Resul-i Ekrem’in her bir fiil, hareket ve her bir hâlinde sıdk / doğruluk lemean edip parlar. Fakat her fiil, iş ve her hâli harika ve yekta olması lâzım gelmez. Zira harika ve mucize bir şeyi, bir şekilde izhar edip göstermek ve ortaya koymak; bir iddia, tez ve dâvâyı tasdîk ettirmek / doğrulatmak içindir.

     Harika ve mucizeye hâcet ve ihtiyaç olmadığı veya harika bir şey ortaya koymak münasip / uygun düşmediği zaman; umumî / genel cereyan ve akışa, hayâtın tabii seyrine tâbi olup uymakla, âdetullah denilen Allah’ın icraatının kanunlarına el uzatıp tam teslim olur / boyun eğer. Hem de öyle  olmak gerektir.

     Şu nükteleri / ince mânâ ve anlamları iyice düşün. Çünkü asıl mes’eleye giriyoruz:

     Fen ve ilimlerin hakikî özleriyle birlikte aklî deliller üzerine kurulu olan Diyanet / Dinsel Hayat İslam ve Şeriat; pek çok fen ve ilimleri tazammun edip bünyesinde / içinde barındırmaktadır.

     Bu cümleden olarak: 

     Ruh’un terbiye ve eğitimi, kalb’in riyazet ve eğitimi, vicdan terbiyesi, beden eğitimi / vücut bakımı, ev idaresi / ev ekonomisi, medenî siyaset, medenî hukuk, kamu yönetimi, âlemin nizamı, siyasî / siyasal nizam, uluslararası ilişkiler, hukuk ilmi / genel hukuk gibi diğer fen ve ilimler.

     İslâm Şeriatı bu ilimlerde lüzum görülen yerlerde tafsilât ve açıklamalara / ayrıntılara girmiş. Teferruat ve ayrıntılara lüzum ve gerek olmayan yerlerde, ayrıca zaman müsait, zihinler de hazır   olmadığı durumlarda; birer fezleke / özet ile temel kaide ve kuralları ortaya koyarak; bunların gelişme ve büyümesini ve dallara ayrılmasını; akılların meşveret ve istinbatına yâni âyet ve hadislerden hüküm çıkarmaya havale etmiş / bırakmıştır. 

    On dört asırlık ilmî / bilimsel ve fennî gelişmelerden sonra, en medenî yerlerde adı geçen fenlerin bırakın hepsini, belki en azına bile vâkıf olan, harika zekâ ile vasıflı bulunanlar; eğer insaflı iseler, diyanet ve islâm şeriat kaide ve kurallarının bilhassa 14 asır öncesi itibariyle; insan güç ve tâkatının hariç ve dışında olduğunu tasdikten kendilerini alamayacaklardır. 

     İşte, fazilet ve erdem odur ki, düşmanlar bile ona şahitlik eder. 

     Yeni Dünya (Amerika)nın en meşhur feylesofu / filozofu olan Mister Carlyle, Almanya’nın hikmet sahibi meşhur bir zâtından ve siyaset adamlarından naklen diyor ki: 

     “O tetkikat ve incelemelerinden sonra kendi kendine sorarak:

     ‘İslâmiyet böyle olursa acaba günümüz medeniyeti, İslâmî hakikat ve gerçeklerin dairesinde yaşayabilir mi?’ demiş. 

     Kendisi, yine kendi sorusuna ‘Evet.’ diyerek cevap vermiştir. Şimdiki hakikî araştırmacılar; esasen o daire içinde yaşamaktadırlar. Evvelki feylesof / filozof da diyor ki: 

     ‘İslamın hakikatleri ortaya çıktığı zaman, cevval bir ateş gibi, odunun parçalarına benzeyen diğer fikir ve dinleri yuttu. Hem de hakkı var. Zira başkaların safsatalarından bir hakikat çıkmaz.’ ”

     Evet, İslâmiyet on dört asırdan beri o kadar dehşetli çatışma, çarpışma ve sadmelere mâruz kaldığı / uğradığı hâlde, hakikatlerini muhafaza edip korumuş ve korumaktadır. 

     Belki bu çarpışma, keşmekeşlik ve karışıklıklar; İslâmiyet hakîkatinin üstündeki gerçekleri örten gizleyici toprağı inceltiyor ve kalkmasına vesîle oluyor.

     Evet, görünürdeki dünyanın hâli buna şahittir.

     Eğer desen: Bir adam için her bir fende yalnız bir fezleke ve özeti bilmek mümkündür.

     Cevap olarak deriz ki; hem evet, hem hayır! Zira öyle bir fezleke ve özet ki, güzel bir isabet ve uygun bir mevkide ve münbit / verimli bir zemin ve yerde kullanmak gibi, daha önce bahsedilen diğer noktalarla cam gibi, ötesinden konuya tam bir hâkimiyet ve o meleke, o hüneri yâni o işi iyi bilmeyi gösteren fezlekeler mümkün değildir.

     Evet, bir kelâm iki kişiden çıktığında; birinin câhillik ve cehline ve ötekisinin ilmine, bazı işitilmemiş remizli, gizli unsurlar ile delâlet ve işaret eder.