Soçi anlaşması sonrasında İdlib, 2011’den bu yana yaşanmakta olan Suriye iç savaşının en kritik aşamasının yaşanacağı alana dönüştü.  Burada oluşan çok karmaşık tablo, İdlib sorununu, Türkiye’nin tek başına çözebileceği bir sorun olmanın ötesine taşımıştır. Yerli halkı, silahlı muhalefet gruplarını ve terör örgütlerini ayrıştırma konusunda ne kadar iyi niyetli olursa olsun, Türkiye’nin çözüm çabaları, Suriye pastasından pay kapmaya çalışanlar tarafından sabote edilmek istenecektir. Her yönden gelebilecek provokasyonlara karşı çok dikkatli olmamız gerekiyor. 

Bu arada, Pentagon’un “2023’e kadar üç parçalı bir Suriye” planı açıklaması, dikkatle irdelememiz gereken bir mesajdır.

Soçi Zirvesi’nden savunduğumuz tezler doğrultusunda bir mutabakat çıkması, İdlib’te bir insanlık dramı yaşanmasını önlemiş olduğundan sevindirici bir sonuç oldu, ama Türkiye’nin sırtına altından kalkılması oldukça zor bir yük bindirdi. 

10 maddelik Soçi anlaşmasında, “Ortak İran-Rusya-Türkiye Koordinasyon Merkezi’nin işlevlerinin geliştirileceğine”  ilişkin vurgulama yapılsa da asıl yükün Türkiye’nin sırtında olacağı anlaşılıyor. Rusya, Esat’ın İdlib’e saldırmasına engel olacak, Türkiye de içerde silahlı muhaliflerle terörist grupları ayrıştırma, ağır silahlardan arındırma operasyonu yürütecek. 

Üçlü Koordinasyon Merkezi 14-15 Eylül 2017’de, İdlib’te ateşkesin denetlenmesini sağlamak amacıyla, bir dizi askeri gözlem noktası kurulmasına ilişkin karar çerçevesinde oluşturulmuştu. Koordinasyon Merkezi’nin, silahlı muhaliflerle terörist grupları ayrıştırma ve ağır silahlardan arındırma konularında Türkiye’ye ne ölçüde yardımcı olacağını alandaki uygulama çalışmalarında göreceğiz. 

İdlib, 2015’ten bu yana, Esat muhaliflerinin kontrolündeydi. 201 yılının Eylül ayında Rusya’nın Suriye’deki içsavaşa Esat’ın yanında yer alarak katılmasıyla birlikte, ülkede dengeler değişmeye başlamıştı. Bu arada, Rusya ile olan ilişkilerini normalleştiren Türkiye önce Fırat Kalkanı sonra da Zeytin Dalı operasyonlarını gerçekleştirmiş, Astana’da Rusya, İran ve muhaliflerle birlikte masaya oturmuştu. Astana’da varılan mutabakata göre Suriye’de Doğu Guta’da, Humus’ta, Deraa ve Kuneytra’da ve İdlib’te dört “gerilimi azaltma bölgesi” oluşturulmuştu.

 Astana garantörlerinin kontrolünde olan bu bölgelerde yakın zamana kadar huzur vardı. Fakat, bu yılın Haziran ayında, Rusya Hava Kuvvetleri’nin desteğini arkasına alan Esat rejimi, “ABD’nin Suriye’den Akdeniz’e ulaşma hamlesini önlemek” gerekçesiyle, ülkenin güneyindeki üç çatışmasızlık bölgesi olan Doğu Guta’da, Humus’ta, Deraa ve Kuneytra’daki binlerce sivil ve silahlı muhalifi, tahliye anlaşmasıyla kuzeye süpürerek İdlib’e yığdı. Bu süpürme harekatı Rusya’nın desteği ile yapıldığından, ABD tarafından, “Astana Mutabakatı bozuldu” şeklinde yorumlamıştı. 

 Rusya ile ilişkilerini normalleştiren Türkiye, Afrin’deki PKK/YPG terör yuvalarına karşı operasyon yapma imkanı kazandırmış, peşpeşe gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla, kendisini güney sınırları boyunca kuşatacak "terör kuşağı”nın önünü kesmiş, Rusya ve İran ile birlikte güçlü bir baraj oluşturmuştu. Türkiye, bu sonuç nedeniyle, Astana Süreci ve Astana Mutabakatı’nın korunması konusunda çok duyarlıydı. Astana Süreci ve Astana Mutabakatı’nın olmadığı bir tarih sürecinde Türkiye’nin ne gibi sıkıntılar yaşayabileceğini çokiyi irdelemek gerekir. 

Türkiye, kendi toprak bütünlüğü açısından önemli gördüğünden, her fırsatta  Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyor. Bunu, Tahran Zirvesi’nde bir kez daha vurguladı. Fakat, Astana ortaklarının ve Fırat’ın doğusunda, YPG üzerinden, ülkenin yüzde 28’ini kontrolü altında tutan ABD’nin bu konuda ne kadar samimi olduğunu zaman gösterecektir. 

SON ÇATIŞMASIZLIK BÖLGESİ VE ZOR BİR SINAV

10 maddelik Soçi mutabakatına göre, İdlib’teki yerli halkı, silahlı muhaliflerle terörist grupları ayrıştırma ve ağır silahlardan arındırma sorumluluğu Türkiye’nin sırtına yüklendi. Türkiye’nin Astana Mutabakatı çerçevesinde İdlib’teki “gerilimi azaltma bölgesi”ni denetlemek amacıyla kurduğu 12 askeri gözlem noktası ve 1 üssü var.   Astana Mutabakatı’na göre İdlib bir “çatışmasızlık bölgesi”, ama Esat rejiminin güneyden başlattığı süpürme harekatı sonrasında İdlib tam bir arı kovanına dönüştü. 

İblib’te, çeşitli çatılar altında toplanmış, sayısını kimsenin net olarak bilemediği silahlı gruplar var. BM Güvenlik Teşkilatı, Esat’ın bombardımanı sürdürmesi halinde, burada oluşacak gerilimin üreteceği bir insani felaket tehlikesine dikkat çekmek için çok çaba harcadı. Türkiye, bölgenin en güney noktası olan Marek’e yaptığı askeri takviye harekatıyla, İdlib denklemiyle ilgili bütün taraflar karşısında bir kararlılık sergileme durumunda kalmıştı. 

Soçi anlaşmasında Türkiye’nin önüne konulan en sorunlu dosya Heyet Tahrir’üş Şam/Şam’ı özgürleştirme Heyeti (HTŞ). İdlib’in yarısından fazla alanı ve kuzey sınırı, BM’nin terör örgütü olarak tanımladığı el Nusra’nın devamı sayılan HTŞ’nin kontrolünde. Türkiye’de de BM Güvenlik Konseyi kararına uyarak, geçen hafta HTŞ’yi terör örgütü olarak tanıdığını ilan etti. Soçi’de düzenlediği basın toplantısında isim vererek (Nusra) söz etmesi, Putin’in HTŞ konusunda ne kadar duyarlı olduğunun göstergesidir.  

HTŞ’nin kaç silahlı elemanı var, HTŞ’nin arkasında hangi ülkelerin desteği var, HTŞ’nin içinde hangi ülkelerin vekalet savaşçıları barınıyor, net olarak bilinmiyor. BM Güvenlik Konseyi raporlarında HTŞ’nin 15 bin elemanı olduğu söyleniyor. Bunlar dışında, HTŞ’nin iki katı silahlı grup var. Rusya’nın Güvenlk Konseyi’ne verdiği rapora göre İdlib’te toplam 50 bin silahlı militan var. 

Suriye’de 16 grubun oluşturduğu Suriye Özgürlük Cephesi ile Ulusal Özgürlük Cephesi yerine kurulan Ulusal Kurtuluş Cephesi, HTŞ’nin hemen dağıtılması konusunda ısrarlı, ama çatısı altında hangi ülkenin vekalet savaşçılarının olduğu bilinmeyen 15 bin kişilik bir örgütü silah bırakmaya ikna etmek o kadar kolay mıdır? 

SURİYE KRİZİNİN EN KRİTİK AŞAMASINDAYIZ 

Soçi anlaşması sonrasında İdlib, 2011’den bu yana yaşanmakta olan Suriye iç savaşının en kritik aşamasının yaşanacağı alana dönüştü.  Burada oluşan çok karmaşık tablo, İdlib sorununu, Türkiye’nin tek başına çözebileceği bir sorun olmanın ötesine taşımıştır. Yerli halkı, silahlı muhalefet gruplarını ve terör örgütlerini ayrıştırma konusunda ne kadar iyi niyetli olursa olsun, Türkiye’nin çözüm çabaları, Suriye pastasından pay kapmaya çalışanlar tarafından sabote edilmek istenecektir. Her yönden gelebilecek provokasyonlara karşı çok dikkatli olmamız gerekiyor. Bu arada, Pentagon’un “2023’e kadar üç parçalı bir Suriye” planı açıklaması, dikkatle irdelememiz gereken bir mesajdır.

Türkiye öncelikle tek çatı altında topladığı gruplar Astana Mutabakatı’na göre “Muhalif’ sayıldıklarından Astana sürecindeki ateşkes rejiminin güvencesi altına alınmış oluyorlar. Türkiye, ‘muhalif’ statüsündeki bu grupları, siyasi çözüm arayışları sürecinde, yeni anayasa çalışmalarında masaya oturtma hazırlığı yapıyor. 

Türkiye’nin ılımlı muhaliflerin HTŞ’den ayrıştırılması sürecinde oldukça zorlanacağı anlaşılıyor. Allah yardımcımız olsun