“(Ey Habîbim!), Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra şüphesiz siz de kıyâmet günü Rabbi’nizin huzurunda davalaşacaksınız.” (Zümer 39/30, 31) 

“Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.” (Ankebût 29/51) 

Alem-i Mülk, alem-i Melekût, insan’lar, cin’ler, hayvânât, alem-i Melekût (melekler alemi), bütün zîruh (ruh sahibi, can sahibi) olan’ların hepsi için hiçbir kimse’nin inkâr etmediği, etmeyeceği, edemeyeceği, yalın gerçek, her canlının mutlaka, öleceği, ölümü tadacağıdır. 

Ölümün aslâ tecrübesi yoktur. 

Kadim Hind Felsefesinde olduğu gibi, ruhun aynı bedende veya bir başka bedende tekrar dünya’ya döndürülmesi (Tenâsun - reenkarnasyon) aslâ mümkün değildir. “Onlar orada; Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! diye feryâd ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? Niçin inanmadınız? Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur.” (Fatır 35/37) 

“Veya; Allah bana hidayet verseydi, elbette müttakîlerden olurdum, diyeceği, yahut azabı gördüğünde; Keşke benim için bir kez (dönmeye) imkân bulunsa da iyilerden olsam! diyeceği günden sakının.” Hayır (dönemeyeceksin!) Âyetlerim sana gelmişti de sen onları yalanlamış ve inkârcılardan olmuştun.” (Zümer 39/57, 58, 59) 

“Dünyâda sevilmiş ve seven nâfile bekler; 

Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler. 

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden, 

Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.” 

Mevt’in (ölümün), tecrübesi yoktur, fakat, zaman zaman, ba’zıları, hayat ile memat çizgisinde gider-gelir. Bu ise bir nev’i ölümün tecrübesidir. Ölümün tecrübesi olsaydı, herhalde en ziyâde merâk edilen, öldükten sonra akraba’nın, sevdiklerinin ölüm anında neler yaptıklarını, cenazesine kimlerin katıldığını, nasıl davrandıklarını, anlatmak olurdu. Ruhlar bütün bunları hissetseler, idrâk ediyor olsalar bile aslâ, bir başkalarına aslâ ifade edemeyecektir. 

Bildiğiniz gibi, geçen yıl, 10 Mayıs 2015 Pazar günü, İstanbul-Zeytinburnu’nda, yeraltı otoparkına girişte, anî bir şuur gaybı neticesinde, elîm, fecî bir trafik kazasına ma’ruz kaldım. Kaza anında yalnızdım, araba’nın otopark’ın geniş sütunlarına çarpması neticesinde, motor yerinden düşmüş, araba pert olacak derecede ağır hasar görmüştü. Emniyet kemeri takılı olmadığından, araba ile birlikte vücudumda da ağır hasır meydana gelmişti. İki ayak kırık, kol omuzda humerus kemiğinde çok başlı kırık, tepe’den tırnağa yaralanmayan, zedelenmeyen kemik, doku, kas kalmamıştı. 

Otopark vazifeli’leri, Sağlık Bakanlığı, 112 Acil’i aramışlar, kimsesiz biri olarak, acil servis elemanları tarafından, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastahânesi’nin Acil Bölümüne götürülmüşüm. Oradan Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastahanesine, nihâyet, İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastahanesine... 

Sol omuzumda ve kaburgalarda çok uçlu kırıklar meydana geldiği için, nefes almakta zorluk çekiyormuşum. Tıp literatüründe “Ciğer Sönmesi” olayı ile karşı karşıya bulunuyormuşum. Bu anlar, hayat-memat çizgisinde gidip-döndüğüm anlarmış ve derhal yoğun bakıma alınmışım. Hastahane’lerde kaldığım 12 günün, 8-9 günü Yoğun Bakım Ünitelerinde geçmiş... 

Şuur’um zaman zaman, açıldığında, yakınlarıma, Değer’li Kardeşim, Yaşar Bozkuş’a, Muhterem Kardeşim, Nazmi Yazar’a, Abdullah Işıklar Ağabey’e, 23 yıldır, Cum’a, Bayram ve Mübârek gecelerde, va’az ettiğim, Güngören-Tozkoparan, Uhud Cami’î’ne, imamı’na ve derneğine, ve gazeteme haber vermelerini söyledim. 

Yaşar Bozkuş Kardeşim, başta dâvâ arkadaşlarım, gazetecilik yıllarında beraber çalıştığım arkadaşlarımı, Çatalca Tekâmül dönemlerindeki Kardeşlerimi haberdar etti. Başta, Yaşar Bozkuş olmak üzere, onun şahsında bütün dâvâ arkadaşlarıma, tekâmül talebeme, haber aldığı andan i’tibâren, yakın alakasını hiç eksik etmeyen, nekâhet dönemimde fakirhâne’yi, Hanımefendi ile birlikte teşrif eden, hoca’ların hocası, Azîz Hocam, MEHMED ARIKAN Hoca’ma, Mustafa CERİD Kardeşime sonsuz teşekkür ederim. 

Nazmi Yazar Kardeşim, İstanbul’un önemli kurumlarından birisinde, önemli bir mevki’de bulunduğundan, işi gereği, hastahaneler ve hekimlerle yakın münasebeti olan birisidir. Bu telâşlı ve sıkıntılı günlerde yakınlarıma yardımcı olacağını düşünmüştüm. Haber alır-almaz, hastahane’ye koşmuş, hastahane’nin Başhekimini, yattığım oda’ya kadar getirmiş, bütün hekimlerin benimle yakından ilgilenmelerine te’min etmiştir. Hastahâne çıkışında, evimize, Kadıköyü Belediyesi’nin tahsis ettiği bir ambulans ile ulaşmıştık. Sağlık Bakanlığı’nın 112 Servisi, ancak acil durumlar için ambulans tahsis edebiliyor. Hastahâne’lerin bünyesinde de fazla ambulans bulunmuyor. İlk kontrol, ameliyat dikişlerinin ve alçı’ların alınması için Hastahâne’ye normal vasıtalarla gitmemiz mümkün olmadığı için, ambulans te’min etmemiz gerektiğinde, Belediye’ye müracaat ettik vermediler. Sağ olsun, Nazmi Yazar Kardeşim her iki seferde de kuruma ait ambulansı tahsis ettirdi de rahat bir şekilde gidip-döndük. Bu olağanüstü çaba’larından dolayı Nazmi Yazar Kardeşim’e kendisiyle birlikte hastahaneye teşrif eden, Emekli Müezzin Halil Ovalı Kardeşime, Bezm-i Âlem, Dolmabahçe Cami’î İmam-Hatibi, Mevlidhân, Cemaleddin Hoca Kardeşime çok teşekkür ederim. 

ABDULLAH IŞIKLAR AKADEMİSİ-SOFRASI: 

Cum’a Toplantılarımıza ev sahipliği yapan, oluşturduğu muhabbet hâresi etrafında toplandığımız, Abdullah Işıklar Ağabey, haber alır-almaz, öncelikle telefon’la bilgi alıyor ve derhâl hastahâne’ye koşuyor. Bu arada sofra’nın müdâvimi diğer Kardeşlerimizi de haberdar ediyor. Öyle anlar vardır ki, bir kerre yaşanır, tekrarı mümkün değildir. Telefon ettiğinde, yakınlarımdan, “Ciğer Sönmesi,” ihtimâli ile normal oda’dan Yoğun Bakım Ünitesine alındığımı haber alır-almaz, bir baba, bir Ağabey, şefkatiyle “Vaaay Benim Kardeşim,” diyerek hüngür-hüngür ağlıyor. Haberi alıp Hastahâne’ye koşanlar’dan, Aziz Kardeşlerim Orhan Telci (Reis), Muammer Kocadallı, Hastahâne’de normal oda’da bulamayınca, Yoğun Bakım Ünitesi’nin duvarına dayanıp dakikalarca ağlamışlar. Bu samîmî, hâlisâne akıtılan göz yaşları amelî ve fiîli, du’a’lar’dı ve Kabule Karî du’a’lardı. Başta, Aziz Abdullah Ağabey olmak üzere, Orhan Telci (Reis), Muammer Kocadallı Kardeşlerime, Abdullah Ağabey’le birlikte, nekâhet döneminde fakirhâne’yi teşrif eden, Emekli Gazeteci-Nâşir, Halis Akaydın Ağabey’e, Abdullah Işıklar Sofrası’nın müdavimlerinden, Vatan ve Millet Şâiri, Ayhan İnal Ağabey’e, Emekli Milletvekili, Vehbi Sınmaz Ağabey’e, Reşat Şen Ağabey’e, Hukuk Dr. Mümin Çevik, Av. Mehmet Cihangiroğlu, Şâir, Nâşir, Matbaacı, Veli Avcı, Emniyet Müdürü, (E) Seyid Eren, Diş Hekimi ve İlâhiyatçı, İhsan Güneş, Remzi Eser, Mustafa Genç, Evlâd-ı Fâtihân’dan, Hayreddin Kaş, Elif Türel, T.R.T. San’atçısı, Hamide Uysal, Ressâm ve Fotoğraf San’atçısı Çağlar Bey ve Eşleri Ümmü Hanımefendi, Nadir Tara ve Recep Arslan’a çok teşekkür ederim. 

GÜNGÖREN-TOZKOPARAN, UHUD CAMİ’İ: 

Kaza haberini alır-almaz, hastahaneye koşan, Cum’a ve Bayram günlerinde Cem-i Gafîr cemaate, sıhhatime yeniden kavuşmam için du’â ettiren, Uhud Cami’i, eski imamı ve hâlen Güngören-Sancaktepe Cami’i İmamı, Değerli Kardeşim, 23 yıl beraber Uhud Camiî’nde vazife yaptığımız, Ballar Balı, Mehmed Bal Hocama, Uhud Cami’i Emekli İmamı, Şakir Pehlivanoğlu Hocama, Uhud Cami’i Müezzini, Numan Çakır Kardeşime, Uhud Cami’i Derneği Başkanı, Sami Öztürk, İdare Hey’eti aza’larına ve Uhud Cami’i ile Sancaktepe Cami’i’lerinen bütün cemaatine sonsuz teşekkür ederim. 

Bu arada, Merhûm Ali Yörük Bey’in ailesine, başta Hasan Özcan Ağabey olmak üzere, Hanımefendisi, Feriştah Hanım’a, oğulları Mustafa ve Abdullah Enes Yörük Kardeşlerime, kızlarına, damat’larına ve torunlarına çok teşekkür ederim. 

ÖNCE VATAN GAZETESİ: 

Kaza’yı haber aldıklarından i’tibâren, yakın alâka ve münasebetlerini hiç eksik etmeyen, Akosman Şirketler Grubu’nun Yönetim Kurulu Başkanı, Önce VATAN Gazetesi İmtiyaz Sahibi, Azîz Dostum, Muhterem, Abdullah Akosman Bey’e, Yazı İşleri Müdür’leri, Şükrü Erman ve Oğuzhan Akosman Bey’lere, Haber Müdürleri, M.Kemal Sallı ve Funda Akosman Erman’a, Yakup Saraç’a, Yasemin Göktepe, Meral Koç Çakır’a, 2001 yılından beridir, yazılarımı dizen, tashih eden editör’lüğünü yapan, Filiz Argut Kardeşime, Muhasebe Sorumlusu, Salih Bey’e (Mikdat Özcan’a) sonsuz teşekkür ederim. 

Kaza’nın vuku’undan i’tibâren geçen bir yıl zarfında, şahsen tanıyan, gıyaben tanıyan, “Merhaba,” dediklerimiz, bizim “Merhaba,” dediklerimizin “Merhabâ”, dedikleri, va’az ettiğimiz cami’lerin cemaati, gazete’deki yazılarımızı okuyanlar, internet ortamında ta’kip edenler, geçmiş olsun, temennisinde, bulundular, şifamız için hâlisâne du’â ettiler. Hepsine derîn şükranlarımı sunarım. 

Gıyâben tanıyan, dünürümüzün dünürü, Muhterem, Ahmet Çelik ve Eşleri Hatice Çelik, Hastahâne’yi teşrif etmişler, yakınlarıma, “Hastahâne şart’ları zordur,” izin veriniz, bizler, bizim çocuklarımız da nöbete girsinler,” teklifinde bulunmuşlar. Anadolu İnsanı’nın diğergamlığına mükemmel bir misâl. Kendilerine teşekkürlerimi sunarken, rahatsız olan, Ahmet Çelik Kardeşime acil şifalar niyaz ederim. 

Kaza geçirdiğimiz gün, velime da’vetine icabet ettiğimiz, Erdoğan-Sevim Erbay çifti, def’alarca ziyaretimize geldiler, haksız yere kendilerini suçladılar. Hâşâ! “Biz da’vet etmeseydik bu kaza olmazdı,” dediler. Gerçek şu ki, “Velâ Râdde Limâ Kazeyte” (Allah’ın takdirinin kaza haline gelmesini reddecek, engelleyecek hiçbir güç yoktur.) Siz müsterih olunuz. 

Kaza anından günümüze kadar alaka ve münasebetlerini hiç eksik etmeyen, Muhterem, Metin Öztürk’e, Muhterem, Nazım Erbay’a, Muhterem, Sadeddin Biberoğlu’na ve burada zikrinden aciz kaldığım bütün Kardeşlerime şükranlarımı sunarım. 

ÇEKİRDEK ÂİLEM: 

Kaza anından i’tibâren, Hastahâne’de kaldığım müddet zarfında, evimize çıktığımızdaki nekâhet döneminde, şuur gaybımın ve halüsinasyonlarımın devam ettiği zaman zarfında, mutlâk acz içinde olduğum günlerde, tutmayan elim, yürümeyen ayağım, görmeyen gözüm, duymayan kulağım olan asgarî, beşerî-insânî zaruretlerim için bana yardımcı olan, en başta dünya ve âhiret yolculuğunda Yoldaşım, Refikam, Melahat Hanım’a, Kızım Hadîce Nurhan’a, Oğlum, Ahmed Faruk’a sonsuz teşekkürler. 

Bu büyük alâka beni şımartmadı. Aksine vazife şuurumu, mes’ûliyyetimi ziyâdeleştirdi. Bundan sonra hayatım boyunca ve imkânlarım elverdikçe, insânî, İslâmî vazifeler bakımından yalnızca, “Merhabâ,” dediklerime değil, “Merhabâ,” dediklerimizin, “Merhabâ,” dediklerine de alaka göstereceğiz..