Sevgili okurlarım, Antalya’ya ilk geldiğim yıllardı. Ciddiyetini koruyan sağlık durumum yaşadığım şehre uyum sorunum kat irtifakından kat mülkiyetine geçme isteğimle kat malikleriyle başlayan kavgam beni aşırı bunaltmıştı. Sahilde ayakkabılarımı çıkardım ve bir numaradan yirmi dört numaraya kadar çakıl taşların üzerinde sızısına aldırış etmeden ayak yalın ağlayarak yürüdüm. Geri dönüşte önüme bir değnek geldi eğilip aldım. O an 1971/1972 yıllarından Ali Şahbaz ilkokul öğretmenim gözümün önüne geldi!..

Köyümde iki odalı bir okulumuz vardı. Birinci ikinci ve üçüncü sınıfı Ali Şahbaz öğretmenim dördüncü ve beşinci sınıfı Hulusi Durmaz öğretmenim okutuyordu. Ali öğretmenim beni Hulusi öğretmenimin sınıfına götürdü ve tahtaya yazılı olan matematiği çözmemi istedi. Çözdükten sonra elime cetveli verdi. Matematiği çözemeyen ablalarımın ağabeylerimin ellerine vurmamı istedi. Ben onlara vuramayınca avuçlarına birer kez kendisi vurdu. Ve: “Sizden kaç yaş küçük arkadaşınız tahtada yazılı ve sesli ders verebiliyorsa derslerinize çalışmıyorsunuz demektir.” Dedi ve başımı okşayıp sınıfıma gönderdi. 

Geçenlerde gazeteci bir arkadaşla ülkemizin içinde bulunduğu durumu konuşuyoruz. Arkadaş: “Birçok alanda olduğu gibi görsel ve yazılı basınımızda da özgür değiliz. Ülkenin düzelmesi için ikinci bir Atatürk gerekiyor. Değilse bu ülke hiçbir zaman düzeye çıkamayacak. Bizse köşelerde boşuna sızlanırız yada başka ülkeleri vatanımız yaparız.” Dedi. 

Arkadaşın bilmediği şuydu, Avrupa ülkelerinin ikinci Dünya Savaşından sonra iş gücüne ihtiyaçları vardı. “Anadolu Aslanları” unvanı verdikleri atalarımı Devletler Arası Antlaşmayla savaşta iş görecek insan kalmadığından dolayı ülkelerine almışlardı. O dönemlerde atalarım misafir işçi sıfatıyla oralardaydı. Gazeteci arkadaşa: “Ailem tarafından götürüldüğüm Avrupa ülkesini vatanım için vatanım yaptım. Ülkemi karalamak adına ilticacı olmadım. Sizlerin şikayet ettiği Türkiye’de haddinden fazla özgürüz kural tanımıyoruz. Kuralsız yaşıyoruz.” Dedim. 

Arkadaş neler anlatmaya çalıştığımı anlamamış olsa gerek: “Sen Avrupa’dan maaş alıyorsun. Paran orada birikiyor. Burada çıkmaza girersen orada yaşama hakkına sahipsin. Buradakiler senin kadar şanslı değiller. Senin kadar imkanım olsa ülkeyi çoktan terk etmiş olurdum. Artık bu ülkenin düzeleceğine inancım umudum kalmadı. Bu ülkeye tekrar (Atatürk) Mustafa Kemal gibi bir adam gelmeli ki, bizi kurtarsın.” Diyerek sözlerini tekrarladı.

Oysa abartılı onlardan fazla bir emekli maaşım yoktu. Ben zıkkımın kökünü yemiyordum. Yıllarca çalışarak hak ettiğim maaşımı vatanımda harcıyordum. Ali Şahbaz öğretmenim bana iki yılda Vatan Bayrak Devlet Millet sevgisini aşılamıştı. Bu arkadaşa ailesi tarafından öğretmenleri tarafından neler öğretilmişti bilmiyorum, ama sözleri yüreğimi yakıyor benliğime acı veriyordu. Kendisine dönerek: “Ülkemde Ecdatlarımızın kanını taşıyan yüz binlerce genç var. Atatürk’ün yerini tutacak olan neslimizi vicdanı temiz çocuklar olarak yetiştirmek zorundayız. Ecdatlarımızın yerini alacak olan altın değerindeki bu çocukları sarraf olup işlemeliyiz. İçinde bulunduğumuz durum 80 milyon Türk vatandaşının zorunlu sorumluluğudur.” Dedim. 

Sohbetimiz arkadaşın istediği noktadan devam etmemiş olacak ki, kendisine kızdığımı düşündü ve konuşmayı noktaladık. Lakin nokta koymamamız gereken çok önemli bir unsur vardı. Vatana Bayrağa Devlete Mozaik Milletin değerlerine dokunulmaması gerekiyordu. Avrupa’da bu dört değere kimse dokunamaz dokundukları anda ellerine vurulur. Övdüğünüz Avrupa’da benim özgürlüğüm senin özgürlüğünü kısıtlıyorsa özgürlük orada bitiyor ve kanunlar devreye giriyor. Bizler devrede olan kanunlarımızı uygulamakta veya uymakta neden sorun yaşıyoruz?

Sahilde ayaklarımın acısına aldırış etmeden cayır cayır yanan yüreğimle: "Ali öğretmenim söyle bana ablalarımın ağabeylerimin ellerine o zaman vurmaya kıyamamıştım. Oysa vatanımda ellerine vurmam gereken insan sayısı o kadar çoğalmış ki, yüz tanesinin eline vursam yüz birincide yığılıp kalacağım.” Diye arkasından ağlatan öğretmenlerim şimdi neredeler? 

Her fırsatta değerlerimize taş fırlatan işine gelmeyince devlette devlet türküsü çığıran bu adamları bu kadınları kimler öğretiler. Ülkemde bu kadar Vatan Bayrak Devlet Millet düşmanı varken dışarıdaki düşmanlara ihtiyaç var mıdır? 

Belki sizler Gurbeti yaşamadınız Vatan hasretiyle yanıp tutuşmanın nasıl bir duygu olduğunu bilmiyorsunuz. Yüreğimi acıtan yüreğimi yakan şu ki, Ali Şahbaz ve Hulusi Durmaz gibi öğretmenlerimin, ülkemiz için badireler atlatmış Ecdadımızın, ülke değerlerimizi beynimize yüreğimize çivilemiş olan Atalarımın Dedelerinin kemikleri bu topraklar altında sırım sırım sızlıyor. Değerlerimiz yitip gittikten sonra asla dönüşümüz olmayacak. Dönülmeyecek yoldayız. Örnek almamız gereken komşumuz Suriye. Sınırlarını kapatıp onları rezil edense yere göğe sığdıramadığımız Avrupa…

Sevgi ve saygılarımla