Eğer HÜRRİYET dedikleri; haysiyet kırıcı tecavüzlere fırsat veriyorsa,

Eğer HÜRRİYET dedikleri; iki yüzlülüğe ve bozgunculuğa imkân tanıyorsa,

İftiralara ve insafsızcasına intikam fikirlerinin ortalıkta dolaşmasına izin veriyorsa,

Şeytancasına safsata ve yanıltıcı sözlere hayat hakkı tanıyorsa,

Hele diyanette, dindarlıkta yani dinsel emir ve buyruklara riayette, lâubalîcesine / saygısızca hareketlere müsait ve uygun bir zemin sağlıyorsa,...

HÜRRİYET’in var olduğu söylenen böyle yerler; ister medeniyetin mutluluk veren sarayları da olsa, aslında oralar akrep ve yılanların yuvalandığı yerlerdir.

Düşmanlıkların cirit attığı mahallerdir.

HÜRRİYET böyle yerlerde aslında yok, ancak sözde vardır.

Çünkü mutlak HÜRRİYET, buralara bedel, yüksek dağlarda yurt tutmuş olsa gerek.

Nazlı HÜRRİYET; bu mimsiz medeniyette kendine yer bulamaz.

Fikir hürriyeti, düşünce özgürlüğü, söz hürriyeti ve hattâ hüsnüniyet ve temiz kalplilik ve kalp selâmeti / kalbin korku ve endişelerden uzak olmasını bu durumda; ancak dağlarda aramak lâzım.

Oysa Asya’nın ve İslâm âlemi’nin ilerleme ve gelişmesinin birinci kapısı; meşru meclise dayalı yönetim şekli ve din çerçevesi içinde kalan HÜRRİYET’tir.

İslâm talihi, kaderi ve ikbalinin anahtarı ise; ister Meşrutiyet, ister Cumhuriyet, ister Demokrasi; hangisiyle isimlendirilirse isimlendirilsin; bunlardaki şûra yani danışma kurulunu harekete geçirmektir.

Nitekim meşru meclise dayalı yönetim şekli olan Meşrutiyet, Cumhuriyet veya Demokrasi denen idare şekli; gerçek mânâda tatbik edildiği takdirde, yaklaşık iki milyarlık İslâm âleminin mânen esaretten kurtuluşunun tek çaresidir.

Öyleyse, yaşasın meşru meclise dayalı idare tarzını seçenler. Sağ olsun İslâmın hakikatlerinden tam ders alan HÜRRİYET güneşi.

X

Âdeta İslâmiyet; yabancıların nazarında -ne yazık ki- ilerlemeye, adalete ve HÜRRİYET’e engel sanılıyor!

Halbuki ilk müslümanların, özellikle o zamanda HÜRRİYET, eşitlik ve adaletleri apaçık delildir ki; İslâm dini, insan hak ve HÜRRİYETlerini, adalet ve eşit hukukun bütün bağ ve gerektirdiklerini içinde barındırıyor.

Öyle ise, bize düşen; zamanın ihtiyaçlarına göre, o âdil hükümleri uygulanır hâle getirmektir.

X

HÜRRİYET’ten maksat; maddeye taparcasına değer verme düşüncesi demek olan maddiyyunluktan gelen; iman ve İslâm’dan ayrılma, sapkınlık yani doğru ve hak yoldan çıkma, yani dalâlet fikrine yol açmak olmamalı.

Çünkü bu; hayvanlara has olan bir HÜRRİYET’tir.

HÜRRİYET’ten hayvanlar gibi kural tanımaz bir özgürlük anlamı çıkarmamalıdır.

X

Gerçek anlamda HÜR olan, ancak mü’mindir / inanandır.

Çünkü dünyayı sanatla yaratan Allah’a abd / kul ve hizmetkâr olanın; halkın karşısında aşağılanmaya tenezzül etmemesi gerekir.

Demek ki, imana ne kadar kuvvet verilse, HÜRRİYET de o kadar kuvvet bulur.

Fakat sınırsız HÜRRİYET ise, tam bir vahşet ve barbarlık hâlidir. Belki hayvanlıktır. HÜRRİYET’in sınırlandırılması da, insanlık açısından zarurî ve elzemdir.

Zira gösterişe, zevk ve eğlenceye aşırı düşkün, faydayı zararı ayırdetme yeteneğinden mahrum kişiler; HÜR yaşamak istemediklerinden, kötülüğü emreden nefsin, rezil bir şekilde esareti altına girmek istiyorlar. Kısaca demek lâzımsa: İslâm dairesinin dışında kalan HÜRRİYET; ya istibdat / baskı veya nefsin esareti veya canavarcasına hayvanlık veya vahşettir.