Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 1683’de Avrupa’nın kapısı Viyana’yı Türk-İslâm dünyasına açmak üzere ikinci harekâtı başlattığında, Kırım Hanı Giray’ı ihanet edebileceğine hiç ihtimal vermeyerek Tuna nehri üzerinde bulunan ve Viyana'ya altı saat uzaklıktaki taş köprünün korunması görevini verip, arkalarından Viyana’ya yardıma gelebilecek kuvvetlerin durdurulmasını istemişti.
Fakat Giray, düşmanın geçişini önlemek için görevlendirildiği İskender Köprüsünü muhafaza etmek bir yana, ordusunun geriye çekip yüksek bir yerde elleri göğsünde düşmanın geçişini seyretti. Yanına gelen ordu imamının: “Düşman Osmanlı askerini arkadan sarıyor. Hânım, bölük bölük geçen şu kâfirleri kırdırsanız da gerisi kesilse?" demesi de kâr etmedi. Tuhaf ki; Giray içinde biriken öfkenin ihanet boyutuna vardığının da farkındaydı. Kendisini uyaran imama şu cevabı verir:
“Osmanlı’nın bize ettiği cevri sen bilmezsin. Bu düşmanın def’i yanımda işten bile değildir ve bilirim ki dinimize de düşmez, ihanettir. Lakin Osmanlı da görsün, kendileri kaç akçelik adammış. Tatarın kadrini bilsinler!”
Düşman Viyana kapılarındaki Osmanlı Ordusunu arkadan vurmak üzere İskender Köprüsünü geçtikten sonra Giray’da kuvvetlerini alarak ordugâhına döndü.
Hezimetin bedelini Giray Hanlığıyla, Mustafa Paşa ise canıyla ödedi. Ve bir daha Viyana Kapılarını açmak mümkün olmadı.
**
Enver ve Talat Paşaların liderliğindeki İttihat ve Terakki Cemiyeti, yönetiminden memnun kalmadıkları Kâmil Paşa’yı indirip yerine Mahmut Şevket Paşa’yı Sadrazamlığa getirdiklerinde İngilizler de Osmanlı’yı yıkabilmek için dünyayı bir edip Anadolu’nun üzerine salmış, pek çok Türk yurdu işgal edilmişti. Devleti Ali’de ise iktidar kavgası vardı! Enver Paşa işgale uğrayan Trakya topraklarını düşmandan temizlemek üzere 1913’de harekete geçtiğinde muhaliflerden bir ses yükselir:
“Edirne’ye Enver gireceğine Bulgar girsin!”
Neyse ki, Edirne’ye Enver girerken Bulgar güçleri geri çekilmek zorunda kalır.
**
Milli Mücadele için Anadolu’yu karış karış dolaşarak nutuklar atan Mehmet Akif, Konya’da halka hitap etmektedir:
“Yedi düvel bir olmuş kahpece saldırmaktadır. Devleti Ali zordadır, müşkül durumdadır. Siz destek olmazsanız Osmanlı yıkılacaktır.” Kalabalıktan cılız bir ses duyulur:
“Düşecek olan Osmanlı’dır Efendi, biz Selçukluyuz!”
Çok değilse de, yok değildir böyleleri.
**
Sultan Abdülhamid, Osmanlı’ya karşı çevrilen her türlü entrikayı olağanüstü hamlelerle boşa çıkaran bir siyaset dehâsıdır. Kalenin ancak ve ancak içten yıkılabileceğini gören batı bu yöntemle Sultanı yalnızlaştırdı, mukavemet gücünü tüketti.
Otuz üç senelik hüküm devrinde bütün düşman saldırılarını bertaraf etmenin yanında askeri teşkilatlanma, bilim, teknoloji, eğitim, kültür, sanat ve mimari alanlarında yenilikler yapan Abdülhamid indirildikten sonra işlerin düzeleceğini zanneden muhalifler yanıldıklarını anladıklarında iş işten geçmişti.
27 Nisan 1909 günü ikindi vakti Meclisi Mebusan’dan gönderilen heyetin başkanı Esat Paşa Sultana “Fetvayı şerif var, Millet seni hal etti” dediğinde aslında milletin değil Osmanlı’yı yıkmak için senelerdir plan kuranların, hükmünü ilân ediyordu! Sonraki süreç, memleketin yıkıma uğraması ve darbecilerin pişmanlık manzumelerinden başka bir şey olmadı. Bir devrin Abdülhamid düşmanı Enver Paşa, Beylerbeyi Sarayı’na hapsettikleri sultanı ziyaretten dönerken ağlayarak Talat Paşa’ya şu itirafta bulunur:
“Başımıza ne geldiyse bu adama yaptıklarımızdan geldi ve daha ne gelecekse o yüzden gelecek. Paşa, bütün ef'alimin hesabını vermeye hazırım. Biz turan yapmak istedik, viran olduk. Bizim asıl mesuliyetimiz Sultan Hamid'i anlamamak ve siyonizme alet olmamızdır. Acıdır, fakat hakikat budur!”
**