Bir devlet için yönetici, millet, teşkilâtlanma (organizasyon), toprak ve kanun gerekir. Hz. Peygamber’in hayatında bunlar gerçekleşmiş ve kendisi bir peygamber olmanın ötesinde, aynı zamanda kurduğu devletin başkanı olmuş ve devletle ilgili olarak...İlahî prensipleri uygulamaya koymuştur. O, asayiş, güvenlik ve sosyo ekonomik hayatın İslâmî hedefler doğrultusunda geliştirilmiş, İslâm öğretim ve eğitiminin plânlanması, vergilerin toplanması ve benzerî gayelerle vâliler, hâkimler (kadılar), vergi memurları (âmiller), öğretmenler (mürşidler, mübelliğler) görevlendirmiştir.
     Hz. Peygamber, halkın işlerinin hızla ve kolaylıkla yürütülmesini prensip ediniyordu. “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!” tâlimatını bu amaçla vermişti. Hz. Peygamber’in yapmış olduğu bir duası bu açıdan çok ilginçtir: “Allahım! Her kim ümmetimin işinden bir şeyi üzerine alır da onlara meşakkat verirse, Sen de ona meşakkat ver! Her kim de ümmetimin işlerinden bir şeyi üzerine alıp onlara lütuf ve merhametle muamele ederse, Sen de ona lütuf ve merhametle muamele yap!” 
     Hz. Peygamber’e göre halk hizmetlerinin yürütülmesi bir tür sosyal cihaddı. Görevliler de bunu yürüten muhakeme ve ictihad kabiliyetine sahip, bilgili, becerikli, dirayetli, anlayışlı, sempatik, güleryüzlü, hoşgörülü, iyi niyetli kişilerden seçiliyordu. Bir göreve ısrarla gelmek isteyen bundan engelleniyordu. Çünkü ihtiras, kişinin görevini kötüye kullanmasını, rüşveti ve iltiması doğurabilirdi. Hz. Peygamber bu konuda şu talimatı vermiştir: “Bir devlet memuriyetini (ısrarla) istemeyiniz. Zira şayet senin isteğin üzerine bu iş sana tevdi edilecek olursa, sen bu işteki kifayetsizliğinden dolayı sorumlu tutulursun; böyle olmayıp da sen istemeksizin bu iş sana tevdi edilecek olursa yardıma eriştirilirsin!”
     Hz. Peygamber, devlet idaresinde istihdam edeceği kişilerde becerikliliğe ve liyakatli olmaya o kadar önem vermiştir ki, ilk müslümanlar arasında olmakla bilhassa takva konusunda mümtaz bir sahabî sayılan Hz. Ebu Zerr-i Gıfarî’nin valilik isteğini geri çevirmiştir. Çünkü hadisteki ifadeye göre o, hizmet yerinde otoriteyi sağlamak konusunda zayıf kalacak ve başarısız olacağı için hizmetler aksayacak, neticede hem dünyevî ziyan, hem de uhrevî hüsran doğacaktı. 
     Bu durum Kur’an-ı Kerim’de yer alan “emanetlerin ehline verilmesi” prensibiyle yakinen ilgilidir. Nitekim Rasul-i Ekrem de çeşitli idarî kademe ve hizmetleri emanete benzetmiş ve, “...iş ehil olmayana verildi mi, kıyameti bekle!” demiştir. Hz. Peygamber istihdam ettiği bir devlet memurunun ihtiyaçlarını hazineden karşılıyor ve yetecek kadar da maaş veriyordu. 
     Memura, aile fertleriyle rahatça kalabileceği bir mesken sağlıyor, yani konut problemini hallediyor, ev işlerinde yardımcı olacak bir hizmetçi için tahsisat ayırıyor, işyerine gidip gelebilmesi için bir binit sağlıyordu, yani ulaşım problemini hallediyordu. 
     Bunlar temin edildikten sonra, alınacak her kuruşun bir kusur, haddi aşmak ve hırsızlık sayılacağını, görev başında iş takipçilerinden kabul edilecek hediyenin bile bir çeşit rüşvet sayılacağını söylüyordu. Ayrıca iğne değerinde bir şeyi bile zimmetine geçirmenin kıyamet gününde bir hıyanet ve hırsızlık olarak karşısına çıkarılacağını ifade ediyordu.
     Keza Hz. Peygamber, devlet memurlarının yüksek sorumluluk duygusuna sahip bulunmalarını ve adaletten ayrılmamalarını tenbih ediyor ve şöyle diyordu: “İnsanlar üzerinde yönetici olan kişi, bir güdücüdür ve güttüğünden sorumludur...” Ayrıca, “Kendi ahali ve idarelerinde bulunanlarla ilgili hükümlerinde her zaman adalet edenlerin Allah katındaki kıymetlerinin büyük olacağını” müjdeliyordu. “Zulmeden yöneticilerin ise cennete giremeyecekleri”ni belirtiyordu.
     Hz. Peygamber mesaide verimliliğin, çalışanların huzur ve anlaşmasına bağlı olduğu görüşündedir. Nitekim O, Yemen tarafına vali, öğretmen ve vergi memurlarını gönderirken, “...Birbirinize uyun, ihtilâfa (anlaşmazlığa) düşmeyin” diye sıkı bir biçimde tenbih (ve uyarı)da bulunmuştur. -Prof. Dr. Hüseyin Algül- (Asr-ı Saadet’te İslâm I, Editör: Prof. Dr. Vecdi Akyüz, Mart 2006 - İstanbul, s. 387 - 389)