Mazi ve geçmişi düşünürken şu hususları göz önüne almak lâzım.

     Bir ilim ve fende ya da bildirim ve anlatımda bir adam; o ilmin temel, ruh ve esaslarını alarak iddia, tez ve savını ona dayandırırsa; o ilim ve fende hazakat yani ustalık, maharet, hüner ve becerikliliğini göstermiş olur.

     Eğer insan tabiat ve huyuna ârif isen, yâni biliyorsan anlarsın ki, insanın; küçük bir haysiyetle, küçük bir dâvâda, küçük bir kavimde, o zaman ve mekândaki insanların fikir, düşünce ve inançlarına aykırı olacak küçük bir söz, fikir ve kanaati; serbestçe dile getiremediğini ve getiremiyeceğini ve ortama ters düşecek bir şeyi yapmaya cesaret edemediğini ve edemiyeceğini açıkça görürsün.

     Halbuki, Hz. Muhammed’den gerçekleştirmesi istenen dâvâ ne kadar büyükse, Hz. Muhammed’in bu cihamşümul / evrensel dâvâda elindeki imkânlar o kadar küçüktü. Hattâ yok denecek kadar azdı.

     Gayet / son derece cesîm / büyük bir dâvâyı omuzlayan Hz. Muhammed’in karşısında ise; hasra, sıkıştırma ve baskıya gelmeyen, hadsiz inat sahibi bir kavim olan Araplar vardı.

     İşte Hz. Muhammed; her bakımdan ümmîliği / okumamışlığıyla beraber; böyle bir toplumun karşısına çıkarıldı. Tabii Arapların şahsında, tüm insanlığı irşat etmek, onlara doğru yolu göstermek için. Allah tarafından her bakımdan mânen mücehhez / mânen donanımlı olarak. Aklın hiçbir şekilde kendi başına hareket edemeyeceği mes’elelerde; tam bir serbestiyetle, bilâperva / korkusuz bir şekilde, tam bir emniyet ve güven içinde ve herkesin gözü önünde; büyük ve İlâhî dâvâsına çalışması; O’nun sıdk ve doğruluğuna güneş gibi en büyük işaretlerdendir.

     Bedevîlere / Çöl Araplarına göre birçok nazarî ilimler vardır. Medenîler için ise yaşayış ve âdetlerin telkiniyle, herkesin bildiği sıradan ilimler arasına girmiştir. Bu ince mâna ve anlamlı nükteden ötürü hâllerini muhakeme etmek, akletmek ve anlamak için, kendini o bâdiye ve çölde farzetmek ve hissetmek gerekir. 

     Bir ümmî / okuma ve yazması olmayan bir insan; âlim ve bilginler arasında konuşulup müzakere edilen konularda fikrini açıklar. Üzerinde ittifak edip birleştikleri doğru noktalarda ise onlara katılır. İhtilâflı / farklı görüşlerin ileri sürüldüğü konularda ise, muhalefet ederek doğruyu ortaya koyarsa; bu, onun üstünlüğünü gösterir. Bilgisinin çalışma ile kazanılmış olmadığını ispat eder / kanıtlar.

     Bu noktalara dayanarak deriz ki: Hz. Muhammed herkesçe bilindiği gibi ümmî idi. Fakat, İlâhî bir terbiyeden geçmiş ve geçiriliyordu. Aynı zamanda kayıt kuyut altında bulunmayan / cevval bir rûhu vardı. Tayy-ı zaman ederek; tüm zamanları aşmış. Mazinin en gizli taraflarına girip çıkmış. Geçmiş peygamberlerin bütün hâllerine vâkıf olmuş. Bunları açıklamıştı. Bütün dünyaya karşı öyle azîm büyük bir dâvâda bulunmuştu ki, âlemin tüm zekî şahsiyetlerinin dikkatini üzerine çekmesini bildi. Korkusuzca ve kendinden emin bir şekilde ve tüm zamanların ilim ve fenlerine ters düşmeyecek bir usûl ve tarzda; fakat hepsini dairesine alacak, üstelik onlara yeni ufuklar açacak yeni görüşler ilham edecek surette, evrensel dâvâsını ortaya koydu. Ayrıca o sır ve hâllerin hayâtî nokta ve asıllarını da gözler önüne sermesini bildi. Bununla beraber önceki kutsal kitapların tahrife uğramayan yerlerini tasdik edip doğrulamış. Bozulan taraflarının asıllarını göstererek Azîz Kur’an’ın; onların doğru taraflarını tasdik edici olduğunu, dünya âleme en ufak bir tereddüt ve çekinceye mahal bırakmadan; kendinden son derece emin bir yüksek rûh hâli içinde dünya kamuoyunun nazarlarına sundu. 

     Velhâsıl; geçmiş peygamberlerin başlarından geçen kıssa ve hikâyeleri doğru bir şekilde bugünkü insanlar için aktarmış olması; O’nun sıdk ve doğruluğunun ve nübüvvet ve peygamberliğinin en büyük delil ve kanıtlarındandır.