Mesnevi tarzında yazılmış, İran menşeli olmasına rağmen Türk yazarlar tarafından tanıtılmış, çok sayıda ve farklı şekillerde yazılarak yayınlanmıştır.Türkçede ‘Hüsrev ve Şîrin’ adı ile anılır. İlk defa, Firdevsî(1) tarafından yazılan Şehnâme(2) isimli eserde yer almıştır. Yaşanmış bir hayat hikâyesi olmasına rağmen, değişik şahıslar tarafından eklemelerle farklı şekillerde yazıldığından, daha ziyâde, sözlü edebiyatın geçerli olduğu dönemlerde değişikliklere uğradığından efsâne hâline gelmiştir.

Eser, Hüsrev(3), adındaki Sasani Devleti(4) hükümdarı ile Şîrin’in aşklarını anlatır. Hikâye, Azerbaycan Türklerinden şâir ve edip Genceli Nizâmî(5) tarafından yazılınca, edebî bir hüviyet kazanmış, dünyaca tanınmış ve Firdevsî’nin Şehnâmesi içerisinde unutulmaktan kurtulmuştur. Günümüzde ‘Hüsrev ve Şîrin’ denilince ilk akla gelen Nizâmî’nin yazdığı eserdir.

Diğer Hüsrev ve Şîrin yazarlarından bâzıları şöylece sıralanabilir: Senai(6)Altın Orda Devleti şâirlerinden (hakkında günümüze hiçbir bilgi ulaşmayan) Kutb, 1341 yılında Nizâmî’nin eserini Kıpçak Türkçesine çevirmiştir. Böylece ilk Türkçe Hüsrev ve Şîrin okuyucusu ile buluşturulmuştur. Ârifî (14. üzyıl), Hüseyin Baykara(7), İmâdüddin Fakih (ölümü: 1371).

Anadolu bölgesinde ilk Hüsrev ve Şîrin’i Aydınoğlu Îsâ Bey adına, Fahrî adında bir şahıs, 1367 yılında kaleme aldı. Osmanlı Devleti pâdişahı Sultan İkinci Murad Han zamanında Şeyhî(8) , Çağatay Hanlığı’nda Ali Şîr Nevâî(9), Sultan İkinci Beyazıd Han döneminde Şehzâde Korkud başta olmak üzere pek çok şâir ve edib tarafından, 8 adet, Kanûnî Sultan Süleyman Han döneminde 7, Sultan Üçüncü Selim Han döneminde 3 adet Hüsrev ve Şîrin yazıldı. 1870 yılında Manastırlı Mehmet Rifat(10), Hüsrev ve Şîrin adını taşıyan tiyatro eserini yazdı.

Hüsrev ile Şîrin’in konusu ilk defa İranlı şair Firdevsî’nin Şehnâme isimli eserinde, kısa bir bölüm olarak ele alınmıştır. Türk asıllı İranlı şair Genceli Nizâmî, Hüsrev ile Şîrin’in aşk hikâyesini bağımsız bir eser hâlinde geliştiren ilk yazardır. Hüsrev ve Şîrin isimli diğer kitaplar, Genceli Nizâmî’nin eseri temel alınarak hazırlanmıştır. Bir aşk macerasının asırlar boyunca ilgi görmüş ve sevilmiş hikâyesi olan Hüsrev ve Şîrin'in aslı Sâsânî Hükümdarı Pervîz'in hayatından alınmış olup Şîrîn ü Hüsrev, Şîrîn ve Pervîz, Ferhâd ve Şîrîn, Ferhadnâme gibi adlarla da bilinmektedir

520-628 yılları arasında yaşayan Hüsrev'in şaşaalı saltanatı, sevgilisi Şîrin, atı Şebdîz ile musikişinasları Bârbed, Nikisâ ve hazineleri hakkında çeşitli efsâneler ortaya çıkmıştır. Hüsrev'in çok zengin ve ihtişamlı bir hükümdar olduğunu belirten tarihî kaynaklarda O’nun siyasî hayatına geniş yer verildiği halde Şîrin'le münâsebetine birkaç satırla temas edilir. Mesnevilerde ise Hüsrev'in siyasî hayatı kısaca geçilirken asıl ağırlığı Şîrin ile olan aşk macerâsı teşkil eder. Hüsrev'in tarihî şahsiyetinin çok iyi bilinmesine karşılık Şîrin'e ait bilgiler birbirini tutmamaktadır. (DEVAM EDECEK)

AÇIKLAMALAR:

(1)Firdevsî: Asıl adı Ebu’l Kasım Mansur’dur. 935 yılında, İran sınırları içerisinde bulunan Tus şehrinde doğdu, 1026 yılında aynı şehide öldü. İran’ın millî destanı Şehnâme’nin yazarıdır. Yüksel değerde mal varlığı olan bir köylü idi. 60.000 beyitten meydana gelen eserini 35 yılda hazırladı. Fars hükümdarlığının târihini anlatır. Eserin kısa bir bölümünü, ‘Hüsrev ve Şîrin’ oluşturur.

(2)Şehnâme: Ferdevsî’nin geniş çaplı araştırmalarla topladığı ve son şeklini verdiği İran târihine ait bilgileri ihtiva eden, mesnevî tarzında yazılmış 60.000 beyitlik eser. İnsanların iyiye, güzele ve doğruya yönelmesi için ahlâkî öğütler de vermektedir. Türkçeye, Lâtinceye, İngilizce, Almanca, İtalyanca ve Fransızcaya çevrilmiştir.

(3)Hüsrev: Doğum târihi belli değildir. 590 yılında babasının ölümü üzerine hükümdar oldu. 628 yılında ölümüne kadar 38 yıl devletini yönetti. Onun zamanında Sasanî Devleti, en geniş sınırlarına kavuştu.

(4)Sasani Devleti: 226 yılında Birinci Erdşîr tarafından kuruldu. En tanınmış şehinşah Birinci Hüsrev, sonuncusu Üçüncü Yezdigird’dir. Halkı, Mecûsî inancına mensuptu. Devlet 642 yılında Nihâvend Savaşı’nı kazanan İslam Devleti tarafından târih sahnesinden silindi.

(5)Genceli Nizâmî: Azerbaycan’ın Gence şehrinde, 1141 yılında doğdu, aynı şehirde 1209 yılında vefat etti. Azerbaycan Türklerindendir. Felsefe, edebiyat, tıp, geometri alanında bilgi sâhibi, filozof ve şâirdir. Eserlerini Farsça yazdığı için Fars/İranlı olduğu iddia edilir. Oğuz Türklerindendir. Leyla ile Mecnun Mesnevisini yazdı. Diğer eserleri: Hamse, Sırlar Hazinesi, Yedi Güzel, İskendernâme. Kendisinden sonra gelen şâir ve ediplerin eserlerinde Genceli Nizâmî’nin izleri görülür.

(6)Senai: Gazneliler Devleti hükümdarlarından Gazneli Mes’ud döneminde yaşamış Türk mutasavvıf-şâirdir. (Doğumu: Gazne 971-Vefatı: Gazne 1131)

(7)Hüseyin Baykara: Doğumu: Afganistan’da Herat şehri 1438. Emir Temur’un soyundandır. Kayınpederi Merv hükümdârı Muizeddin’in vefatı üzerine hükümdâr oldu. 1506 yılında doğduğu şehirde vefat etti. Türk kültürünü korumak ve feliştirmek için çok çalıştı. Türkçe Dîvan’ı vardır. Aynı zamanda bestekârdır.

(8)Şeyhî: Kütahya’da doğdu. Doğum târihi belli değildir. 1428 yılında doğduğu şehirde vefat etti. İlk Osmanlı şâirlerinden ve aynı zamanda hekimdir. Genceli Nizâmî’nin Hüsrev ve Şîrin Mesnevi’sinden ilham alarak yazdığı eser, vefatı sebebiyle yarım kalmıştır.

(9)Ali Şîr Nevâî: Doğu Türkistan Türklerindendir. 1441 yılında Herat’ta doğdu. 1501 yılında vefat etti. Çağatay Türk edebiyatının en kuvvetli ediplerindendir. Eserlerinde Türk kavramını işlemiş, Türkçenin en gelişmiş dil olduğu fikrini müdafaa etmiştir. Hükümdar Hüseyin Baykara’nın hizmetinde bulunmuş, O’nun savaşta olduğu dönemlerde ülkenin idâresini üstlenmiştir. Muhakemüt’ül-Lûgateyn isimli eseri ile tanınır.

(10)Manastırlı Mehmet Rifat: Yunanistan’ın Manastır şehrinde 1851 yılında doğdu. Sultan İkinci Abdülhâmid Han’ın emriyle sürgün hayatı yaşadığı Suriye’nin Halep şehrinde 1907 yılında vefat etti. Nâmık Kemal’in tesirinde kalarak ateşli bir hürriyet taraftarı olmuştu. Asker, şâir ve oyun yazarıdır. Pekçok eser kaleme almıştır.

DERKENAR: BU DİL VAR YA… / 1 İBRAHİM ŞAŞMA

Bu dil var ya bu dil, ağzımdaki ak süt idi. Babamın içli bir of çekişi, annemin beni dizlerinde sallarken, yüreğinden koparıp gözlerime sürdüğü ninniydi. Gelin kızların avuçlarına kına yakılırken duyduğum en yanık ve en içli türküydü.

Bu dil var ya bu dil, pencereme vuran yağmurun tınısı, bir çoban çeşmesinden akan suyun o en saf en tabîi sesiydi. Yüzü güneş, yüreği hasret yanığı anaların ‘guzum’ demesiydi bu dil. Bu dil var ya bu dil, naftalin kokulu sandıklarda saklanan yaldızlı bohçamdı benim. İçerisinde bütün hayatım vardı. Aidiyetim, milliyetim ve hürriyetim… Millî kimliğim ve mayamdı bu dil. Benim harcım dilimle karılmıştı. Merhemim dil olmuş, yaram dilimle sarılmıştı.

Bu dil var ya bu dil, karlı dağlarımın kekik kokulu güzeli, semalarımda uçan kuşun kanadıdır. Onun olmadığı her yerde, anasın yitirmiş çocuk misali onu aradım. Dudaklarım çatladı onsuz, yüreğimin bir ucu kanadı. Güneş tenimi yakarken ana dilim yoksa üşürüm, yönümü kaybederim. Gün nereden doğar nereden batar bilemem. Ana dilimi hiçbir şeye değişmem. O, içtiğim suya, ciğerlerime çektiğim tertemiz nefese benzer. Gökte ayımın şavkıdır, penceremden içeri süzülen. Yedi renkli dağ çiçeklerinin efsunkâr kokusu, kimliğimin benliğimin var oluşumun temeli ve dokusu… Ağzımdaki ak sütümdür, damarımdaki kanım. Ona sâhip olduğum kadar yaşarım, ona sâhip olduğum kadar insanım.

Zaman törpüsüne dağlar taşlar dayanmıyor. İklimler, mevsimler her şey değişiyor… Güneş değişiyor, ay değişiyor. İnsanlar değişiyor. Ve ben bu çelik dişli çarkın karşısında çocuk yüreğimden sıyrılıp bir nefer edâsında sarılmak istiyorum değerlerime, kimliğime benliğime ve dilime. Bunun için tek bir silah verilmiş elime… Aklım fikrim ve geçmişime olan bağlılığım. Biliyorum bir dil bir milletin aynasıdır. Geçmişiyle geleceği arasında kurulan köprüdür. Bu dil var ya bu dil, milletimin var olma sebebidir. Varlığının temelidir. Dilinden vazgeçen bir toplum her şeyinden vazgeçmiş demektir. Ana dilimi yitirdiğimde biliyorum cemre düşmeyecek başıma. Yağmurlar yağmayacak saçlarıma. Güneş, güneş olmayacak ve düşmeyecek ayın şavkı pencereme.

Ana dilimle yol alırken ve onu, ekmeğim suyum kadar severken, daha bir emin oldum kimliğimden. Onunla yaşarken ve onu yaşatırken çok daha sağlam bastım adımlarımı yere. O dilimde iken kendimi asla kaybetmedim. O bende iken kaybolmadım. Aslımdan ve neslimden tâviz vermedim.

Biz kerpiç evimizin çamurunu onunla kardık. Onunla seslendik sevdiklerimize. Onun gölgesinde söyledik türkülerimizi. Onunla büyüdüm ben. Onunla emzirdi gül anam beni. Hayatım her kesitinde onu hissetim. Babamın şefkati vardı özünde, annemin sıcaklığı. Göğün mâvisi ve güneşin sarısı. Yağmur niyetine saymıştım ana dilimi. Meğerse ben, ne kadar sevdalıymışım ana dilime. Meğerse ben ondaymışım. Onda doğmuşum, onunla ‘ana’ demişim ilk… Mâviyi onda tanımışım. Yeşili onda alı onda, balı onda… Ciğerime çektiğim bir nefesmiş o. Tuz kadar sevmişim onu.

Çağdaş dünyada kimliğimle o müstesna yerimi alabilmek adına sevdam ile sefere çıkıyor ve sevdam ile yürüyorum. Zaman törpüsünde aşınmasın diyerek ona sarılıyor üşümesin yanmasın diye kollarımla, bedenimle sarıp sarmalıyorum onu. Bizi biz yapan her gün içinde yaşadığımız değerlerimizin hakkını vermek adına bunu kendime görev olarak görüyorum. Ana dilime sâhip çıkmadığımda, her gün biraz daha bozulup yok oluş yoluna girecek biliyorum. Korkum budur, derdim budur. Sen de diline sâhip çık. Düşman dilinden vurmasın seni. Sen dilini kendine kılıç kalkan bilirsen, düşman da kendine dünyaları dar bilir.

Çocuk yüreğimle onu diliyorum onu dinliyorum. Gölgesinde dinleniyorum. Ana dilim olsun ağzımda hep, o dem şenleniyorum. Konuşma dili olarak şarkı türkü söyler gibi o var yanımda. Yazı dili olarak hatâsız kullanabildiğim sürece o dil benimdir. Sanat dili olarak, güzelliğine güzellikler katabilirsem ne mutlu bana. (Antalya’da yayınlanan Nevzuhur Dergisi’nden iktibastır.) (DEVAM EDECEK)

KUŞBAKIŞI: BU BİR İSYAN ŞARKISI DEĞİL / Lazlar, Kimlik, Müzik:

Konya, Adana veya Gaziantep gibi, Karadeniz’e uzak bölgelerde yaşayan, Karadeniz şeridine gitmemiş bir kişi, Samsun’lunun, ‘Laz’ olduğunu düşünür. Samsunlu, Lazların Ordu’da, Ordulu, Giresun’da, Giresunlu Trabzon’da, Trabzonlu, Rize’de olduğunu söyler. Rizeli, Fındıklı ilçesinden değilse Lazların Artvin’de bulunduğunu söyler. Artvinli ise Arhavi ve Hopa’ya yönlendirir. Fındıklı’da, Arhavi ve Hopa’da doğup büyüyenler ve 3-5 kuşak öncesinden beri buralarda yaşıyorlarsa Lazlıklarını gizlemezler.

Elbette adı geçen vilâyetlerde ‘Laz’ denilebilecek insanlar bulunur. Fakat azınlıktadırlar. ‘Geldim’ yerine ‘celdum’, ‘gidiyor’ yerine ‘gideyi’, ‘üç’ yerine ‘uç’ diyenlerin Lazca konuştuğunu zannedenler de yanılırlar. Lazca, tamâmen ayrı bir dildir. Lazcaya birkaç misal: Ekmek: mçkudi, su: sğay, komşunun çocuğu: hetepeşi bere, ben bu gün hastayım: ma andğa zabuniyen… Lazlara en yakın insanların Tonya, Of ve Pazar’da Lazcanın farklı versiyonları konuşulur. Tabî ki Lazca bilen kaldıysa…

Lazlara ait kısa iki fıkra:

-Siz Lazlar neden soruya soru ile karşılık verirsiniz? -Kim dedi oni sağa? Yoktur ole bir şeycuk da… -Siz Lazlar terlik-merlik , para-mara… gibi cisimlere âdetâ bir soyadı ekleyerek konuşuyorsunuz. -Pakma sen olara. Olar, çoluk-çocuktur da…

Karadenizliler, burun yapılarıyla, konuşmaları, hamsi hoşafı, lahana kapuskası, Laz böreği ve diğer yemekleri, oyunları ve silaha olan meraklarıyla… en çok da kendi kendilerini ‘ti’ye alan kendi üretimi fıkralarıyla ülkemizin en renkli insanlarıdır.

Aslen Rize’nin Pazar ilçesinden olan Trabzon doğumlu Nilüfer Taşkın, ‘Bu Bir İsyan Şarkısı Değil / Lazlar, Kimlik, Müzik’ isimli eserinde bu renkli insanlarımızı anlatıyor. Etnisite, kültür, kimlik konularındaki harâretli tartışmaların olmazsa olmazı ‘Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi...’ tekerlemesinin tam göbeğinde adları geçse de Lazlar, etnisite tartışmalarının tâmamen dışında kalmasını bilmişlerdir. Bu rağmen, kendi köklerine tam mânâsıyla bağlıdırlar. Vatanseverlikleriyle temâyüz etmişlerdir.

13 X 19,5 santim ölçülerinde, 248 sayfa hacimli eserde Lazlar biraz daha yakından tanıtılıyor. Bu meyanda; Lazların kısa târihi, şehirleşme süreci, çay tarımının târihi, Laz aydınlarının üretimleri, Lazca, ağırlıklı olarak Laz müziği, Fadime ile Temel bağlamında yeni Laz kimliği, Laz kadınları ve Lazlara ait husûsiyetlerin tamâmı değilse bile tamâmına yakını doyurucu bir şekilde anlatılıyor.

Eserde; ‘Karadeniz’in hırçın dalgası gibi asi’ olarak karikatürleştirilmiş bir tip, fıkra kahramanı, şiddet sever veya millet-devletin bekçileri olmanın çok ötesindeki Laz kimliği sıkıcılıktan uzak, renkli ve eğlenceli bir anlatımla sunuluyor. Lazları ve Laz kültürünü eserlerine konu olarak ele alan Sosyolog Dr. Mehmet Bilgin, Av-Yazar Özdemir Özbay, Ali İhsan Aksamaz, Muhammed Vanilişi, Ali Tandulava, Rahmetli M. Recâi Özgün, Mustafa Papila, Selma Koçiva ve diğerlerineNilüfer Taşkın’ın dâhil olması Laz kültürüne alâka duyanlar için ciddî bir kazançtır. ‘Bu Bir İsyan Şarkısı Değil’ isimli eser, sadece Karadenizliler için değil Türkiye’nin renklerine ilgi duyan herkes için kıymetli bir çalışmadır.

İLETİŞİM YAYINLARI: Binbirdirek Meydanı Sokağı Nu: 3 İletişim Han. Sultanahmet, Fatih, İstanbul. Telefon: 0.212-516 22 60, Belgegeçer: 0.212-516 12 58 e-posta: [email protected] internet: www.iletisim.com.tr

TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİNİN PSİKOLOJİSİ:

Mücâhit Gültekin Mart 2018’de yayınlanan eserinde; 1950’li yıllarda altın çağını yaşayan Türkiye-ABD ilişkilerinin 1964 yılında ABD Başkanı Lyndon Johnson’ın İsmet İnönü'ye yazdığı mektupla kırılma noktasına gelmesine rağmen, ABD'nin Türkiye üzerindeki askerî, siyâsî, iktisâdî tesirlerinin devam ettiğini anlatıyor. Ermeni ve Kıbrıs meselesi ile Türkiye aleyhine devam ettirilen terör hareketlerine verdiği desteğe rağmen devam eden ilişkilerin temelindeki psikolojik yapıyı tahlil ediyor. PINAR YAYINLARI: Alemdar Mahallesi, Çatalçeşme Sokağı Nu: 27, Defne Han Oda: 15 Cağaloğlu, Fatih, İstanbul. Telefon: 0.212-520 98 90 Belgegeçer: 0.212-527 06 77 e-posta: [email protected] www.pinaryayinlari.com

ALT DÜNYA SEÇİLMİŞLER: Ateş ve Toprak… Kimilerine göre biri yok eder biri hayat verir. Kimilerine göre birini insan var eder, diğerini insan yok eder. Bu iki ismi taşıyan ve bu iki isim kadar birbirinden uzak iki kardeş ve aralarında Habil ve Kabil ile başlayan bir problem: Kıskançlık… Engin Eser, bizden unsurlarla fantastik bir hikâye sunuyor: Efsuncular, Tepegözler, Ulu Geyik ve diğerleri… BİLGEOĞUZ YAYINLARI: Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64 e-posta: [email protected] www.bilgeoguz.com.tr

KISA KISA / KISA KISA…

1-FELSEFEDEN EDEBİYATA: Vefa Taşdelen / Hece Yayınları.

2- TÜRK MODEL DEVLETİ / GÖK TÜRKLER: Prof. Dr. Ahmet Taşağıl / Bilge Kültür Sanat Yayıncılık.

3-TÜRKLERİN SERÜVENİ / METEHAN’DAN ATTİLA’YA, FATİH’TEN ATATÜRK’E: Prof. Dr. Feridun M. Emecen, Prof. Dr. Abdülkadir Özcan, Yrd. Doç. Dr Ali Güler, Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Yrd. Doç. Dr. Haşim Şahin, Cansu Canan Özgen, Emrah Safa Gürkan / Kronik Kitap.

4-PSİKOLOJİK VİRÜS: Sefer Darıcı / Destek Yayınları.

5-ALLAH'A İMAN: Ulvi Murat Kılavuz / Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.