ABD, Suriye krizinin başından beri, Türkiye’yi Suriye denkleminin dışına savurmaya çalışmasının nedeni, tarihi ve kültürel bağlarının Ortadoğu coğrafyasında Türkiye’ye kazandırdığı stratejik derinliktir. Rusya’nın da, Suriye’deki Türk varlığından memnun olduğu söylenemez. Türkiye varlığını, birliğini, haklarını bu iki yeni komşumuzun paylaşım kavgası sürecinde izleyeceği denge politikalarıyla savunmak durumundadır. Başarısı, bu konudaki sergileyeceği başarıyla orantılı olacaktır. 

Bölgemizdeki gelişmeler bir yönüyle küresel bağlantılı olduğundan, “İdlib’te işlem tamam mı?” sorusunu, “İdlib’te kilitlenen Ortadoğu’nun geleceği sorunu çözüldü mü?” şeklinde sormak daha doğru olacaktır.

Gazetelere bakarsanız, İdlib’te işlem tamam. Savunma Bakanı Hulusi Akar ise, “İdlib’te çekilme planlandığı gibi sürüyor; taahhütlerimizin arkasındayız” diyor. Rusya Savunma Bakanlığı, Suriye Uzlaşma Merkezi Komutanı General Vladimir Savçenko’nun raporuna dayanarak yaptığı açıklamada, İdlib’teki tampon bölgenin tam anlamıyla güvenli hale gelmediğini savunurken, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ağır silahların çekilmesi işlemini 14 Ekim’de tamamladıklarını duyurdu. 

2011’de, “Arap Baharı”nın estiği ya da estirilmeye başlandığı günlerden, özellikle, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarından bu yana yaşanan gelişmeleri hatırlayacak olursak, “İblib’te işlem tamam” diyebilmenin o kadar kolay olmadığını kolayca görebiliriz. Çünkü, yalnızca Suriye’nin değil, Ortadoğu’nun geleceği İdlb’te kördüğüm olmuştur. 

Turmp’ın yaptırım kararları, Rahip Brunson’ın evine dönmesi, Oval Ofis’teki gösteri, Trup’ın Türkiye’ye övgüler yağdırması, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un ABD’nin Suriye’nin kuzey bölümünde bağımsız bir devlet kurma hazırlığından söz etmesi, Cemal Kaşıkçı “olayı”, Pompeo’nun Türkiye’yi ziyaretinde Menbiç konusunda verdiği sözler, Kıbrıs’taki toplumlararası görüşmelerin hız kazanması… birbirinden bağımsız gelişmeler değildir. Bölgemizdeki gelişmeler bir yönüyle küresel bağlantılı olduğundan, “İdlib’te işlem tamam mı?” sorusunu, “İdlib’te kilitlenen Ortadoğu’nun geleceği sorunu çözüldü mü?” şeklinde sormak daha doğru olacaktır. 

İdlib kördüğümünün arka planında, ABD ile Rusya’nın, “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıyız” kamuflajı altında, Suriye’yi parselleme, Suriye’nin enerji kaynaklarını paylaşma mücadelesi yatmaktadır. ABD de, Rusya da, PYD/YPG’nin  arkasına gizlenerek Suriye pastasından daha büyük dilimi kapabilme yarışındadırlar. 

ABD, Suriye krizinin başından beri, Türkiye’yi Suriye denkleminin dışına savurmaya çalışmasının nedeni, tarihi ve kültürel bağlarının Ortadoğu coğrafyasında Türkiye’ye kazandırdığı stratejik derinliktir. Rusya’nın da, Suriye’deki Türk varlığından memnun olduğu söylenemez. Türkiye varlığını, birliğini, haklarını bu iki yeni komşumuzun paylaşım kavgası sürecinde izleyeceği denge politikalarıyla savunmak durumundadır. Başarısı, bu konudaki sergileyeceği başarıyla orantılı olacaktır. 

ABD, bütün çalışmalarına, taşımalarına rağmen, bağımsız bir devlet oluşturmaya çalıştığı Suriye’nin kuzey parselindeki Kürt nüfusunu yüzde 20’nin üzerine çıkaramamıştır. Bu yapısıyla Suriye’nin kuzey bölümünde bir bağımsız devlet oluşturmanın mümkün olmadığını söyleyen General Towsend’i geri gönderen ABD, gerçeği ortadan kaldırabildi mi? İstihbarat raporlarına göre terör örgütleri eskisi kadar kolayca militan devşiremiyorlar; katılım giderek azalıyor. Blackwater, yeşil dolarlar dağıtığı kesenin ağzını açsa da, ordular oluşturmakta zorlanıyor.

Prof. Dr. Alaeddin Yalçınkaya Hocamızın da belirttiği gibi, “ne mevcut Kuzey Irak Barzani/Talabani yönetimleri ne de kukla IŞİD’e karşı beslendiği iddia edilen garnizon devlet, Kürt devleti değildir. Her ikisinin de ortak tarafı, Kürtler dahil,  bölge halkı ile bağlarının oldukça zayıf, İsrail ve ABD ile bağımlılık derecesindeki ilişkilerinin son derece belirleyici, bögeyi istikrarsızlaştırmak konusunda Siyonist stratejilere amade özellikler arzetmesidir.”

FIRAT’IN DOĞUSU

Bizde bazı üst düzey danışmanlar, “Türkiye, Suriye’nin kuzey bölümünde bağımsız bir devleti tolore edebilir” deseler de, Cumhurbaşkanı Erdoğan çok başka şeylerden söz ediyor: 

“Sınırımızın dışındaki teröristler de rahat uyuyamıyor, biliyorlar ki bir gece ansızın gelebiliriz. Çok yakında, komandolarımızla, Fırat’ın doğusundaki terör yuvalarını da darmadağın edeceğiz.”

Suriye’nin kuzey bölümünde bağımsız bir devlet oluşturma çabasında olan ABD, bu hedefine, PKK uzantısı YPG üzerinden uzanmaya çalışıyor. Kuklacı ABD, Esat’la yapılacak Yeni Anayasa görüşmelerinde YPG’yi masaya oturtacak, isteklerini YPG temsilcilerine söyletecek. Bu hamlesindeki başarı oranı, Rusya ile yapılacak pazarlıkların sonucuna bağlı olacaktır. ABD’nin de, Rusya’nın da “Suriye’nin toprak bütünlüğünden” söz etmelerinin nedeni, Suriye pastasına başka ellerin uzanmasını engellemektir. 

Esat’ın, bu iki küresel güç karşısında “Suriye’nin toprak bütünlüğünden” söz etmesi söz konusu olmayacağına göre, paylaşım kavgasının gerçek aktörleri ABD ve Rusya’dır. “Hangi ABD?” sorgulaması yapılsa da, Suriye coğrafyası yeni bir Yalta Anlaşması ile pay edilmek istenmektedir. Diğer bölgesel ve küresel aktörler ise, “Esat sonrası Suriyesi’nden nasıl pay kapabilirim?” hesabındalar. 

Türkiye, içinde bulunduğumuz konjonktürde, ABD ile Rusya arasındaki rekabetten yararlanarak, Suriye krizini en az zararla sonlandırabilme çabasındadır. Sınırlarımızın hemen güneyindeki iki yeni komşunun küresel hedefleri olan iki süper güç olması, Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları içinde sürmekte olan paylaşım kavgasına daha fazla müdahale etmesini engellemektedir. Türkiye, Astana Süreci’nde elde etiği haklara zarar vermeyecek adımlar atmaya özen göstermektedir. 

YPG’NİN İSTEKLERİ Mİ, ABD’NİN HEDEFLERİ Mİ?

Hande Fırat’ın 13 Ekim tarihli ve “Fırat’ın Doğusu için Rejim İle PYD/YPG Arasındaki Gizli Pazarlık” başlıklı yazısında, Suriye’nin kuzey parselindeki yeraltı ve yerüstü zenginlikleri konusunda, Esat ile pazarlık yapan gücün kimliği açıkça belli olmuyor mu? 

Devletin elindeki bilgilere göre, PYD/YPG’nin Esat’a ilettiği istekler şöyle:

1) Suriye Petrol Bakanlığı’nın başına Kürt bir ismin getirilmesi.

2) PYD/YPG mevcut petrol gelirlerinin yüzde 25’ini rejime devredebilir, karşılığında rejim de mühendislik desteği vererek mevcut üretim kapasitesini arttırabilir.

3) Deyr Ez Zor’daki petrol kuyuları ile doğalgaz yatakları rejim ile ortak işletilebilir.

4) Rejim PYD/YPG’ye arıtılmış mazot ve benzin verir.

5) Mazot ve benzin aktarımının ABD’li bir şirket aracılığıyla yapılması.

6) Tabka Barajı’ndan örgüt kontrolündeki alanlara enerji nakil hatlarının çekilmesi.

PYD/YPG - Al Omar, Tanak, Azrak, Galban başta olmak zere 17 petrol ve doğalgaz kaynağını kontrol ediyor ve buralardan elde ettiği petrol ve doğalgazı pazarlayarak yılda 2 milyara yakın bir gelir elde ediyor. Rakka’daki Tabka Barajı ve Menbiç’teki Tişrin Barajı gibi su kaynakları, kurulması planlanan paravan devletin can suyu olarak elde tutulmak istenmek istenmektedir. 

 Rusya destekli Esat güçlerinin ülkenin güneyinden ve batısından süpürerek İdlib’e yığdığı, çeşitli çatılar altında toplanmış binlerce militandan oluşan terör örgütlerini düzenli ordular gibi kısa sürede toplayıp dağıtmak hiç de kolay değildir. 

Bu tabloya baktığımızda, “İdlib’te işlem tamam” diyebilir miyiz? Başta da söylediğimiz gibi, “İdlib’te işlem tamam mı?” sorusunu, “İdlib’te kilitlenen Ortadoğu’nun geleceği sorunu çözüldü mü?” şeklinde sormak daha doğru olacaktır.