Yedi kat yukarıda raks edecektim ki müzisyenimi kandırdınız. Matem müziği çalarak beni yalnız bıraktınız. 

Eteğimdeki yıldızlar dökülüyor. Görüyor musun? Giderek azalıyor şavkım... Oysa geceden ödünç almadım. Düpedüz çaldım seni. Ayın suya vuran aksinden çaldım. Anka kuşunun karanlık ve kuytu dehlizlerine yayılan sesinden çaldım. Güle âşık bülbülden kopardım seni. Ama olmadı. Yıldızlar yeryüzüne saçıldı, gölgesi göğe vurdu. Söndüm işte. Mutlu musun?

Yüreğim yasaklı kitaplara döndü. 

Her an bulunmaya hazır. Tetikte. 

Gizli kalmış öteye beriye saklanmış. 

Yüreğim nasırlı ellere döndü hissi alınmış, duyguları çalınmış. 

Dokunmayı şiirlerde bırakmış. 

Birbiri içine geçmiş 

Şair - şiir seviş genliğini yüreğine akıtmış.

Edebiyat, sanat, şiir, resim, heykel, müzik… Ruhu canlandıran, dışa vuran, düşündüren, düşündükçe de hissettiren. Olağan üstü bir eylem topluluğu. Bu ruhla yazmaya çalışırken, aynı ruhla okuyup hissettiğinizi inanın hissediyorum. “Olmayan sevgiliye mektuplar” serisinden sizinle imkânsız aşkın yazgısını paylaşmak istiyorum. 

Son romanım “Uçurtmalar Kirlenmez” den. Keyifli okumalar. Sevda kaçsın çayınıza. Haftaya görüşmek dileğiyle...

Sen uzadıkça aklımda, ben kısalıyorum. Siluetim kabıma büyük gelmeye başlıyor. Kalan boşlukları senle doldurmam gerekiyor.

Sen büyüdükçe karşımda, yıllar üzerinden geçip sende kalıcı çizgiler bıraktıkça, ben kahrımdan küçülüyorum. Konduramıyorum güzelliğine hiçbir eklenti, sivilce dahil.

Sen arttıkça içimde, yüreğimde; ben azalıyorum. Yani sen çoğaldıkça ben tekilleşiyorum. Ne kadar azalırsam o kadar iyi diyorum. Maksadım sana daha çok yer açabilmek. Her şeyimi, her yerimi senle doldurabilmek. Senin müsaadenle tabii ki. Seni incitmeden, üzmeden, kırmadan; coşkuma hayat sevincimi de katıp kocaman bir dünya kuruyorum kendimce. Beni anlamak istemiyorsun yine, burun kıvırmalarından, göz kaçırmalarından anlıyorum. Olsun... Anlamanı beklemiyorum. Beklentilerimin tümünü beklemeye aldım, uzun zaman önce. Her biri havada öylece asılı, eline alacağın günün umuduyla bekliyor.

Sen benden eksildikçe, yalnızlıklarım artmaya başladı, görüyorsun halimi. Solgunluğumun yegâne sebebi sensin. Bunu da sitem olarak kabul et lütfen. Yoksa seni üzmek değil gayem. Senin kısalmaya başladığın yerde, aradaki mesafeyi kapatmak adına giderek uzadım. Bak koptum işte!

Sen küçüldükçe, ki bu imkânsız benim gözümde; kast ettiğim benim hayatımın içindeki yerin küçülmeye başladıkça, korkularım, kederlerim çığ gibi büyüdü. Beni de içine alıp zirveden aşağıya hızla sürükleyip, koskocaman bir kar topu haline getirdi. Üşüyorum. Nerde elin?

En büyük serüvenim seni sevmekmiş meğer. Bunu sen benden gidince anladım. En büyük maceraperest benmişim. Senin gözlerinde çıktığım yolculuk hiçbir ülkeye benzemiyormuş. Ağzından çıkan sözlerin tılsımı  hiçbir ülkenin gizemiyle örtüşmüyormuş. En büyülü aşk çeşmeleri senin sevinç göz yaşlarının yanında ne de sönük kalıyormuş. Yalnız ve terk edilmiş bir kent gibiyim. Issız bir kent. Kuytularında sadece yalnızları ve ayyaşları barındıran.

Şu an yanı başıma sessizce uzanmış yalnızlığımla göz gözeyim. Sevişmeye ramak kala, ne de keskin bakıyor. Hiç sana benzemiyor. Sen usulca bakardın. Kadife gibi. Bakmaya çekinirdim masum gözlerine. Sanki çok bakarsam eksiltecekmişim hissi oluşurdu. Oysa yalnızlığımın gözleri keskin. Göz bebekleri titrek. Önce onunkileri kapıyorum. Geçmiyor içimdeki o tarifsiz huzursuzluk. Ardından kendi gözlerimi kapıyorum. Kuytu akşam serinliğinin ürpertisi vücudumu sarıyor. Deli bir sevişme geliyor, damarlarımda umutsuzca gezinip, gidiyor. Puslu oda karanlığa dönüşünce ve yalnızlığımı dahi göremeyince suya kafası zorla sokulmaya çalışılan biri gibi debelenerek açıyorum gözlerimi tekrar. Bak görüyorsun; hiç bir şeyden korkmayan o koca adam yalnızlığı ile baş başa dahi kalamayan ufacık bir adama dönüşüyor. Yalnızlığımı dinle:

Hüzün, özlem, pişmanlık, haykırış, mutsuzluk... Ne çok anlam yüklü. Bu kuytu odada her şey var. Her şey var da bir tek sen yoksun...