İdlib konusu, önemi ve üretebileceği olumsuz sonuçlar nedeniyle öylesine öne çıktı ki, Irak’ta neler olup bittiğini sorgulamaya zamanımız olmadı. Halbuki, seçimler sonrasında Irak’ta yaşanmakta olan gelişmeler, Basra’daki kanlı protesto gösterileri, Türkiye açısından, Suriye’deki gelişmeler kadar önemlidir. Çünkü, Suriye’de yaşanmakta olan gelişmeler, hem ABD hem de İran bağlantıları nedeniyle, Irak’ta yaşananların devamıdır. İdlib’de kördüğüm haline gelen Suriye sorunu, 1991’deki I. Körfez Savaşı sonrasında Irak’ta uygulamaya konulan emperyalist oyununun günümüze yansımalarıdır.

Ülkedeki istikrarsızlık, işsizlik ve güvensizlik ortamından İran’ı sorumlu tutan protestocuların, Basra’da valilik binasını, Haşdi Şabi çatısı altındaki Bedr Tugayları ve Asaib Ehlil Hak Hareketi, Dava Partisi, Kanun Devleti, Hizbullah el-Nuceha Hareketi ofislerini ve İran Konsolosluğu’nu, Hamaney posterlerini ateşe vermeleri, iki ülke arasında giderek büyümekte olan bir gerginlik tablosu ortaya koymaktadır. 

Trump’ın, İran’a uyguladığı yaptırımların kapsamını giderek genişlettiği bir ortamda Irak ile İran arasında yaşanmakta olan gerginliğin iki komşu ülke ile sınırlı kalmayacağı bir gerçektir. 

İdlib konusu, önemi ve üretebileceği olumsuz sonuçlar nedeniyle öylesine öne çıktı ki, Irak’ta neler olup bittiğini sorgulamaya zamanımız olmadı. Halbuki, seçimler sonrasında Irak’ta yaşanmakta olan gelişmeler, Basra’daki kanlı protesto gösterileri, Türkiye açısından, Suriye’deki gelişmeler kadar önemlidir. Çünkü, Suriye’de yaşanmakta olan gelişmeler, hem ABD hem de İran bağlantıları nedeniyle, Irak’ta yaşananların devamıdır. İdlib’de kördüğüm haline gelen Suriye sorunu, 1991’deki I. Körfez Savaşı sonrasında Irak’ta uygulamaya konulan emperyalist oyununun günümüze yansımalarıdır. 

Irak’ın Basra vilayetinde, 2018 Mayıs ayında yapılan seçimler sonrasında başlayan gelişmeler Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. Çünkü, devlet otoritesi çökmüş, dış müdahalelere açık hale gelmiş, hesaplaşma alanına dönüşmüş bir ülkede yaşanan olumsuzluklar, kaçınılmaz olarak çevredeki ülkeleri de etkilemektedir. 

I.Körfez Savaşı sonrasında, 36. Paralel boyunca bölünmüş olan Irak giderek istikrarsızlaştırılmış, kuzey bölgelerinde, ABD’nin Çekiç Güç’ü desteği ile bağımsız bir birim oluşturma çalışmaları sürdürülürken, bölge, kurgulanmış bir terör örgütü olan PKK için bir barınma alanı olmuştu.  

Bugünlerde, aynı senaryonun devamı, aynı yönetmenin imzasıyla ve aynı aktör kadrosuyla Suriye’nin kuzey bölgelerinde çekilmektedir. Terör örgütü PKK’nin yerini, ABD tarafından eğitilip donatılan YPG almıştır. 

2003 yılında ABD’nin, “Demokrasi götürüyoruz” aldatmacası ile işgal etmesi sorasında, insanlık tarihinin en acımasız katliamlarının ve yıkımlarının yaşandığı Irak’ta, Mayıs ayında yapılan seçimler sonrasında, Kürtlerin desteğine ihtiyaç duyulmadan, Bağdat yönetimini güçlendirecek, devlet otoritesine yeniden işlerlik kazandıracak ve ülkeyi hızla istikrara kavuşturacak bir hükümet kurma çalışmaları başlatılmıştı. 

‘Şii ağırlıklı, ama Sünnilerin de söz sahibi olduğu ve ülkeyi yeniden istikrara kavuşturmayı hedefleyen bir yönetim’ kurma çalışmaları bazı odakların hiç işine gelmediğinden, Irak’ın Basra vilayetinde, yolsuzluk, işsizlik, kamu hizmetlerinin verilmemesi gibi gerekçelerle başlayan sokak gösterileri Diyala, Necef, Kerbela, Meysan, Selahaddin üzerinden Bağdat’a uzanan bölgelere yayılıverdi.

Protesto gösterilerinin arka planında, Irak’a ilişkin planlarını henüz tamamlayamamış olan ABD’nin ve Suriye krizinin başladığı 2011’den bu yana, Irak’ta önemli kazanımlar elde etmiş olan İran’ın olduğu konuşuluyor. 

SADR, İRAN’I SORUMLU TUTUYOR

İran, biriken borçlarını ödememesi nedeniyle, bir süredir Irak’a elektrik vermiyor. Sıkı bir Arap milliyetçisi olarak tanınan ve son seçimlerde büyük bir başarı gösteren Şii Lider Mukteda el Sadr, Irak’ın içişlerine gereğinden fazla karıştığı gerekçesiyle İran’ı eleştirmektedir. Ülkede istikrarın sağlanamamasını, işsizlik nedeniyle ortaya çıkan protesto gösterilerinin giderek artmasını ABD ile İran arasındaki güç mücadelesine bağlayan Mukteda el Sadr, ülkedeki siyasi belirsizliğin giderilememiş olmasının baş sorumlusunun da, Irak’ta elde ettiği kazanımlarını kaybetmek istemeyen İran olduğunu savunuyor. 

İran, Irak’taki hükümet oluşumunu olabildiğince etkilemeye çalışarak, ülkenin geleceğinde Şiiler üzerinden söz sahibi olmaya, Irak ve Suriye’den Lübnan’a uzanan Şii Kuşağı’nı canlı tutmaya çalışmaktadır. ABD’nin ülkelerin işgal etmesinden bu güne büyük acılar yaşaya Irak halkı, ülkerini yeniden huzura kavuşturmaya çalışırken, İran’ın elde ettiği kazanımlarını Haşdi Şabi ve Kudüs Gücü’yle elde tutmaya çalışmasından rahatsızlık duymaktadır. 

İran, 2005, 2010 ve 2014 seçimlerinde, hem Irak’ın geleceğinde söz sahibi olabilmek hem de ABD’nin planlarını boşa çıkarabilmek amacıyla, Irak’taki bütün Şii grupları, kendisinin kontrolü altında olacak bir çatı altında birleştirmenin yollarını aramıştı. Mayıs 2018’de yapılan seçimler sonrasında da İran, Başbakan Haydar el-İbadi’nin Nasr koalisyonu ile işbirliği yapmakta olan Mukteda Sadr’ın Sairun koalisyonu karşısında Şiileri, Haşdi Şabi’nin önemli isimlerinden Hadi el-Amiri’nin kurucusu olduğu Fetih koalisyonu çatısı altında biraraya getirmeye çalışıyor. 

İran’ın, ABD yörüngesine girmekle suçladığı Başbakan Haydar el-İbadi’ye olan sempatisi giderek azalmaktadır. Trump’ın İran’a uygulayacağı yaptırımlara uyacağını söyleyen İbadi’nin, “İran’ın çıkarları uğruna Irak’ı çıkarlarını riske atamayız” söylemi bardağı taşıran son damla olmuş, Basra vilayetinde İran karşıtı kanlı protesto gösterileri başlayıvermişti. Mayıs’ta yapılan seçimler sonrasında,İran karşıtı söylemleriyle tanınan İbadi ile Arap milliyetçisi Sadr işbirliğinde bir hükümetin kurulması, İran’ın Irak’taki nüfuzunun büyük ölçüde kırılmasına neden olacaktır. 

BAĞDAT-ANKARA YAKINLAŞMASI

İbadi’nin Ankara ile yakın ilişkiler kurması da İran’ın hoşuna gitmiyor. 

İbadi’nin, Eylül2017’de, Bazani’nin bağımsızlık referandumu konusunda ısrarcı olduğu süreçte Türkiye ile işbirliği yapması, Türkiye’nin, Sincar ve Telafer konularına Kandil kadar duyarlılık göstermesini haklı bulduğunu açıklaması, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınırdan 40 km kadar içeriye girmesine, Kandil’e operasyonlar düzenlemesine izin vermesi, Türkye’ye karşı kullanılan PKK kozunun zayıflamasına neden olduğundan, ABD’yi olduğu gibi İran’ı da tedirgin etmektedir. 

İran, 2014 seçimlerinde, gizli operasyon ortağı Maliki karşısında, Londra’da eğitim görmüş, Batı yanlısı, Sünnilere ılımlı bakan bir politikacı olarak bilinen Haydar el-İbadi’yi desteklemişti. İran’ın bu şaşırtıcı kararında, Maliki’nin uyguladığı sert politikalar nedeniyle, Ortadoğu’da İran imajının önemli ölçüde erozyona uğramış olmasıydı. 

Başbakan İbadi’nin ilk dönemlerinde İran, “güvenliği sağlamak” gerekçesiyle kurguladığı Haşdi Şabi örgütlenmesini devlet kurumlarına kadar yaygınlaştırarak  Irak’ın iç ve dış politikalarında etkin olmaya çalışmış, Irak’ta önemli nüfuz alanları elde etmişti. Fakat, İbadi’nin 2016’da kurduğu teknokrat ağırlıklı hükümetin uygulamaları, özellikle geçtiğimiz günlerde İran’ın desteklediği Haşdi Şabi Başkanı Falih el-Feyyad’ı hükümet kurma çalışmalarını yönlendirme girişimleri nedeniyle görevden alması, Tahran’ın İbadi’yi kesin olarak defterden silmesine neden olmuştu.

BAŞBAKANLIK KOLTUĞUNA BİR YANDAŞ TAŞIMAK YETERLİ OLMUYOR

İran’ın, başbakanlık koltuğuna, kendisine yakın, kolayca yörüngesine oturtabileceği birini taşıması, Irak’ta, arzuladığı ölçüde etkin olabilmesi için yeterli olmuyor. Irak’taki nüfuzunu sürdürebilmesi için, İran’ın parlamentoda da çoğunluğu yörüngesine alacak bir kurgulama gerçekleştirmesi gerekiyor. Bu nedenle İran, Irak’taki hükümet kurma çalışmalarında, İbadi ve Sadr’ın koalisyonu karşısında, Haşdi Şabi’nin önemli isimlerinden Hadi el-Amiri’nin kurucusu olduğu Fetih koalisyonu ile işbirliği yapmasını desteklemektedir.

2003’teki işgal sonrasında, silahlar gölgesinde de olsa, yapılan her seçim ve referandumda İran, Şii grupları bir çatı altında toplayarak, sandıktan kendi çıkarları doğrultusunda bir sonuç çıkarmaya çalışmıştı. Bugünlerde İran, Irak’ta oluşan İran karşıtlığını etkisizleştirebilmek, ülke içindeki huzursuzlukları sonlandırabilmek amacıyla, ülkedeki Şii ve Sünni grupları yakınlaştırabilecek, Fetih çatısı altında toplanmaya razı edebilecek bir formül arayışındadır. 

BASRA PROTESTOLARI KİMİ HEDEFLİYOR?

Basra vilayetinde yaşanmakta olan kanlı protesto gösterileri, Irak’ın istikrarsızlaştırılmasını, kendi çıkarları açısından, herşeyin üstünde tutan İran’a karşı duyulan öfkenin bir sonucu olarak değerlendiriliyor.  

Ülkedeki istikrarsızlık, işsizlik ve güvensizlik ortamından İran’ı sorumlu tutan protestocuların, Basra’da valilik binasını, Haşdi Şabi çatısı altındaki Bedr Tugayları ve Asaib Ehlil Hak Hareketi, Dava Partisi, Kanun Devleti, Hizbullah el-Nuceha Hareketi ofislerini ve İran Konsolosluğu’nu, Hamaney posterlerini ateşe vermeleri, iki ülke arasında giderek büyümekte olan bir gerginlik tablosu ortaya koymaktadır. 

2003’ten günümüze yaşananları değerlendiren ve o günden bugüne yaşanan istikrarsızlıklardan bir ölçüde İran’ı da sorumlu tutan Irak ile Türkiye arasında, son zamanlarda giderek güçlenen bir işbirliği ve yakınlaşma yaşanmaktadır.

BİRBİRİMİZİ YPRATMAK YERİNE…

Bir zamanlar yıllarca savaşmış, kaynaklarını tüketmiş olmalarından dolayı, İran ile Irak arasında yaşanmakta olan bu gerginliğin nedenlerini çok ciddi olarak irdelemek gerekir. Trump’ın, İran’a uyguladığı yaptırımların kapsamını giderek genişlettiği bir ortamda Irak ile İran arasında yaşanmakta olan gerginliğin iki komşu ülke ile sınırlı kalmayacağı bir gerçektir. Bu, bölge ülkelerinin siyasi sınırlarını değiştirmeyi, kaynaklarını, zenginliklerini yağmalamayı hedefleyen küresel aktörlerin arzuladıkları bir sonuç olacaktır. 

Bölge ülkeleri olarak, Ortadoğu’yu Cehennem’e çeviren emperyalist politikaların aslında neleri hedeflediklerini görmemiz, bilmemiz gerekir. O nedenle, bölge ülkeleri olarak, birbirimizi yıpratmak yerine dayanışma formülleri üretmek zorunda olduğumuzun bilincinde olmalıyız.