Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın İslâm uğruna emsalsiz fedâkarlıklarını görmezden gelenler, İran Devletini yerle bir eden ve tarihin derinliklerine gömen, İran’ın fetih günü (Kâdisiyye) günü ağır bir şekilde hasta olduğu için bi’lfill, ön saflarda harbe iştirâk edememişti. Buna mukâbil, hasta olmasına rağmen yüksek bir tepeden orduya kumanda edip bütün harekâtı büyük bir dirâyetle idare etmişti. Fetih’ten ve büyük zaferden sonra, Becîle Kabilesinden bir şâir: 
“Görmüyor musun? Allah dinini yükseltti de. 
Sa’d, hâlâ Kâdisiyye kapısına yapışmış duruyor. 
Biz, birçok kadınlarımızı dul bırakarak döndük. 
Sa’d’in kadınlarından hiçbiri ise dul kalmadı,” diyerek, bütün Müslümanları sevindiren bu büyük fetih’ten, bu feth’in mücâhid ve kahraman kumandanının sağ olarak bu fetih’ten çıktığına bile esef etmektedir ki, dalâletin ve hıyânetin derecesini siz kıyas ediniz...
Hazret-i Ebî Vakkâs bu çirkin sözleri işittiğinde, “İlâhî, bizi bu herif’in elinden ve dilinden kurtar,” diye niyazda bulundu. Bu adam’a sonradan bir ok isâbet etti. Hem dili tutuldu, hem eli kurudu. 
Bu uzun sayılabilecek dibâcede, iki şeyi tebârüz ettirmek istedik. Birincisi, Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin, Yemen ve Şâm-i Şerif için, “Allah’ım Yemenimize ve Şâmımıza bereket ihsan eyle!” diye du’a buyurmuş olmasına rağmen, orada bulunanların ısrarlı taleplerine karşı, Hicâz’ın maşrıkına, Necid’e, yâni, İran ve Irak’a du’â’dan istinkâf buyurması... 
İkincisi, Uhud Muharebesi’nde, Müslüman’ların geçici olarak bozguna uğrayıp, dağıldıkları bir an’da, 13 Sahâbî ile birlikte Peygamber’imizin etrafında sebât ederek, vücudunu, Allah’ın Resûlüne siper eden, Peygamber’imizin, “Allahım! Sa’d’in dua’sını kabul et.” Allahım! Sa’d’in du’âsını reddetme,” diye du’a buyurduğu, Ebü’l-İshâk, Sa’d bin Ebî Vakkâs, halifelik günlerinde İran ve Irak topraklarının feth’ edilmesi üzerine, buraları feth’eden İslâm ordusunun Muazzez Kumandanı Sa’d bin Ebî Vakkâs, Halife Haz.Ömer tarafından fethedilen bu topraklara Kûfe Vali’i olarak ta’yin edilmişti. Kûfe’deki ehl-i Fitne, şen’î iftiralarla Sa’d bin Ebî Vakkâs’ı Halife Haz.Ömer’e şikâyet ettiler. “Namaz kıldırmasını bilmediğini, Müslüman’lara yanlış namaz kıldırdığını, ganimet’lerin taksiminde haksızlık yaptığını”, söylediler. Fakat ithamların hiçbirisi gerçek değildi. Sa’d bin Ebî Vakkâs bu ilham ve iftiralara çok üzülmüş, müte’essir olmuş, onlar hakkında beddu’â’da bulunmuş, du’a’sı isâbet ettiği için müfterîler bu dünya’da cezalarının bir kısmını tatmaya başlamışlardı. 
Bu serî’nin devamında genişçe yer verileceği üzere, henüz, Fitne-i uzmâ (büyük fitne) zuhur etmeden önce, Peygamberimizden sonra ve asr-ı Saâdette zuhur eden ilk fitne ki, -Haz.Sıddık-ı Âzam’ın hilâfeti döneminde ortaya çıkan irtidat (dinden dönme vaka’larını dikkate almaz isek- Kûfe’de, Sa’d bin Ebî Vakkâs’a karşı Kûfe’li, ehl-i Fitne-Esed oğullarının başlattığı fitnedir. 
“Bir de öyle bir fitne’den sakınınız ki, o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz. (umuma sirayet eder ve hepsini perîşan eder) Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Enfâl 8/25) 
İlk müfessirler’den ve en çok hadis rivâyet edenler’den, Abdullah İbn-i Mes’ud radiya’llâhu anh Hazret’leri, “bu âyet-i Kerime nâzil olduğunda bizler birbirimize bakıştık, fitne’nin neme nem bir şey olduğunu anlamaya çalıştık. Zirâ Resûlüllah’ın etrafında pervâneler gibi dönüyor, bir işâretini bekliyorduk. Aramızda bırakınız fitne’yi en küçük bir ihtilâf ve münakaşa bile yoktu. 
Seneler geçti, ne zaman ki, üçüncü Halife, Haz.Osman radiya’llâhu Efendimiz haricîler tarafından şehid edildiler, yerine Haz.Ali Kerreme’Allâhu Vechehû Efendimiz halife ta’yin edildi, işte o zaman bizler fitne’nin neme nem bir şey, ne kadar yakıcı-yıkıcı bir şey olduğuna şâhid’lik etmeye başladık,” diyor. 
İslâm tarihinde kayda geçen ilk ve en büyük fitne, Haz.Osman radiya’llâhu anh’in haricîler tarafından şehid edilmesi üzerine Haz.Alî Efendimizin hilâfetinde zuhur etmiştir. 
Haz.Osman şehîd edildiği gün, Ümeyye soyuna mensup olanlar Medine-i Münevvere’yi terketmişler, Şehir bütünüyle ısyancıların, (hâricî’lerin) eline geçmişti. Aynı gün Abdullah bin Ömer, Sa’d bin Ebî Vakkâs, Mugîre bin Şu’be, Muhammed bin Mesleme ve Üsâme bin Zeyd’in de aralarında bulunduğu, Kibâr-ı Sâhâbe Mescid-i Nebeviyye’de toplanarak, istişârelerden sonra Haz.Ali bin. Ebû Talibi Halife olarak seçtiler. Medine’de bulunan bütün Müslümanlar Haz.Ali Efendimize bi’at ettiler. 
Bia’tten sonra Halife Haz.Ali’yi bekleyen en önemli mes’ele, Haz.Osman’ın kâtilinin veya kâtillerinin bulunup cezalandırılması idi. Zirâ ortada tesbit edilmiş bir kâtil yoktu. Sayıları binleri bulan bu ısyancı-hâricî grup “Biz, hepimiz kâtiliz,” diyorlardı. Böylece Fitne-i Uzmâ-Büyük Fitne fî’len başlamıştı. 
Halife Haz.Ali, Şâm Vali’i ve aynı zamanda Haz.Osman radiya’llahu anh’in yeğeni olan Haz.Muaviye’ye bir elçi göndermişti de, Haz.Muaviye, Haz.Ali, Halife sıfatıyla öncelikle Haz.Osman’ın kâtil veya kâtillerini bulsun, cezalarını (kısaslarını) tatbîk etsin,” biz derhal kendisine bi’at edelim,” diye haber gönderdi. 
Bir kere ok yaydan çıkmıştı. Fitne zuhur ettiğinde, haklı-haksız, aranmazdı, yangın büyüdüğünde, yangın devam ederken yangını kimin çıkardığı, yangının sebepleri araştırılmaz. Öncelik yangının söndürülmesine verilir. Ne var ki burada öyle olmadı. Halife Haz.Ali önceleri Haz.Osman’a muhâlefet edenleri desteklerken, şimdilerde Haz.Osman’ın kâtillerinin bulunup cezalandırılması için gayret sarf eden mü’minlerin annesi, Haz.Âişe Vâlidemiz ve onun saflarına katılan Aşere-i Mübeşşere’den, ashab-ı Kiram’ın önemli simâ’larından, Talha ve Zübeyr radiya’llâhu anhümâ’yı, ayrıca, Haz.Muaviye’nin tavrına uygun olarak Mekke’de bulunan Emevî ailesini itaate da’vet için acele bir ordu teşkil etmek ve Basra üzerine yürümek zorunda kalmıştır. 
Tâlih’in ve tarihin garip cilvesi, Ezvâc-ı Tâhirattan, Mü’minlerin annesi, Haz.Ebû Bekr’in kızı Haz.Âişe ile Peygamber’imizin amcaoğlu, çocuklar arasında İslâm ile ilk şerefyâp olan, Sevgili Peygamber’imizin damadı, Allah’ın aslanı, ilim şehrinin kapısı, Haz.Alî Kerreme’Allâhu Vechehu şimde karşı karşıyadırlar. 
Haz.Âişe Vâlidemizin öncülük ettiği ordu ile hilâfet ordusu, Hicrî, (15 Cemâziyelâhir 36-09 Aralık 656)’da Basra önlerinde Hureybe Mevki’inde karşılaştı. Tarihe Cemel Vaka’sı olarak geçen bu fitne zamanında, Aşere-i Mübeşerre’den, Talha ve Zübeyr başta olmak üzere, Bedir’de ve Uhud’da şehid olanlardan fazla sahâbi şehid edildi. Savaş’ta hilâfet ordusu gâlip geldi ama, Halife Haz.Ali sebepsiz yere bu fitne sırasında şehid olanlara çok üzüldü. 
Savaş sonrası, karşı orduya önderlik eden mü’min’lerin annesi, Haz.Âişe Vâlidemize en küçük bir kırgınlık belirtisi bile göstermedi. Münhasıran kadınlardan oluşan küçük bir ordunun refakatında ve çok sayıda at ve deveyi, yeterince gıda ve suyu lojistik olarak beraberlerine verdi ve Kemâl-i Hürmetle Medine-i Münevvere’ye uğurladı. 
Haz.Ali, bu şartlar müvâcehesinde Haz.Muaviye ve taraftarlarını yeniden kendisine bi’at etmeye da’vet etmişse de aynı gerekçelerle reddedilmesi üzerine bu kere iki ordu, Hicrî, 36 yılının Zilhicce ayında bu def’a Sıffîn’de karşı karşıya geldiler. Süvâri ve Piyâde kuvvetlerinin üç ay kadar süren ve her iki tarafı da oldukça yıpratan şiddetli mücadele, tarihe “Leyletü’l-Harîr” (en sıcak gece) olarak meşhûr olan (09-10 Safer 37-27-28 Temmuz 657) gecesi Cum’a sabahına kadar bütün şiddetiyle devam etmişti. 
Mısır Fâtihi Amr bin As radiyallahu anh, imdada yetişti. İhtilâfın halli için Allah’ın Kitabı’nın hakemliğine başvuralım,” tavsiyesinde bulundu. Bunun üzerine Haz.Muaviye büyük Şam Mushafı’nın beş mızrağın ucuna bağlatarak taşıttı. Askerleri de yanlarında bulunan Kur’ân-ı Kerim’leri mızraklarının ucuna bağlayarak, “Ey Iraklı’lar! Savaşı bırakalım; Allah’ın kitabı aramızda hakem olsun, diye bağırdılar. Buna karşılık, Halife ordusunun içinde bulunan Kurr’â’da mukabele edince Haz.Ali Efendimiz de Ebû Mûsa el-Eş’arî’yi hakem ta’yin etmiş olup, taraflar Sıffîn’de, hakemlerin, Allah’ın kitabı, gerektiğinde de Resûlüllah’ın sünnetiyle hükmetmeleri şartıyla anlaştılar (Hicri, 13 veya 17 Safer 37-04 Ağustos 657) Ne yazık Sıffîn savaşında, her iki taraftan 70.000 kişi hayatlarını kaybetmişlerdi...