Ramazan Ayı’na girdiğimiz bu günler de tüm insanlık âlemine rahmet, bereket ve güzellikler getirmesini dilerim.
Henüz mübarek günlere gireli bir kaç gün olmasına rağmen güzel Ülkem’in çeşitli yerlerinden gelen saldırı ve şehit haberleri ile üzüntümüz katlanarak devam ediyor.
Huzur, sağduyu ve hoşgörünün ön plana çıkması gereken günlerde, yüzlerin keder ve endişe içinde bulunması hepimizi derinden yaralamakta.
Bir parça da olsa bu durumdan uzaklaşmak ve yüzümüzde ufacık açacak olan gülümseme tomurcuğuna hepimizin ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
‘Güzel olan ne varsa eskilerde kaldı’ sözleri adeta kulaklarımda çınlıyor.
Hadi! Öyle ise hepbirlikte eski günlere, benim küçük yaşta yaşadığım Eski Ramazanları bir kez daha yad edelim.
Geçmişte o günlerde evimizde bir telaş oluşur, nedenini sorduğumuzda ‘Ramazan Ayı’ geliyor derlerdi büyüklerimiz. Evimizde büyük temizlikler yapılır, alış-verişlere gidilir ve evdeki eksikler tamamlanırdı. Evimiz iki katlı, büyük bahçesinde çeşitli ağaçların bulunduğu, küçüklerin rahatlıkla oynayabileceği güvenli bir alandı. Annem ve komşular birleşerek evimizin bahçesinde ateş yakıp yufkalar açar, pişerken kokusuna dayanamadığımız için arasına yağ sürüp elimize tutuşturur ‘çok sıcak dikkat edin’ derlerdi. O yufka ekmeğin tadını hala bugün gibi hatırlarım. Sonradan öğrendim ki; o yufkalar sahur zamanı geldiğinde ıslatılıp börek yapılırmış.
Gece uykumuzdan davul sesi ve maniler okuyan kalın sesli iri yarı davulcu amcaların penceremizde yankılanan sesleri ile uyanırdık. Mutfaktan gelen mis gibi kokular iştahımızı bir kat daha açardı. Babam, telaş içinde buzdolabından kaptığı soğuk gazozu bize uzatır, ‘davulcu amcaya camdan uzatın içi yanmıştır’ derdi. Ramazan Ayı boyunca her gece rutin bir şekilde bu durum devam ederdi. Davulcu amcalar, maniler eşliğinde eve yaklaşır, bizler ise pencere kenarında elimizde gazoz ile onları beklerdik.
Uykusu ağır olan komşuları camdan cama seslenerek uyandırmaya çalışılır, çoğu zaman hep birlikte sahur yemeği yenirdi. Okunan Ezan sesi ile herkes evine döner huzur içinde uykuya dalınırdı.
O zamanlar bizde Oruç tutmak istediğimiz için büyüklerimiz bize “küçükler yarım gün tutar, öğlen olduğunda siz orucunuzu açacaksınız, büyükler akşam olunca açacak der” bizi kandırırlardı.
İlk iftar, ailenin en büyüğü olan evde açılır, ilk iftar yemeğinde mutlaka nohutlu pilav yapılırdı. Büyüklerimiz bize nohutlu pilavın ilk iftar gününde yapılmasının bolluk ve bereket getireceğini söylerlerdi.  Ezan saati yaklaştığı zaman evde ne yemek pişti ise mutlaka komşuya ‘kokmuştur canı çeker’ düşüncesi ile bir tabak uzatılırdı. İftardan sonra babalarımız hepbirlikte Teravih Namazına giderken, annelerimiz bir araya gelirdi. İlerleyen saatlerde büyükler, küçüklere öğüt verici dini hikâyeler anlatır, bizler de anlatılanları gözümüzde canlandırmaya çalışırdık.
Mahallemizde durumu iyi olmayan ailelere sudan sebeplerle küçük işler verilirdi. Karşılığında onları rahatlatacak, geçimini sağlayacak ücretler ödenir, ay boyunca bir hane iftara çağırırdı.
Şimdi daha iyi hatırlıyorum, sahur vakti yaklaştığında annem erkenden kalkar her şeyi hazırlar, uyanamayan komşu olursa ‘hadi vakit az bize gelin her şey hazır derdi’.
Bayram yaklaştığında mahalle birleşerek durumu iyi olmayan ailelerin çocuklarına hediye adı altında bayramlıklarını alırdı, o çocukların ve ailenin sevinçleri hala gözlerimin önünden gitmez.
Oturduğumuz mahallede bayramdan bir ya da iki gün öncesinden bütün komşu kadınlar ellerinde süpürge ile bütün mahalleyi bir baştan diğer tarafa süpürür, yıkarlardı. Bayrama girerken sokağımız temiz olsun düşüncesi ile yapılan bu eylem ‘oh elimizi sağlık sokağımız tertemiz oldu’ sözleri ile son bulurdu.
Arife günleri ise ayrı bir telaş içinde olurdu bütün komşular, bayram boyunca gelen misafirlere ikram edilecek börek, çörek, tatlı ve yemekleri hazırlar, bayram ziyaretine gidildiğinde farklı tatlı ikram edebilmek için herkes birbirine hangi tatlıyı yapacağını söylerdi.
Bir yandan da dikiş bilenler bayramlık elbiselerini yetiştirmek için telaş içinde olurlardı. Bu telaş gecenin geç saatlerine kadar sürerdi. Annemin gece yarısına kadar bize elbise dikmek için uğraştığını çok iyi hatırlarım.
Yatağa bitkin ama her işi bitirmiş olmanın huzuru içinde Bayram Sabahına uyanmak üzere girilirdi.
Bayram sabahları ise ayrı bir telaş olurdu evlerde. Radyolar yükselen müzik sesleri güne meşe katar, erkenden kalkılırdı. Balkonlar, merdivenler yıkanır, evin son rötuşları yapılırdı. Babam ise çoktan Bayram Namazına gitmiş olurdu.
Biz yeni elbiselerimizi giymenin telaşı içindeyken annem çoktan kahvaltı sofrasını hazırlamış babamı bekliyor olur, böylece bir Ramazan Ayını gerini bırakarak bayrama erişmenin mutluluğu ve iç huzuru ile bayrama girilirdi.
Bizler herşeye rağmen şanslı ve mutlu çocuklardık.
Günümüzde iç huzuruna erişmenin, her geçen gün daha güç olduğunu görüyoruz. Aynı sevgi, sabır, paylaşım ve tevekkülün yaşadığımız zor koşullar altında eriyip gitgide azaldığını gözden kaçırmak mümkün değil. 
Komşuluk ilişkileri ise nerede ise yok denilecek kadar az, neredeyse birçoğumuz karşı komşusunu bile tanımıyor, eskilerin davulcu amcalarından, ‘gece uykumu bölüyor’ diyerek şikâyet edenlerimiz ve davulcuların dahi kaldırılmasına sebep olanlarımız mevcut.
Ramazan Ayı’nın simgesi olan davulcu amcaları görebilmek bile güzümüzde ayrı bir tebessüm oluşmasına sebep.
Hepimiz bir yaşam mücadelesi içinde koşarken asıl unutulmaması gereken insani duygulardan gitgide uzaklaşır olmuşuz ve bırakın paylaşmayı ‘ne yapsam da kar etsem’ derdine düşmüşüz, bayramların gerçek anlamını unutarak tatil yapmak için bir sebep olarak görmüşüz.
Hal böyle iken, ebediyete olan yolculuğumuzda yanımızda götürdüğümüz tek şey manevi olarak yaptıklarımızdır.
Yada yapmadıklarımız.
Eğer yazdıklarımı okurken içinizde bir kıvılcım oluşturabildi isem ne mutlu bana, o zaman ne duruyoruz en yakınımızda bulunan yardıma ihtiyacı olan birilerine yardım elimizi uzatalım eminim ki akşam başınızı yastığa koyduğunuzda iç huzuru ile rahat bir uykuya dalacaksınız.
Şimdi gel de söyleme ‘nerede o eski Ramazanlar’.
Ramazan’ı şerif, bolluk, bereket, sevgi, birlik ve beraberliğin bir arada olduğu, oruç, sabır, yardımlaşma, dayanışma, rahmet, bereket, af ve mağfireti içinde barındıran tek aydır.
11 Ayın Sultanı Hoş Geldin Şehr-i Ramazan.
Sevgilerimle.