“Herkesin biraz konuşmaya ihtiyacı vardır…”

Türkiye’nin kalemi en cesur terapisti

İLKİM ÖZ

Röportaj: Canan Öner Erol


Merhaba, değerli Önce Vatan Gazetesi okuyucularımız…
Her hafta sizler için, yaptıkları işlerle konuşulan, tartışılan, merak ettiğiniz profesyoneller ile samimi ve içten röportajlar gerçekleştirmeye çalışıyorum…
Bu hafta ‘’Önce Vatan’’ gazetesinde söyleşi konuğum ; Evlilik  Terapisti ,Psikoterapist , Sevilen Yazar ,katıldığı ve yaptığı Tv ve Radyo programları ile ilklere imza atmış olan‘’Türkiye’nin gerçek yaşam öykülerine dayanan ilk terapi öykülerinin yazarı”…

“Türkiye’nin, kalemi
en cesur Psikoterapisti”
ünlü Psikolog İlkim Öz…


Takip ettiğimiz tüm çalışmalarının, büyük ilgi gören yayınlanmış  yazdığı 19 kitabın ve  profesyonelliğinin dışındaki  İlkim Öz’ü  sizlere bir parça tanıtmak isterim.
O bir tanesnii sosyal medya hesapları aracılığı ile paylaştığı fotoğraflarından  tanıdığımız, hatırı sayılır bir hayran kitlesi olan, sempatik , sevimli ,yaramaz, Golden cinsi köpeği  Freud’un ve diğer 2’si Kangal cinsi  olan Duman ve Yaman’ın da bakımını üstlenmiş , 4 köpeği sahiplenmiş bir hayvan sever ve doğa dostu…
Eğer, İlkim hanımı takip eden biriyseniz  ve bir parçada analiz yeteneğiniz varsa karşınızda entelektüel  ,çok bilgili, zarif ,yaşam alanını çiçeklerle ağaçlarla  ve sevgiyle bezemiş, küçük şeylerle ve incelikli düşünülmüş anlarla mutlu olan, çok  özel bir kadın ve çok özel bir Anne görebilirsiniz…
“O hayata karşı cesur ve güçlü, kendine özel  bir duruşu olan, renkli, insancıl, güzel bakan ve rengi de çok güzel olan gözlere sahip, hangi  işi  yapıyor olursa olsun mutlaka dikkatinizi çekebilecek  başarılı kadınlardan”…

Merhaba İlkim Hanım. Uzun zamandır sizinle röportaj yapacağım günü adeta iple çekiyorum. Hem bir iletişimci, hem de sizi ilgiyle takip eden sevenlerinizden ,okurlarınızdan biri olarak…
Siz son kitabınız  ‘’Celladına aşık olmak ‘da  bizleri  yine sarsıcı gerçek öykülerle karşılaştırıyorsunuz. Ve Stokholm Sendromuna ışık tutuyorsunuz…
Sadece sevme ve sevilme ihtiyacı mı bazı insanları bu şekilde travmatik bir bağlanma durumuna sevk ediyor? ‘’Celladına’’ aşık oluyorlar . Belki de önce stokholm sendromunu okurlarımıza açıklamanız gerekebilir Hocam . Stokholm sendromun da ilişkiyi noktalama kararı alınmamasının nedeni ne?

“STOKHOLM SENDROMUNU
ERKEKLERDEN ÇOK
KADINLARDA GÖRÜRÜZ”….


*Stokholm sendromunda kişi kendisi ile köle/efendi  ilişkisi kuran kişiden bir türlü kopamaz İlişkinin başlarında, sevgi açlığı olan tarafa bu ilişki muhteşem gibi gelse de bir süre sonra bir işkenceye döner. Psikolojik bazen de fiziksel şiddete maruz kalan taraf için bu ilişkinin içinde olmak hem son derece acı verirken aynı zamanda da aşık olduğunu sandığı kişiden kopması imkansızdır.  Stokholm sendromunu erkeklerden daha çok kadınlarda görüyoruz. Kız çocuğunun ebeveynlerinden biri yada her ikisiyle birden yaşadığı olumsuz yaşantılara bağlı olarak, eğer fark edilip tedavi edilmezse ömür boyu devam edebiliyor.
En son kitabım’’ Celladına Aşık Olmak’ta’’ bu sendromu yaşayan kadınlarımızın gerçek yaşamlarından kesitleri kaleme alarak öyküleştirdim. Böylelikle terapiye gelemeyen kadınlarımıza da biraz olsun ışık tutmak istedim. Ve şunu da son derece önemsiyorum ki ‘’Celladına Aşık Olmak’ı sadece kadınlar değil, anne babalar öncelikle okumalı’’. Çocuklarına karşı hatalı davranışlarını yada  istemeden de olsa yaptıkları ihmallere son versinler diye. Yada olası sorunları önlensin diye.

Ben araştırma yaptığım süreçte neden bu duruma stokholm sendromu dendiğine örneklere bakınca çok şaşırdım hocam. 1973 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşanan bir olayda Banka soyguncusu tarafından 6 gün boyunca rehin tutulan banka görevlisi bir kadın, soyguncuya duygusal olarak bağlanır. Serbest kaldığında soyguncuyu savunmakla kalmaz, nişanlısını terk ederek kendisini rehin alan banka soyguncusunun hapisten çıkmasını bekler,  onunla evlenir …
Aynı yatakta üçümüz isimli bir kitabınız var yine cesaret tüten bir kitap ‘’ismiyle bile’’. Aldatmak kavramına değinmek istiyorum . Aldatıldığını bilen ve kabul eden kadınlar için o güne kadar pek önemsemediği adam birden değere binebiliyor. Maddi beklentiler yüzünden mi, ego mu? İnat mı? Neden bazen  bitirilmesi gereken ilişkiler bir türlü  bitirilemiyor kadınlar tarafından?

*Aynı Yatakta Üçümüz kitabımda da evli erkeklerle beraber olmayı seçen kadınlarımızı ve onların ruh hallerini dile getirmeye çalıştım.  Bir kadın neden bir erkeğin evli olduğunu bile bile hayatını ona adar? Bu sorunun yanıtı her kadının içindeki fırtınaya göre değişiyor tabi.  Burada da yine kadının iç dünyasındaki, psikolojisindeki dinamikler etkili oluyor. Aile babası olan erkeklere güven duygusu yükleyen kadınlarımız, kızlarımızın yanı sıra, bazı kişilerde evliliği bombalama davranışı olarak da karşımıza çıkıyor. Evli erkeklerle beraber olan kadınları incelediğimizde , çoğunun babasının da annelerini aldattığını görebiliyoruz. Ben mutsuz bir ailede büyüdüm. O halde kimse mutlu olmasın gibi bir patoloji de olabiliyor. Genellikle kendilerinden yaşça epeyce büyük erkekleri seçmelerinin nedeninin temelinde bilinçaltlarında baba modelini arıyor olmaları da mevcut. Maddi çıkarlar da ödül gibi geliyor  olabilir.  Kişinin kendisini değersiz hissetmenin sonucu bir varoluş problemi olarak da değerlendirebiliriz.  Kendi varlığını hayatta hissettirmek biçimi yani. Tabi bazen olay inada da biniyor. Erkek boşanacağım vaatlerinde bulunuyor ama boşanmıyor. Bu sefer ne oluyor, kadın hırslanıyor. Beni kandırdın bana yalan söyledin diyerek hırçınlaşıyor. Erkekten verdiği sözü tutmasını istiyor. Bir de evdeki eş var tabi. O da aldatıldığını öğrendiğinde büyük bir travma yaşıyor. Bazıları hemen boşanma davası açarken bazıları da eşini kaybetme korkusuyla evliliğine daha fazla önem vermeye başlıyor.

“BAZI ERKEKLER ÇOK EŞLİDİR.
KİŞİLİK YAPILARI GEREĞİ
TEK EŞLİ OLAMAZLAR”…


Hocam, erkek sadece heyecan ve cinsellik için kadın ise duygusal ihtiyaçları ön planda olduğu için mi aldatmaya teşebbüs eder?

*Bazı erkekler çok eşlidir. Kişilik yapıları gereği tek eşli olamazlar. Hem eşleri hem de birden fazla sevgilileri vardır. Toplumun da bu durumu yadırgamaması, hovardalık olarak görmesi bu erkeklerin daha rahat davranmasına yol açıyor. Bazı erkeklerde “aldatma davranış bozukluğu” vardır. Bu erkekler, bile bile eşlerine yakalanırlar. Bir nevi erkekliğini ispattır. Ben kadınlar tarafından çok tercih edilen bir erkeğim saplantısı vardır.  Bazı erkekler seks bağımlısıdır ve sürekli eşlerini aldatırlar. Kişilik bozukluğu ve davranış bozukluğu olan erkek ve kadınlarda aldatma davranışı olma olasılığı yüksektir. Bunlara ek olarak araştırma sonuçlarına baktığımızda, eş tarafından ilgi, sevgi ihmali ve cinsel yaşamdaki sorunlar da aldatma davranışını tetikliyor. Ve tabi ‘’aseksüel evlilikler de’’ ihanete davetiye çıkarıyor.

Peki hocam çok açıkça ve dürüstlükle sormak istediğim bir soru var size ‘’Bir kez aldatan yine yapar’’ diye yaygın bir söz var bu sözün doğruluk payı var mı? Aldatmak alışkanlık haline mi geliyor?
*Biz uzmanlar için davranış çok önemlidir. Kişinin geçmişte yaptığı bir davranışı tekrar yapma olasılığı çok yüksektir. Bir kez aldatan evet bir daha aldatır daha doğrusu olasılık yüksektir.  Olaya şöyle de bakmak gerek, aldatma bir sonuçtur. Kişiyi bu sonuca götüren faktörler düzelmedikçe ya da ortadan kalkmadıkça, sonuç ne yazık ki aynı olacaktır.

“DEPRESYONDAYKEN
AYRILIK KARARI ALMAK SAKINCALI”…


Evliliklerinin bittiğinin farkında bile olmadan düzene uyup yaşayan giden çiftlerde var ta ki adamın yada kadının karşısına biri çıkına kadar… Belki entelektüel paylaşım belki de ihtiyaç yada hayatta ne kadar yalnız olduğunu fark etmesinden kaynaklanan  düşünceler içinde  kapılıyor gidiyor … Hiçbir münasebet yaşamamış olsa da kendi içinde bir aşk büyütüyor arkadaşça başlayan sohbetler bir bakıyorsunuz  aşkla bitiyor.
Peki  bu iki insan aynı kişi olabilir mi ilişkiye geri dönüklerinde ? Ben birini çok sevdim; deyip özür dileyerek gitmek , dürüstçe ve doğru olan değil mi? Bu cümleleri kaç kişi kurabiliyor?

*Evlilik dahil her ilişki sorumluluk gerektirir.  Evlilik yada birliktelik salt aşk ve cinsellik değildir. Sevgi, paylaşım, dostluk, güven vb.. duygularla büyür ve gelişir ilişkiler. İlişkilerde bazen bunalımlar olur, buhranlar olur. Bir evlilik yada ilişki hep mutlu gitmez ki. Yaşam sorunlarla dolu ve bu sorunlar insanların ruh halini ve ilişkilerini de olumsuz etkiler. Artık beni mutlu etmiyor diye başka arayışlara girmek bir hata olabiliyor. Çünkü yeni ilişkide bir süre sonra  yıpranmaya başlayacaktır. Hayatın kuralı; yeni olan her şey eskimeye mahkumdur. O yüzden hemen kesip atmamak ve ilişkiyi toparlamaya çalışmak önemlidir. Hiç kuşkusuz duygular bitince ve eğer toparlanamıyorsa kimse kimseye mahkum değil. O zaman da aldatmadan, kandırmadan, yalan söylemeden ,kırıp dökmeden ilişkiyi sonlandırmak insana en yakışan davranıştır.
Şu da çok önemli, depresyondayken ayrılık kararı almak sakıncalı. Çünkü kişi depresyondan çıkınca aldığı karardan pişman olabiliyor.

BİR KADININ AKLINA KOYARSA
ELDE EDEMEYECEĞİ ERKEK YOKTUR SÖZÜ,
KADININ CAZİBESİNİN GÜÇLÜ OLMASINDAN
KAYNAKLANAN BİR SÖZ…


Erkeklerin çok sık kullandığı bir cümle var .Ben yaşamım boyunca kaç kez duydum hatırlamıyorum bile. Derler ki: Erkekler kadınları kimle aldatıyor? Yine  bir başka kadınla. Bir kadın bir adama kafayı taktıysa o adamın artık hiç şansı yok vay haline gibi vs.. yani kadınları suçluyorlar bu doğru bir tez mi hocam?

*Dediğim gibi, ilişkimize karşı sorumluluğumuz olmalı. Kişi beraber olduğu kadının ya da erkeğin sorumluluğunu almamışsa, aldatması kolay tabi.  Kadın olsun erkek olsun fark etmez. Bir kadın aklına koyarsa elde edemeyeceği erkek yoktur sözü, kadının cazibesinin güçlü olmasından kaynaklı bir söz ancak biraz da erkeklerin arkasına sığındığı bir bakış açısı.

 Size sormak istediğim bir başka konu daha var. Hocam Bunca şiddet mağduru olan taciz edilen nice kadının olduğu dünyada sorgulanması gereken bir şey yok mu? Bu  erkekleri doğuran büyüten ve onu geleceğe emanet edende bir kadın.  Kadın çocuğunu sevgisiz ve şiddet dolu bir ortamda büyütüyor ,evliliği beklentilerine yanıt vermiyor. Belki ailesinden şiddet gördü. O’da çocuğundan mı çıkarıyor acısını? Bazen de  tam tersi ; ‘’Aman oğlum! Paşam oğlum ! kızlar yanacak! Benim paşam büyünce vs.. yada çocuk  daha 7,8 yaşında aman büyüt bak sonra bulacak bir sevgili yüzüme mi bakacak diye diye çocuk büyüten kadın çok. Sorunun temeli kadınlarda düğümlenmiyor mu? Annede yani ?

ÖFKE KONTROLÜNDE
SON DERECE BAŞARISIZ
BİR TOPLUMUZ…


*Kadına şiddet, toplumsal bir yaramız. Burada yükü sadece annelere atmak hiç doğru olmaz. Eşinden şiddet gören ama ekonomik çıkmazlarından dolayı ayrılamayan pek çok kadınımız var. Ailesinin evine kaçan ama babası yada abisi tarafından kocasının evine geri götürülen çok fazla sayıda kadınımız var. Ataerkil toplum olmamızın dinamikleri var. Dayak cennetten çıkmadır felsefesini benimsemek var. Öfke kontrolünde son derece başarısız bir toplumuz. Öfke kontrolsüzlüğünü ve dayağı normal görmekten vazgeçmeliyiz. Küfürü, hakareti sevgi ile birleştiren, dayağı beni seviyor o yüzden dövüyor diye düşünen cahil kadınlarımız var. Stokholm sendromlu kadınlarımız var. Aile içi şiddete son vermek için kadın ve erkeklerimiz eğitilmeli. Evlilik ve anne baba olma eğitimleri olmalı diye düşünüyorum..

Hocam ünlü Alman psikanalist dr freud’un meşhur teorisinden yola çıkarak girmek istediğim bir konu var. Erkekler Annelerine benzer kadınlara mı aşık oluyorlar? Beklenti analık mı kadından?

*Yok o öyle değil. Erkekler eşlerinden annelik beklemiyor. Ama her erkeğin bilinçaltında annesi aynı zamanda da karşı cinsteki eş modeli, aynı şekilde her kadının bilinçaltında da babası karşı cinsin eş modeli. Anne bağımlı erkekler, evet eşlerinden aynı annesi gibi davranmasını isterler. Beklentileri bu yöndedir. Zaten bu evliliklerde eş bir süre sonra isyan ediyor ve evlilik terapisine geliyorlar.
Toplum olarak bizler ruh sağlığımıza ne kadar özen gösteriyoruz? Hala bir terapiste yada doktora gitmesi gerekirken gidip komşusuyla eşi dostuyla sıkıntılarını paylaşmaya kalkan ve sorunlarına nafile çözüm arayan insanlar var. Bu alışkanlığı ve bilinci nasıl oluşturabiliriz?

BİZ PSİKOLOGLAR VE PSİKİYATRLAR
SIK SIK KARIŞTIRILIRIZ!!


*İnsanın sorununu paylaştığı bir arkadaşının ve dostunun olması çok güzel. Ama paylaşmak başka çözüm beklemek başka bir şey. Hiç kuşkusuz ufak tefek sorunlarda  arkadaşlar birbirine destek olmalı. Ama büyük problemlerde arkadaşlar duygularını da işin içine karıştırdığı için sağlıklı çözümler üretilemiyor.
Biz terapistlerin görevi bu noktada başlıyor. Soruna objektif bakmak, analiz etmek, kişinin kendisine kendi düğümlerini çözdürmek.  Psikoterapi süreci gelen danışana akıl vermek değil, yol göstermek de değil. Onun kendi doğrusunu kendisine buldurtmak, gideceği yolda hayata karşı onun güçlenmesini sağlamak.  Psikolog , psikoterapiste gitme bilinci yavaş yavaş yerleşiyor.

“TERAPİDE 5 SOLUK BİR TÜRK TERAPİST TARAFINDAN
KALEME ALINAN İLK TERAPİ ÖYKÜ KİTABI”…


Benim mezun olduğum yıllarda hemen hemen hiç yoktu. Bu nedenle “Terapide 5 Soluk” kitabımı yazmıştım. Biliyorsunuz “Terapide 5 Soluk” bir Türk terapist tarafından kaleme alınan ilk terapi öyküleri kitabı. O zamanlar psikiyatr kimdir psikolog kimdir bilinmiyordu. Halen de çok bilinmiyor. Hatta Ertuğrul Özkök “Aynı Yatakta Üçümüz” kitabımı köşesinde yazdığında “işte benim psikiyatrım” diye başlık atmıştı. Ayırımı bilenlerden de eleştiri almıştı. Yani çok karıştırılırız biz psikiyatrlarla psikologlar. Terapide 5 Soluk’ u  yazma amacım psikoloğun görevi nedir, psikolog içeride terapi odasında ne yapar da ağlayarak giren kişi gülümseyerek  çıkar, bir psikoterapi süreci nasıl işler vb… gibi sorulara yanıt olsun istemiştim.

İLKLERİ GERÇEKLEŞTİRMEK ÇOK ZOR OLUR HER ZAMAN…
AMA BİR O KADAR DA KEYİF VERİR…


 O zamanlar bazı hocalar eleştirmişti beni. Psikoterapiyi deşifre ettin demişlerdi. Niye dedim? Bilsin insanlar ve sorunlarını çözmek için nasıl bir yol izleyeceğini öğrensinler.  Sonra beni eleştirenlerin hepsi bu tür kitaplar yayınladı. Öncü olmak çok güzel bir duygu tabi ama çok mücadele veriyorsunuz.  Radyo programı yapmıştım kendi konumla ilgili. Psikolog radyo programı yapmaz demişlerdi. Televizyona  ilk konuk olduğum zamanlarda TRT tek kanaldı o zaman, yine eleştiri almıştım hocalardan.  İlkleri gerçekleştirmek zor olur her zaman. Ama bir o kadar da keyifli tabi.

“BİR NARSİSİT ÇOK İYİ ROL YAPAR.
AMAN DİKKAT”!!


Hocam biz kadınlar romantizm, ilgi, şefkat ve sevgi ihtiyacıyla belki başlangıçta bizi ilgiye boğan, ayaklarımızı neredeyse yerden kesen erkeklere aşık oluyoruz. Bir vakit sonra karşımıza kendinden başkasını sevmeyen bir Narsisit’in çıktığını anlıyoruz. Hayal kırıklıkları, acılar, göz yaşı pişmanlık üstelik eğitim düzeyi yüksek, sevgi dolu bir ailede büyümüş zarif hayran olduğumuz bir adam bile olabiliyor bir narsist. Nasıl ayırt edeceğiz onu. Sadece ulaşılmaz gördüğü bir kadını elde edene kadar takıp sonra çıkarıyor maskesini belki de. Bir narsisti nasıl tanıyacağız?
*Narsist erkekler, sevilmeye ve yüceltilmeye tutkundurlar. İlginin sürekli üstlerinde olmasını isterler. Asla eleştirilmekten hoşlanmaz hatta eleştiriye dayanamazlar. Ama kendileri acımasızca eleştiriler. Kadınlar romantik sevgililerinin narsist olup olmadığını anlamak için, onu eleştirsinler. Gelen tepkiye göre maskelerinin düştüğünü anlarlar.  Narsistlerin en belirgin özelliklerinden biri de empati kuramamalarıdır. Ama çok iyi rol yaparlar. Aman dikkat!