İnsan fizik ve metafizik boyutuyla en güzel şiirde tanımlanır. Şiir insan eksenlidir, insandan doğar, insana yönelir. İnsanda yankısını bulur. Şiir dışındaki hiçbir sanat eseri insana bu denli etki edemez. Şiirin insan üzerindeki bu denli etkisi hiç kuşkusuz şiirin içselliğiyle ilintilidir. Şiir, insanı yalnızca fiziksel özellikleriyle muhatap almaz, onun içsel dünyasına iner. Bir resim sanatı gibi göze, müzik sanatı gibi yalnızca kulağa hitap etmez. O hem bir resim çizer, hem müziğini yapar ve hem de ruhsal yönünü irdeler. İnsanı insan yapan iç dünyasıdır ve dış dünya yalnızca onun iç dünyasının bir yansımasıdır.
Şiirin insan eksenli olması onun, dış dünyaya daha çok açılmasını sağlamıştır. Çünkü insanın olduğu yerde sanat vardır, siyaset vardır, inanç vardır, aşk vardır. Dolayısıyla bütün bunlar şiirin kendisidir. Şiir insanı muhatap alırken diğer sanat dalları gibi parçalara bölmez, bir bütün olarak ele alır. İnsanı salt biyolojik varlık olarak değil,  metafizik boyutuyla, yani aşkla, imanla, fikir ve duyguyla sarmalanmış bir varlık olarak görür ve insanın ruhuna hitap eder. Kur’an-ı Kerim’in “Biz insanı pis bir balçıktan yarattık sonra ona kendi (Tanrı) ruhumuzu üfledik” ayetindeki hakikat çerçevesinde insana yaklaşır. Bu bağlamda şiir; insan gibi soyuttan somuta, öznelden nesnele, fertten cemiyete doğru bir yol izler. Kutsal kitaplar gibi insanın ruhuna gidecek yolları arar ve telkinini, tebliğini öyleye yapar. Zira şiirin hükmedemediği yürek yoktur. Hangi insan güzel bir şiir karşısında sarsılmaz, aşkınlık yaşamaz.
Şaire şiiri yazdıran duygu ne ise, okuyana verdiği duygu da aynıdır. Bir aşk şiiriyle duygulanmamız, bir ideolojik şiirler sarsılmamız, bir hüzünlü şiirle yeise kapılmamız, bir hiciv ile öfkelenmemizi nasıl yorumlamalıyız? Şair, yaşadığı duyguları şiir aracığıyla bize ulaştırmaya çalışan elçidir. Bu yüzden her okuduğumuz şiir, insani yanlarımızı gösteren aynalara benzer.  Bir şiiri sevmemiz, o şiirde kendimizi bulduğumuz içindir. İnsan bir şiiri okurken, şair aradan çekilir ve insan o şiirle özdeşleşir, bütünleşir. Örneğin Necip Fazıl’ın 1928 yılında yazdığı Nefs şiiri her insanın kendini bulacağı bir şiirdir.

“Geceler toprağa benimle inmiş
Kasırga benimle kopmuş denizde
Sanırım vebalı elim gezinmiş
Çürüyen ağaçta, hasta benizde

Cinnet, şüphe, korku, benim eserim
Sanki kalbinizde gizlidir yerim
Bir kurdum ki, sizi hep diş diş yerim
Ve gezerim her gün elbisenizde”

Bu şiiri okurken, şairin benin yerini okuyucunun beni alır ve şair aradan çekilir. Okuyucu şairin hissettiklerini hisseder, tıpkı onun gibi gece olup toprağa iner, kasırga olup denizde kopar, vebalı bir el olur her yerde gezinir. Şairi saran korku, cinnet, şüpheye tutulur, içini/kalbini kurtlar kemirir ve başkalarının hayatına girmeye çalışır. Şairin bu ürpertili metafizik şiiri, maneviyatı zayıf,  seküler bir insanda dahi etki büyük etki bırakır. Onu kendi içine çeker. Necip Fazıl bu şiirini 1928 yılında henüz tasavvuf ile tanışmadan önce, buhranlı dönemlerinde yazmıştır. Ama şiir ister buhranlı ister buhransız, ister inançlı ister inançsız her okuyanı derinden etkiler. İşte bu etki şairin insan üzerindeki gücü ve tesirini gösterir. Bu yüzden bütün sanatlar içinde insana en deruni en yakın olan sanat şiirdir.
Şiirin ruhani ve mistik bir yanı vardır ve bu yanıyla şiir insanı kuşatır. İnsanın içine doğan duyguların sözcüklere dökülmesi olayına ilham diyoruz. İlham, insanın iradesi dışı, ani vuku bulan bir olgu olduğundan, şairin ondan kaçması mümkün değildir. Zira bir şair ne ilhamı bekleyebilir ne de ilhamı kovabilir. O davetsiz bir misafir gibidir, çat kapı içeri gerer. Bu yüzden iter inançlı isten inançsız olsun hangi şaire nasıl bir duygu veya his vereceği belli olmaz. En marazi şaire en sevecen mısralar, en inançsız şaire en inançlı şiiri yazdırabilir ilham. Bu yüzden şairler heva ve hevesleriyle öne çıkarlar, bu yüzden ilahi kitap onları eleştirir. Aslında bu zaafı ve hasletiyle şairin en insani yönüdür… İnsanların yüzyıllardır şiirden kopamamasının belki nedeni de budur! Zira insan şiirde kendini görür. Şiir bu anlamda insanın kendisidir.
Gerçekten de güzel bir şiirin insanda uyandırdığı hazzı tarif etmek mümkün değildir. Şiiri insan üzerinde bu kadar etkili kılan şey onun insandan çıkıp insana yönelen aşkın ifadeleridir. Deliler ve şairlerin aykırılıkları biraz da bu aşkınlıktan kaynaklanmıyor mu? Kuran-ı Kerim’in şairleri sahralarda dolaşan mecnunlara (deli) benzetmesi bu bağlamda anlamlıdır. Zira yukarıda değindiğimiz gibi heva ve hevesleriyle insan kendini onda görür. Şairlerin övülmeleri ve yerilmeleri de bu yüzdendir. Çünkü Şiir insanın benliğine ayna tutmaktadır. Aydınlanma çağı filozoflarından Erasmus’un “Deliliğe Methiye”  adlı kitabında papazlar, kadınlar, filozoflar ile birlikte şairleri eleştirir. Aslında bu eleştiri gerçek manada onların deliliğine övgüdür. Çünkü insani olanı savunur şairler. Bilindiği gibi Erasmus aydınlama çağı filozofu olarak hümanist biridir ve bu anlamda şairleri de hümanist görür.
Şiir insan eksenlidir derken, diğer sanat dallarının insani olmadığını söylemiyoruz, bilakis sanat dalları içinde şiirin hepsinden daha çok insanın iç dünyasına hitap ettiğini belirtmek istiyoruz. Zira en eski çağlardan günümüze kadar insanoğlu, bazen mırıldanarak, bazen bir şeyler çiziktirerek her zaman sanat duygusunu dışa vurmuştur ama genel anlamıyla şiir; insanoğlunun en eski ve en kadim sanatıdır. Günümüzde şiirin artık karın doyurmadığı, eski gücünü korumadığının söylenmesi, şiirin gücünü kaybetmesinden değil, insanın ihmal edilişinden kaynaklanmaktadır. Alex Carrel’in “İnsan Denen Meçhul” kitabında belirttiği gibi insanın manevi boyutunu ihmal eden modern hayatın ortaya çıkardığı bir durumdan dolayıdır. Zira bu ihmalkârlık 20. yüzyılda insan meçhulleştirdiğinden dolayı şiir tesirini kaybetmiştir. Şiiri hayatımıza dâhil ettiğimiz zaman ihmal edilmiş insanı ciddiye alabiliriz ancak. Şiiri hayatımızdan kovduğumuz için hayat daha bir giriftleşmiş, insan daha bir meçhulleşmiştir. Günümüzün bunalan insanının intihara sürüklenişi birazda şiirden uzak kalmasından dolayıdır. Şiir okuyan, şiirle yaşayan adam intiharı bir kurtuluş olarak görmez, görse görse ancak bir tepki, bir başkaldırı olarak görür. Hayatı ve meçhul olan insanı çözmeye çalışan şairler için belki delirmek mukadderdir ama intihar etmek yenilgidir. Varsa intihar etmiş bir şair ancak şiire dikkat çekmek içindir. İntihar insanı çözememiş ruhların sığınağıdır.
Hangi zaman ve mekân olursa olsun şiir ve insan birbirini etkileyerek var olagelmiştir. Ki, öyle olmasaydı yalnızlaşan, yabancılaşan insanın sığınağı şiir olur muydu? İnsanı çözdüğümüz zaman şiiri, şiiri çözdüğümüz zaman da insana çözeriz.  Hayatın ve insanın farkında olan kişi, aşk ve şiirle yaşar. Aşk ve şiirle yaşayan kendini bilir. Kendini bilen insanı ve şiiri tanımlar. Dolayısıyla şiir ve insan içe içe çoğalarak ve büyüyerek gelişir. Şiir hayatı ve insanı ciddiye almanın adıdır…