SAMUEL HUNTİNGTON’U OKUMADAN ELEŞTİRMEK

AĞZINA LAF KOYARAK, ÇARPITARAK TENKİD ETMEK SORUNU!  (1)

("Clash of Civilizations", of a post-Cold War new world order.)

(11)

Gazeteciler Huntington’a soruyorlar; “Türkiye kendi isteği ile Anglosakson modele geçemez mi?” Şöyle cevap veriyor: Geçebilir. Bu şekilde geçmesi durumunda da bu zaten medeniyet dayatması olmaz. Ancak böyle bir karar sorunları azaltsa da tamamen çözemeyecektir. Çünkü Türkiye’nin bu noktada yapması gereken 'Fransız modeli olmadı, bir de Anglosakson modeli deneyelim' demek olmamalı. Türkiye, öncelikle kendi etik kodlarını, kendi milli kültür değerlerini (Cumhuriyet sonrası da dâhil olmak üzere) keşfetmeye çalışmalı ve bu bilinci kazandıktan sonra, değişim konusunda 'kendisi olarak' ‘kendisi gibi davranarak’ adım atmalıdır. 

Bu cevap yanlış mı?

  Soru: Türkiye'de Anglosakson modelini savunanlar kendi kimliklerini bilmiyorlar mı? 

Maalesef bilmiyorlar.  Türkiye'deki Anglofiller, ya liberal düşünceden, ya da İslamileşmeden endişe ederek bu modele geçilmesini savunuyorlar. 

Liberal düşünceden hareket edenlerin önemli bir kısmı, devletin küçültülmesinin bütün problemleri çözeceğine ikna olmuş durumda. Bu amacın başarıya ulaştırılması onlar için ilk değil, son gaye. 'Bu işi bir halledelim, ondan sonra her birey özgür bir ortamda istediği yöne gitsin' anlayışı ile hareket ediyorlar. Bu anlayış, sosyal ve ideolojik uzlaşmayı gerektireceğini göremiyor.  Ancak kişinin 'ne istediği' konusu, 'kim olduğu' ile çok yakından ilgilidir. Liberaller ise işin bu yönünü ihmal ederek, sadece hantal ve otoriteryen devletin işlemediğinden hareket ederek devletin küçültülmesi, ekonomik hayatın liberalleştirilmesi konusuna odaklanıyorlar. Bu da onları felsefi anlamda kısırlaştırarak birer 'şartlanmış aktivist' haline getiriyor. 

İslami duygulardan hareket edenlerin durumu biraz daha farklıdır. Çünkü dini kaygılara sahip olmaları nedeniyle kimlik konusuyla yakından ilgililer. Kimi İslamcılar (Burada Fethullahçı yapıyı kastetmiş olabilir.) tıpkı Kemalistler gibi hem modernleşmeyi hem de Batılılaşmayı kabul ediyorlar. Ancak genel yaklaşımlarında Türkiye'nin kendisine dönüp, medeniyetini 'kendi elleriyle' 'kaldığı yerden' inşa etmeye devam etmesi yerine, Anglosakson modeline geçmesini öneriyorlar. 

Bu kesimin sunduğu argümanlara bakıldığında göze çarpan bir diğer şey de, teklif ettikleri modeli kimliklerine değil, kimliklerini, modele uydurma gayreti içinde olmalarıdır. Bu yaklaşım medeniyet dayatması olarak tanımlanamaz elbette, ama bunun bir medeniyet inşası olmadığı da kesin. Bu bir tür medeniyet adaptasyonudur. Medeniyetin yeniden ihyası değildir.

Dikkat edilirse Huntington aynı medeniyetin kopyalanamayacağını, birebir tekrar etmeyeceğini zamana ve şartlara uyum sağlayarak yeni formatlarla devam edeceğini söylüyor. 

Mesela kimi İslamcıların takkıye yaparak ileri sürdüğü; 'Demokrasiyi kabul ediyor ve destekliyoruz', 'Teokratik düzeni kabul etmiyoruz', 'Laik devletin ve laik hukukun meşruiyetini kabul ediyoruz', 'Kadınların erkeklerle aynı kutsal haklara sahip olduklarına inanıyoruz' gibi ifadelerle yüklü olan manifestonun üslubunda, bir duruş ortaya koymaktan çok, bir yaranma endişesi hatta ikiyüzlülük olduğu seziliyor. 

Ancak bu bir inanç değil, sisteme adaptasyon sorunu değil; kimlik ve medeniyet sorunu olduğu açıktır.

Küreselleşme neticesinde kültürler ve medeniyetler arasındaki etkileşim arttığına göre farklı medeniyetlerin birbirlerini tesir altına alarak etkilemeleri ara formatlar oluşturmaları mümkün değil mi sorusunu şöyle cevaplandırıyor:  Elbette etkileyecektir. Ancak iki medeniyetin etkileşiminden söz etmek için, öncelikle karşımızda kendi kimlik ve değerlerinin bilincinde olan iki farklı medeniyet olması gerekir. Burada ise, 'Ben kimim?' sorusunu kendine sormamış olan, bu nedenle de kendi düşünce tarihini bilmeyen, bilmediği için de teklif sunmayan; kendi 'prensipler bildirgesi'ni başka bir medeniyet tarafından ortaya atılmış kavramlarla sunmaktan başka çaresi olmayan temsilcilerle karşı karşıyayız.