, 1994 yılında aynı Enstitüde Doktorayı tamamladı.

Ocak 1992’de Harran Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ne İslâm Tarihi Araştırma Görevlisi, 1994 yılında Yardımcı Doçent olarak atandı; Ekim 1996’da Doçent, Şubat 2003’te Profesör oldu.

Çalışmalarını İslâm Tarihinin ilk dönem siyasî tarihi, özellikle de muhalif gruplar üzerine yoğunlaştıran Demircan’ın yayımlanmış birçok kitabı, müşterek çalışmalarda bölüm yazarlığı ve makalesi bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli çeviri ve telif projelerinde editörlük yapmaktadır.

1. Hz. Ali’nin Hilafet Hakkı Meselesinde Gadîr-i Hum Olayı, Beyan Yayınları, 1996; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2014.

2. Hâricîlerin Siyasî Faaliyetleri, Beyan Yayınları, İstanbul 1996; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

3. İslâm Tarihi’nin İlk Asrında İktidar Mücadelesi, Beyan Yayınları, İstanbul 1996; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2014.

4. İslâm Tarihi’nin İlk Döneminde Arap-Mevali İlişkisi, Beyan Yayınları, İstanbul 1996; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

5. Nebevî Direniş Hicret, Beyan Yayınları, İstanbul 2000; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

6. Hâricîlik Mezhebinin Doğuşu Bağlamında Din-Siyaset İlişkisi, Beyan Yayınları, İstanbul 2000; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

7. Ali-Muâviye Kavgası, Beyan Yayınları, İstanbul 2002; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2010; 3. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2014.

8. Hz. Ali Dönemi ve Ehl-i Beyt, Beyan Yayınları, İstanbul 2008; 2. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2014.

9. Cahiliyeden İslâm’a Kadın ve Aile, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

10. Kabile Topluluklarından Akide Toplumuna, Beyan Yayınları, İstanbul 2009.

11. Kerbela: Keder ve Belâ, Beyan Yayınları, İstanbul 2014.

12. Tarihin Akışını Değiştiren Son Peygamber, Beyan Yayınları, İstanbul 2014.

13. Râşid Halifeler, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

14. Cahiliye Arapları, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

15. Fitne: Kardeşlerin Savaşı, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

16. İslâm Tarihi’nin İlk Döneminde Önderler ve İhtilaflar, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

17. Emevîler, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

18. Allah’ın Elçisi ve Mesajı, Beyan Yayınları, İstanbul 2015.

19. Çağdaş Hâricîlik Düşüncesi (Ahmed M. A. Celi’den çeviri), Beyan Yayınları, İstanbul 1997.

20. Nehcü’l-Belâğa: Hz. Ali’nin Konuşmaları, Mektupları ve Hikmetli Sözleri,

Derleyen: eş-Şerîf er-Radî, Beyan Yayınları, İstanbul 2006; 6. Basım, Beyan Yayınları, İstanbul 2013.