Oğuz Çetinoğlu: İstiklal Marşları hakkında umûmî bir değerlendirmenizle sohbetimize başlayabilir miyiz?

İsa Kocakaplan: Türk milleti milâttan önceye çıkan uzun târihi boyunca çeşitli devletler kurmuş, dünyanın o zaman bilinen büyük bölümlerine hükmetmiştir. Milletimizin bin yılları bulan bir devlet geleneği vardır.
Günümüz devletleri arasındaki protokol ilişkilerinde, her devletin millî marşı çalınmaktadır. Ancak bu, 18-19. yüzyıllarda ortaya çıkan bir uygulamadır.
Milletimizin târih boyunca pek çok marşları olmuştur. Ancak bunların hiçbirisini, bugün İstiklâl Marşı’nın yerine getirdiği işlevle mukayese edemeyiz. Onlar, kahramanlık türküleri, mehter marşları şeklinde milletin vicdanında yer almışlardır. Modern devletlerin ortaya çıkışı ile devletlerarası ilişkilerde tören marşları diyebileceğimiz birtakım millî marşlara ihtiyaç duyulmuştu. Bizim millî marşımızın ortaya çıkışında, Fransız millî marşı Marseillaise (Marseyyez)’in bir ölçüde etkisi olmuştur. 1792’de yazılan, 1795 ve 1879’da Fransız millî marşı olarak kabul edilen Marseyyez, 1920’li yıllarda Türk İstiklâl Marşı’nın yazılmasında örneklik yapacaktır.

Çetinoğlu:Sadece örneklik… Benzerlik söz konusu olmasa gerek.

Kocakaplan: Kesinlikle en ufak bir benzerlik yoktur. Şekil itibâriyle yoktur, duygu itibâriyle yoktur, ifâde ettiği mânâ itibâriyle yoktur. 

Çetinoğlu: Şartlar itibâriyle de benzerlik olmasa gerek… İstiklal Marşımız, hangi şartlarda yazıldı?

Kocakaplan:1919 Mayıs’ından itibâren Anadolu’da başlayan Millî Mücâdele, gerçekten destanlara özgü bir ruh hâli ile devam ediyordu. Üstün düşman kuvvetleri karşısında mücâdele veren imanlı Mehmetçiğin mücâdelesi, dünya durdukça dillerde tekrarlanmalı ve yeni yetişen Türk gençleri, yaşadıkları vatan topraklarının hangi ruhla ve hangi kayıplar pahasına elde tutulduğunu bilmeli idiler.

Çetinoğlu: İstiklal Marşı yazılması fikri nasıl belirdi?

Kocakaplan:1920 yılı sonlarına doğru Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Kumandanı Albay İsmet (İnönü) Bey, Millî Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur Bey’e başvurarak ‘Millî heyecanı koruyacak, millî azim ve imanı mânen besleyerek zinde tutacak bir millî marş’ın hazırlanmasını’ teklif etti.
Teklif Millî Eğitim Bakanlığı tarafından benimsendi ve millî marş yarışmasının açıldığı bir genelge ile bütün ülkedeki okullara duyuruldu. 7 Kasım 1920 târihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanan bir duyuru ile de yarışma ‘Türk şâirlerinin nazar-ı dikkatine’ sunuldu. Yarışmaya gelen eserler 23 Aralık 1920 târihinde bir edebî heyet tarafından değerlendirilecek ve birinci gelen esere 500 TL ödül verilecekti. Şiiri besteleyecek besteci için de 1000 TL tutarında ödül belirlenmişti.
Yarışmaya 724 şiir gelmişti. Ancak komisyon bu şiirlerden hiçbirini, içinde bulunduğumuz mücâdeleyi bütün ruhuyla yansıtan ve millî marş olabilecek özellikte bulamamıştı.
TBMM’de Burdur milletvekili olarak bulunan Mehmet ÂkifBey, bu yarışmaya katılmamıştı. Âkif’in yarışmaya, para ödülü bulunduğu için katılmadığı, hâlbuki böyle bir marşın ancak Âkif tarafından yazılabileceği herkes tarafından söyleniyordu. O sırada Millî Eğitim Bakanlığı görevine getirilen Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey de aynı düşüncede idi. Âkif’in yakın arkadaşı Hasan Basri (Çantay) Beyle görüşerek, O’nu yarışmaya katılmak için ikna etmesini istedi. Ardından kendi el yazısı ile Âkif e bir mektup yazdı.

Çetinoğlu: Mektubun metni biliniyor mu?

Kocakaplan:Bililiniyor. Mektup şöyle idi:
‘Pek Aziz ve Muhterem Efendim,
İstiklâl Marşı için açılan müsâbakaya iştirak buyurmamalarındaki sebebin izâlesi için pek çok tedbirler vardır. Zât-ı üstadânelerinin matlup şiiri vücuda getirmeleri, maksadın husulü için son çâre olarak kalmıştır. Asil endişenizin icap ettiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehyiç vasıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar eylerim efendim.’
Umur-ı Maarif Vekili Hamdullah Suphi.
Hamdullah Suphi Bey, bu mektubu ile İstiklâl Marşı gibi milleti heyecâna getirecek bir şiirin ancak Mehmet Âkif tarafından yazılabileceğini açıkça belirtiyor ve O’nu yarışmaya katılmaktan alıkoyan ödül konusunun -Âkif, ‘Ödül için İstiklâl Marşı yazılmaz.’ diyordu- bir şekilde çözümlenebileceğini söylüyordu. Mektuptaki son derece saygılı üslûp da, devlet adamları ile sanatkârlar arasında o zamanlar nasıl bir yüksek anlayışın hüküm sürdüğünü göstermektedir.
Hamdullah Suphi’nin bu mektubu 5 Şubat 1921 târihini taşıyordu. Bu arada Hasan Basri Bey, Âkif’i İstiklâl Marşı yazmaya ikna etmiş ve bugün elimizde bulunan 41 mısralık dev eser 7 Şubat 1921 günü tamamlanmıştı.
Çetinoğlu: İstiklal Marşı’nın yazıldığı dönemde, -yine o dönemin ifâde tarzıyla- memleketin manzara-i umûmiyesi nasıldı?
Kocakaplan: Mayıs 1919 târihinden itibaren Anadolu’da yürütülmeye başlanan Türk İstiklâl Mücâdelesi öylesine aykırı kuvvetler arasında cereyan ediyordu ve Mehmetçik İngiltere, Fransa, İtalya başta olmak üzere Yunanistan, yerli Rumlar ve Ermenilerle öylesine zor şartlar içinde savaşıyordu ki, yapılan hemen her muharebe bir destan mâhiyetini kazanıyordu.
Bir taraftan devrin en güçlü devletlerine karşı varlık yokluk mücâdelesi verdiği yetmiyormuş gibi, bir yandan da bin yıldır İran’dan Orta Avrupa’ya bütün milliyet ve inanışları muhâfaza eden, onları 10. asırdan 20. aşıra taşıyan Türk, adalet gölgeli kanatları altında varlıklarını devam ettirebilmenin sağladığı Rumlar ve Ermeniler tarafından şimdi sırtından hançerleniyordu.
Âkif’in Çanakkale şiirinde söylediği;
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında                                                                   Ostralya’yla beraber bakıyorsun Kanada                                                                           Kimi Hindû kimi yamyam kimi bilmem ne belâ                                                                Hani tâûna da züldür bu rezîl istilâ
dediği süreç, bu müşfik millete dayatılan Sevr Antlaşması ile bir imha noktasına doğru hızla götürülüyordu. 
Ve Misak-ı Millî (millî yemin) sınırları içinde Türk milleti, küllerinden doğan kaknüs gibi yeniden ayağa doğruluyor, boğulmak istenen istiklâlini dişi ve tırnağı ile yeniden kazanıyordu.
Bu destanî doğruluş, yankısız kalamazdı. Bir İstiklâl şarkısı ortaya çıkmalı, sonraki Türk nesilleri bu şarkıyı terennüm ederken dimağlarında istiklâlin lezzetini ve sorumluluğunu duymalı idiler...
Genelkurmayın isteği ile Millî Eğitim Bakanlığı ‘millî heyecanı koruyacak, millî azim ve imanı mânen besleyerek zinde tutacak’ bir millî marş ortaya çıkarmak için harekete geçti. Az önce özetlediğim gelişmelerden sonra Mehmet Âkif’in yazdığı şiir TBMM’de okundu. 
Çetinoğlu: Meclis’te tartışmalar olduğu biliniyor.
Kocakaplan: Evet. Fakat Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa tartışmaların uzamasına mâni oldu. 
Çetinoğlu: Asıl heyecan şiirin Meclis’te okunuşu sırasında yaşanmış olmalı. O safhaya geçebilir miyiz?
Kocakaplan: İstiklâl Marşı ikinci olarak, TBMM’nin ikinci toplantı senesinin ilk celsesinde 1 Mart 1337 (1921) târihinde gündeme gelir. Meclis Reisi yine Mustafa Kemal Paşa’dır.
Karesi (Balıkesir) Milletvekili Hasan Basri Bey, İstiklâl Marşı güftesinin Hamdullah Suphi Bey tarafından kürsüden okunmasını isteyen önerge verdi.
Bu önerge üzerine Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey kürsüye gelir. Önce İstiklâl Marşı Yarışması sürecini kısaca özetler. Yarışmaya katılan şiirler arasından 7 tanesinin uygun bulunduğunu ifâde eder. Konuşmasının devamında kendisinin Mehmet Âkif Beyin şiirini desteklediğini belirten şu cümleler yer alır:
Vekâletimiz, yapmış olduğu tedkikatta fevkalâde kuvvetli bir şiir aramak lüzumunu hissettiği için ben şahsen Mehmet Âkif Beyefendi’ye müracaat ettim ve kendilerinin de bir şiir yazmalarını rica ettim. Kendileri çok asil bir endişe ile tereddüt gösterdiler. Bilirsiniz ki bu şiirler için bir ikramiye vaat edilmiştir, hâlbuki bunu kendi isimlerinetakrib etmek arzusunda bulunmadıklarını ve bundan çekindiklerini izhar ettiler. Ben şahsen müracaat ettim. Lâzım gelen tedabiri alırız ve icâbeden ilânı yaparız dedim. Bu şartla büyük dinî şâirimiz bize fevkalâde nefis bir şiir gönderdiler. Diğer altı şiirle beraber nazar-ı tedkikinize arz edeceğiz.
İntihab size aittir. Arkadaşlar reyimi ihsas ediyorum. Beğenmek, takdir etmek hususunda haiz-i hürriyetim. İntihabımı yapmışım, fakat sizin intihabınız benim intihabımı nakzedebilir. Arkadaşlar bu size aittir efendim.
Bu konuşma ile Maarif Vekili (Millî Eğitim Bakanı) Hamdullah Suphi Bey açıkça Mehmet Âkif Bey’in şiiri tarafına ağırlığını koymuş oluyordu. Konuşmanın ardından, Mehmet Âkif Bey’in şiirini okumaya başladı. Bu arada Meclis Reisi Mustafa Kemal Paşa oturduğu sandalyeden kalkmış ve şiiri ayakta dinlemeye hazırlanmıştır.
1 Mart 1921 târihinde İstiklâl Marşı’nın Meclis’te okunacağı sıralarda Türk ordusunun elinde sadece Birinci İnönü Zaferi vardı. 9-11 Ocak 1921 târihlerinde Yunan ordusunun Eskişehir’i ele geçirmek üzere yaptığı saldırı, ordumuz tarafından çok güç şartlar altında durdurulabilmişti. O sıralarda Çerkez Ethem’in ayrılması ile Batı Cephesi hayli zayıflamıştı. 23 Mart 1921 târihinde tekrar başlayacak olan Yunan saldırısı ancak 1 Nisan 1921 târihinde İkinci İnönü Zaferi ile tekrar ters yüz edilebilecektir. İkinci İnönü Savaşı’nda Yunanlılar 15.000 ölü vermişler, buna karşılık Türk ordusundan bin civarında Mehmetçik şehit olmuştur.
Fakat cephe gerisinde pek çok sivil, Yunan askerleri tarafından katledilmiştir. Bilecik ve Söğüt tamamen yakılmıştır. Kazanılan zaferler düşmanın ilerlemesini durdurmaya çalışma çabalarından ibâretti. Yunanlıları asıl yüzgeri edecek Sakarya Zaferinin kazanılmasına daha aylar vardı.
İşte İstiklâl Marşı cepheden böylesine acı haberlerin geldiği bir ortamda mecliste okunuyordu. Milletvekilleri ve bütün halk,mücâdelenin sonucu hakkında gerçekten endişe duyuyorlardı. Bu tereddütlerle dolu ortamda, Âkif’in İstiklâl Marşı, Hamdullah Suphi Bey’in gür sesi ile Mukaddes Meclis çatısı altında bir milletin imanını haykırıyordu. Hamdullah Suphi Bey marşı okumaya başladı:
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Bu ilk mısra milletvekillerinin şiddetli alkışları ile kesildi. Meclis milletin imanı ile buluşmuş, daha doğrusu Âkif, Millî Mücâdele’yi yürüten bu kutlu insanların tereddütleri ile birlikte imanlarını bu benzersiz mısraya dökmüştü. Şiddetli alkışların dinmesinden sonra Hamdullah Suphi Bey marşı okumaya devam etti.
41 mısralık bu iman ve azim destanının okunması bitene kadar, milletvekilleri çeşitli yerlerde çoşarak alkışladılar ve Hamdullah Suphi Bey bu alkış sesleri sırasında okumasını kesmek mecburiyetinde kaldı. İkinci alkış tufanı;
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
mısrasından sonra koptu. Üçüncü, dördüncü kıtalar okundu. Beşinci kıt’anın;
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın;Kimbilir belki yarın... belki yarından da yakın...
mısralarının ardından milletvekillerinin alkış sesleri yine Meclisi doldurdu. Sonraki kıt’anın;
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı…
Yedinci kıt’anın;
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ
mısraları alkışlarla kesildi. Aynı kıt’anın;
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ                                                                  Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ
mısralarının ardından ‘inşallah’ sadâları yükseldi. Dokuzuncu kıt’anın okunmasından sonra da alkışlar marşın okunmasını yedinci defa kesiyordu. Ve nihayet Hamdullah Suphi Beyin etkileyici sesi Marşın son kıtasını okudu:
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!                                                                 Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl!                                                             Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:                                                                 Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet;                                                                 Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl! 

 
İSA KOCAKAPLAN

1956 yılında, vaktiyle Çankırı’nın, 1995 yılından itibâren Karabük’ün ilçesi olan Eskipazar’da doğdu. İlk ve ortaokulu İstanbul’da okudu. İstanbul, Tunceli ve Kırşehir İlköğretmen okullarında devam eden lise öğrenimini Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulunda tamamladı. 1974-1975 yıllarında Siirt ili Eruh ilçesinde ilkokul öğretmenliği yaptı. 1979’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ile Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerini bitirdi. Çeşitli ortaokul ve liselerde Türkçe/Edebiyat öğretmenliği yaptı. 1990 yılında ‘Yahya Kemal'in Şiirlerinde Edebî Sanatlar’ isimli tezi ile İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde yüksek lisansını bitirdi ve aynı yıl Kültür Bakanlığı bünyesinde çalışmaya başladı. İstanbul İl Kültür Müdürlüğünde Müdür Yardımcılığı ve adı, 1997'den sonra Ansiklopediler Yayım Müdürlüğü olarak değiştirilen İslam Ansiklopedisi Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Şubat 2001-Eylül 2005 târihleri arasında Türk Edebiyatı Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. 2002 Aralık ayında İl Kültür Müdürlüğü Müdür Yardımcılığı görevinden emekliye ayrıldı. O târihten itibaren İstanbul Kültür Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. 
Daha çok biyografi, metin incelemesi ve deneme türünde eserler veren İsa Kocakaplan’ın Hareket, Divan, Türk Edebiyatı, Orkun, Türk Dili, Millî Folklor, Berceste, Bizim Külliye, Varlık vb. dergilerde çok sayıda makale, inceleme ve röportajları yayımlandı. 
Kitap hâlinde yayımlanmış eserleri: *Türklük Mücahidi İsa Yusuf Alptekin (Altan Deliorman ve Abdülkadir Donukla birlikte), *Açıklamalı Edebî Sanatlar, *Cengiz Dağcının Dört Romanı, *Gök Kubbemizin Şâiri Yahya Kemal, *Kırım'dan Londra'ya Cengiz Dağcı, *Namık Kemal, *İstiklâl Marşımız ve Mehmet Âkif Ersoy, *Ziya Gökalp, *Ahmet Hâşim, *Türkü Söyleyen Şehirler; *İki Cihan Arasında-1 Şinasi, *İki Cihan Arasında-2 Ziya Paşa, *İki Cihan Arasında-3 Namık Kemal, *İki Cihan Arasında-4 Abdülhak Hâmid, *İki Cihan Arasında-5 Muallim Naci,  *Tür ve Şekil Bilgisi (Başlangıçtan Günümüze Türk Edebiyatında) (Mehmet Aça ve Halûk Gökalp'la birlikte), *Kırım'ın Ebedî Sesi Cengiz Dağcı, *Üniversitelerde Türk Dili ve Kompozisyon  (Rekin Ertemle birlikte), *Edebiyat Burcu/ Makaleler, *Yahya Kemal'in Şiirlerinde Edebî Sanatlar. 
     

İSTİKLAL MARŞI ŞÂİRİ MEHMET AKİF ERSOY 

İstiklal Marşı yazarı ve Safahat şâiri Mehmet Akif Ersoy (1873-1936) millî ve dinî hassasiyeti ileri seviyede olan bir şahsiyettir. Millî Mücâdele döneminde şehirleri ve ülkeleri dolaşan Âkif, bir mütefekkir ve bir vâiz vasfıyla bağımsızlık şuurunu milletimize anlatmış, yazdığı İstiklal Marşı ile de milletimizin gönlünde silinemeyecek derecede yer edinmiştir.
Âkif, şâirliğin yanı sıra kuvvetli derecede hâfız, Doğu-Batı musikisine ve spora ilgi duyan çok yönlü bir insandı. Çevresindekiler tarafından hoş sohbetli, zeki ve nüktedan bilinen Âkif, aynı zamanda dostları arasında verdiği sözleri her şartta tutmasıyla tanınmıştır. Bir arkadaşı ile birinin önce ölmesi hâlinde diğerinin onun çocuklarına bakacağına dair sözleşirler. Bu sözden yirmi yıl sonra Âkif, geçim sıkıntısı içindeyken bile sözüne sâdık kalarak vefat eden arkadaşının çocuklarını evinde evlatlarıyla birlikte yetiştirmiştir.
Mehmet Âkif Ersoy’dan bir beyit: 
Hatırlar mısın? Doğduğun zaman, sen ağlardın gülerdi âlem.                                             Öyle bir hayat sür ki, mevtin sana hande olsun. Halka mâtem...

HASAN BASRİ ÇANTAY ANLATIYOR:

Evet, O’na tam bir ‘İslâm şâiri’ diyebiliriz. Kuvvetli, imanlı, ateşli bir İslâm şâiri! Fakat ‘Türk’ daima başta kalmak şartıyla… Dört lisanı edebiyatıyla bilen Âkif, Türk olarak yazdı, Türk olarak düşündü, Türk olarak yaşadı ve nihayet Türk olarak vefat etti.
Âkif in bir vak’asını hatırlarım: İlk millî kaynaşma ve savaşlarda üstat Balıkesir’e gelmişti. O’nun samimî arkadaşlarından biri Gönen’e teşkilât kurmaya gitmişti. Dönüşünde o arkadaş dedi ki:
-(…… )’ler Türklere cefâ ediyorlar. Millî teşkilâtıboğmaya çalışıyorlar.
Âkif’in o zaman hiç düşünmeden, kükreyerek verdiği cevap şudur:
-Orada bir Türk Ocağı açınız ve mücâdele ediniz!
Âkif’in beraberinde bulunan İstanbul’dan gelen bir kişi, ‘Üstat, sizi Türkçü görüyorum.’ demek istedi. Âkif’in ağzından alev gibi şu kelimeler çıktı:
-Ya ne zannediyorsun? Türk’e hiçbir kavmin horoz olmasına tahammül edemem!
(Âkifname, İstanbul 1966, s. 255.)