Külhanbeyleri vardır, hamam külhanlarında barınır, sokakta dayılanır. 

Bir de başı külâhlı beyler vardır. Belde ve sırtta fişek, omuzlarda birer tüfek… Göğüs yukarıda, omuzlar dik, gururlu fedailer. Bulunduğu mekânda ve zamanda korku salar düşmanlarına… 

Bir de hem kabadayı, hemde fikri olan dehalar vardır. İtibarın geçicisini değil, sağlıklısını ve kalıcısını getiren fikirleri vardır... Bulunmadığı mekânlarda ve zamanda bile düşünce ve fikirleri korkutur düşmanları… Mustafa Kemal Atatürk gibi…

Bir ulusu kurtamaya ve ilelebet kılmaya tek başına bilek ve yürek gücünün yetmeyeceğini görebilen… Döneme uygun ve hatta aşan fikir, strateji geliştirebilen ve bunları harmanlayabilen biri… 

Bu yaratıcı fikirlere her zaman ihtiyaç duyarız. Bugünde ihtiyaç var… Öngörüsü, bilgisi, görgüsü, millet sevdası, vatan aşkı olanlara… Odaş, budaş, yandaş değil vatandaşa ihtiyaç var…

Ekonomimizin ihtiyacı sadece benim cebim değil, milletimin cebi denilebildiğinde asıl huzur ve mutluluğun geleceğinin bilincine ihtiyaç var. Sadece dayılığa, kabadayılığa değil! Fikre, teknolojiye, felsefeye güvenip, hem beden hem akıl gücü sarf edene ihtiyaç var…

İstihdam, üretim, ihracat artışı için büyük sanayi kuruluşlarının büyük fikirlerine ihtiyaç var.

İTO’nun her yıl açıkladığı 500 büyük sanayi kuruluş verilerinin bu ölçeklerde olmasına ihtiyaç var. Bu durumda o açıklamalara göz atalım. Çünkü bu kuruluşlar Türkiye’nin aynası… Genel durumumuz ile sanayi kuruluşlarımızın verileri paralellik gösterir.

2016 yılında ilk 500 sanayi kuruluşumuzun satışları enflasyondan arındırılmamış fiyatlarla %9 arttı. Enflasyondan arındırılmamış fiyatın adı “cari fiyat”tır. Lâkin bir önceki yıldan farklı bir şey yapmazsak ve aynı kalsak bile enflasyon kadar otomatik büyüme görülecektir.

Bu sebeple önemli olan; enflasyonu arındırdıktan sonraki büyümedir.

Enflasyonu arındırdığımızda, ilk 500 sanayi kuruluşumuzda büyümesi binde 2’ye düşmekte. Yani neredeyse artış yok. Haliyle yeni istihdam da yok.

Bu ilk 500 büyüğümüzün 123 tanesi yabancıların elinde, yabancı sermayeli şirketler.

Toplam ihracatımızın da %48’ini bu 123 şirket yapmaktadır. Kalan 3’te 2’si ise ihracatın kalanını yapmaktadır.

İhracatımızda çağa uygun, kısmen fikir geliştirilebilmiş ürün oranı sadece %3,7’dir.

Maalesef düşük profilli, teknolojiden uzak, yaratıcılığı olmayan, bizi ileriye taşıyabilecek fikrin bulunmadığı ürünler imal ediyoruz. Ama yine maalesef ki sosyal medyada, kahvehanelerde uzay gemisi bile imal ettiğimizi iddia edenler oluyor. 

Halbuki rakamlar teknolojiden ne derece uzak olduğumuzu anlatmaktadır.

Üretim artmamış fakat şirketlerimizin borçları artmış…

İlk 500 şirketin 2010 yılında pasif toplamının %50’si borç %50’si özkaynak iken, 2016 yılında %62’si borç %38’i özkaynak olmuş… Özsermaye erimiş… Borç artmış… 

Şirketlerimiz gizli enflasyondan, yüksek faizden, Türk lirasının erimesinden, döviz fiyatlarının yükselmesinden etkilenmiş. 

Demek ki düşük profil bize yetmeyecek. Cesur, yüksek, yaratıcı, Atatürk’ün vatanımızı emanet ettiği eğitimli gençliğe ihtiyaç var. Zayıf kalıp tehdit almamaya, güçlenmeye ihtiyaç var. 

Yumurta Topuk…

Ne acıdır ki, Yunanistan güvenlik güçleri, Ege Deniz’inde seyir halindeki silahsız, sivil yük gemimize 16 kurşun sıktı. Kendi vatan sınırlarımıza çok yakın olan, uluslararası karasularda gerçekleşen bu olayı kınadık.

Herhangi bir müdahaleye, yaptırıma gerek ise duymadık. 

Kaba tabiriyle dalaşmadık, çalıyı dolaştık. Kısa bir süre öncede Aydın’da Eşek Adası’nda Yunan askerleri kuzu çevirme yapmıştı. Şarkılar söylemişti. Meğer Yunan işgalinin kutlamasını yapıyorlarmış. Ona da dalaşmamıştık. 

Bir ara savaş uçakları ile it dalaşı oluyordu, artık onu da duymuyoruz. Sözüm ona ekonomik olarak çökmüş, Almanya’nın finanse ettiği, Alman kurallarının uygulandığı, kısmen manda olmuş, teslim olmuş Yunanistan bizi görünce diş biliyor.  

Ama biz şu sıralar arap yarımadası ile ilgileniyoruz. Suriye’ye, El Bab’a, Katar’a asker gönderiyoruz. Kendi topraklarımızdaki, karasularımızdaki olaylar ile ilgilenemiyoruz. İlgi alaka Arabistan’da.

Şimdilik arka planda neler yaşandığını göremiyoruz ama belki bir gün görüp anlayabiliriz… 

Gaflet…

Adalet yürüyüşünün 22’inci günü de geride kaldı. Adaletin sağlıklı işlemediğini düşünen ana muhalefet artık İstanbul’a, son durağa iyice yaklaştı. 

Hükümet içinde “yollarda kendini heder etmesin” diyende olmuştu, “Böylece yaptığımız yolların kalitesini anlarlar” gibi espirili yaklaşanlarda olmuştu. Ama hükümetten bir anda daha sert söylemler duymaya başladık. 

“Adalet değil, gaflet yürüyüşü”, “Don Kişot sendromu” gibi açıklamalar gelmeye başladı. 

Gaflet, dert edinmemekten oluşan durumdur.

Yapılan anketlerde adalet yürüşüne halkın %76’sı sahip çıkmış. Ve bunlar adaletten yakınıyor. Demek ki yüksek oranda bir dert var, sorun var.

Ne demiştik, dertler ile dertlenebilen gaflete düşmez. Derdi görüp de, dertlenemeyen ya da hiç göremeyen gaflettedir…