Yarın idrak etmeye başlayacağımız Ramazan-ı Şerif dolayısıyla;

oruç, vaaz, iman, Latin harfleriyle Kur’an-ı Kerim okunması ve Türkçe okunan sûrelerle namaz kılınması konularında merak edilen ve çok sorulan konularda bilgi veriyor.

Oğuz Çetinoğlu: Peygamber (sav) Efendimiz; ‘Din nasihattir.’ Buyuruyor. Camilerde, insanları dîni yönden aydınlatma maksadıyla yapılan konuşmalara; ‘va’z’ deniliyor. Kur’an-ı Kerim’de va’z hakkında Âyet-i Kerime var. Va’z, İslamiyet’i tebliğ maksadı ile yapılıyor. 

Bunlar, va’z ile ilgili olarak sıradan Müslümanların dağarcığındaki bilgiler. 

Va’z ile ilgili detayları sizden dinleyebilir miyiz?

İhsan Toksarı: Evet. Peygamberimiz (SAV), ‘Din nasihattir.’ Buyurmuştur. İslam Dini, gönüllere nasihat yoluyla yerleşmiştir. Zorla, kılıçla girmemiştir. Haçlıların, İspanya yarım adasında yaptığı gibi, Müslümanlar, İslamiyet’i zorla kabul ettirmeye çalışsalardı, fethettikleri ülkelerde tek gayri Müslim kalmazdı. Yüce Allah şöyle buyuruyor: ‘İslam’da zorla Müslüman yapmak yoktur.’ (Bakara S. 256)

Yüce dinimiz; gönüllere, vaaz, nasihat ve öğütlerle girmiştir. 

Vaaz; nasihat, öğüt demektir. Bunun metodunu da Yüce Allah şu âyetle  Belirtmiştir: ‘Sen Rabb’inin yoluna, hikmetle ve güzel öğütle dâvet et ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et.’ (Nahl S: 125)

Allah (cc) yoluna dâvette üç esas konulmuştur. 1- Hikmetle dâvet: Akla, mantığa uygun sözlerle. 2- Güzel öğütlerle, 3- Dâvet edilmesi en güzel yollarla. Yâni dâvet ettiğiniz kimselerin kültür seviyelerine, örf ve âdetlerine uyacak ve onları ikna edecek şekilde. İslam’a dâvet, mutlaka bu üç esasa göre yapılmalıdır. 

Camide vaat yapan vaiz, cemaatin  kültür seviyesine göre izah etmelidir. İstanbul camilerinde vaaz ederken cemaatin kültür seviyesine göre, Anadolu’nun ücra köşesinde vaat ederken, onların kültür seviyesine göre vaaz etmelidir.  

Çetinoğlu:  İslam’da niyet önemli. Fakat yeterli olmasa gerek. Niyetinin hâlis olduğunu iddia edenler, yanlış işler yapabiliyorlar. Niyet ve amel ilişkisi hakkında bilgi verir misiniz?

Toksarı: İslam’da niyet, bütün amellerin ruhu ve özüdür. Niyet sâdece ibâdetlerde değil, dünya ve ahiret işlerimizin hepsinde olmalıdır. Niyet ve ihlas olmayan bir iş ve ibâdet, Allah tarafından asla kabul görmez. 

Peygamberimize (SAV) bir Müslüman sordu: ‘Ben cihad ederken hem Allah’ın rızâsını kazanmak ve hem de insanların beni övmesini, kahraman görmelerini istiyorum.’ Dedi. Allah Resulü (SAV); ‘Allah ancak, Allah rızâsı  olan amelleri kabul eder.’ Buyurdu. Yâni bir Müslüman her iş ve ibâdetinde sâdece Allah rızâsına niyet ederse, o niyet kabul olur.  Halk deyimiyle, bir taşla iki kuş vurulmaz. 

Çetinoğlu: İslam’da iman da çok önemli. Yalnızca iman sâhibi olmak da yeterli değil. Önce iman kavramını açıklar mısınız?

Toksarı: İslam’da iman, son derece önemlidir. Bir kimsenin imanı yoksa, hiçbir ibâdeti, ameli makbul değildir. 

İman, inanmak demektir. İslam’da iman ise, Allah’ın birliğine, Hz. Muhammed’in (SAV) Allah’ın kulu ve peygamberi olduğuna kalbiyle inanmak ve diliyle şehâdet etmektir. Yâni, Allah’a ve O’nun gönderdiği kitaba (Kur’an’a) inanmak ve Peygambere iman etmektir. 

Bâzı kimseler; ‘Biz Kur’an’a inanır, O’na tâbi oluruz. Peygamber elçidir, vâsıtadır. O’nun söylediklerini kabul etmeyiz.’ Derler. Bunlar, Kur’an’ı bilmeyen kimselerdir. 

Kur’an’da Yüce Allah, Peygambere tâbi olmayı, O’na itaat etmeyi emretmektedir: ‘De ki: Allah’ı seviyorsanız, bana tâbi olun. İşte o zaman Allah sizi sever, günahlarınızı affeder.  …. Allah’a ve peygambere itaat ediniz, eğer kabul etmezlerse (kâfir olurlar), Allah kâfirleri şüphesiz sevmez.’ (Âl-ı Imran S. 31,32)

Çetinoğlu: İyi bir Müslüman imanını nelerle donatmalı?

Toksarı: İyi bir Müslüman, önce Allah ve Resulünden gelen bütün emirlere inanmalıdır. Başta namaz olmak üzere Allah’ın emrettiği emirleri yapmalıdır.  Bütün insanlara en güzel ahlak örneği olan Peygamberimizin güzel ahlakıyla ahlaklanmaya çalışmalıdır. O’nun gibi amel etmeye gayret etmelidir. Amelsiz iman, dışarıdan taarruzlara dayanamaz. 

Çetinoğlu: İslamiyet, mantık dinidir. Müslümanlar; akıl ve mantık ile vahiy ilişkisinde zorlanabiliyorlar. Çözüm için tavsiyeleriniz var mı?  

Toksarı: Evet, İslam mantık dinidir. Üzerinde konuşulan âyetin hikmetini, inceliğini bilen Müslümanların; akıl, mantık ile vahiy işinde zorlanması mümkün değildir. Zorluk; o âyetin hikmetini, inceliğini bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Vahyi, ilahî emirleri gönderen de Yüce Allah’tır; aklı, mantığı yaratan da Allah’tır. ‘Allah’ın yaratmasında hiçbir  uyumsuzluk göremezsin.’ (Mülk S. 3)

Çetinoğlu: Peygamber Efendimiz (sav) ‘Kim ki Kur’an-ı Kerim’i kendi görüşüne göre yorumlarsa, kâfir olur.’ Buyuruyor. 

İyi niyetle yapılan yanlış yorumlar da insanı küfre götürür mü? 

Toksarı: İyi niyetle de olsa, kendi görüşüne göre yorumlamak insanı küfre götürür. Çünkü Kur’an ilimlerini bilmeyen, Arapçanın bütün kaidelerini, edebiyatını bilmeyen, Kur’an âyetlerinin tamamını bilmeyen kimseler, iyi niyetli olsalar da çok yanlış yorumlar  çıkarabilirler. 

Kur’an’da âyetler, konu-konu ayrılmamıştır. Mesela zekât konusundaki hükümler, Kur’an’ın ön surelerinde olduğu gibi, orta surelerinde, son surelerinde olabilir. Bir sûrede bulunan âyeti, başka sûrelerde olan âyetler tamamlayabilir. Hatta hükmünü nesh eder. ( kaldırır, hükümsüz kılar.) 

Basında, televizyonlarda bunun çok sakat örneklerini görmekteyiz. Tanınmış bir yazar, Kur’an’ın Nahl suresi 67. âyetinde; ‘Üzüm ve hurmadan içki çıkarılmasını uygun görmüş. İşte bakınız şarabı övüyor.’ Diye yazdı. Halbuki bu âyet müşriklerin Mekke’deki hayatlarını anlatmaktadır. Allah (cc) şu âyette şarabı, kumarı açıkça haram  ettiğini beyan etmektedir: ‘Ey iman edenler; şarap-kumar, taşla-okla fala bakmalar, şeytanın amelinden bir pisliktir. Kaçınınız ki, felaha eresiniz.’ Maide S. 90) 

Çetinoğlu: İyi bir Müslüman olmayı arzu eden insana; asgarî ölçüde ve öz bilgiler verecek 5 kitap tavsiye eder misiniz?

Toksarı: İyi bir Müslüman olmayı arzu eden insana, şu kitapları tavsiye edebilirim: 1- İslam Dini (Ahmet Hamdi Akseki), 2-Büyük İslam İlmihali (Ömer Nasuhi Bilmen), 3- İslam Prensipleri (Ali Kemal Belviranlı), 4- Kimya-yı Saadet ( Gazali), 5- Osmanlı Târihi (Filibeli Ahmet).  

Çetinoğlu: Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu’nun yönlendirmesiyle siyaset de yaptınız. İslamiyet’te siyâsetin, siyâsette İslamiyet’in yerini belirler misiniz?  

Toksarı; Merhum Fethi Gemuhluoğlu ağabeyimizin yönlendirmesiyle 1973-1980 yılları arasında TBMM’de bulundum. İmanlı bir neslin yetişmesi için çaba harcadım. Seçim bölgem İstanbul’da 7 İmam-Hatip Lisesi’nin açılmasını sağladım. (Topkapı Sarayı’nda, Yavuz Sultan Selim Han’ın Vakfiyesi olan devamlı Kur’an Okunması Vakfı, Cumhuriyetin ilanından sonra kaldırılmıştı. Teklifimle yeniden okunmasını sağladım ve elimden geldiği kadar devamına hizmet etmeye çalıştım.

İtidali, ölçüyü kaçırmamak şartı ile İslam’a hizmet gayesi ile politikaya girmeyi faydalı bulmaktayım.  

Çetinoğlu: Ülkemizde çok tartışılan bir konu: Türkçe Kur’an ile namaz kılınabilir mi? Asr-ı Saadet’te, geçici bir süre için, Farsça Kur’a-ı Kerim ile namaz kılındığından söz ediliyor. İlahiyat profesörlerinin bile bu konuda farklı yönlendirmeleri olabiliyor. Sizin görüşünüzü alabilir miyim?

Toksarı: Türkçe Kur’an diye bir şey yoktur. Ancak Kur’an’ın Türkçe meâli olabilir. Tam manâsı ile tercüme olmaz. 

Kur’an’ın lafzı da, manâsı da Allah kelâmıdır. İlahiyat profesörlerinin bir kısmı yüce dinimizin açık prensiplerini değiştirmeye kalkıştıklarını esefle müşâhede etmekteyiz. 

Çetinoğlu:  Latin harfleriyle yazılı Kur’an-ı Kerim okumanın hükümlerini açıklar mısınız?

Toksarı: Latin harfleri ile Kur’an okunması doğru değildir. Çünkü Arap harfleriyle Latin harfleri arasında büyük uyuşmazlık vardır. Mesela Latin harflerinde tek bir  (h) harfi vardır. Arap alfabesinde ise iki adet (h) harfi vardır. Noktalı (h) ve noktasız (h). İkisinin ağızdan çıkış yeri ayrıdır. Mesela ‘Hallak’ kelimesi, noktalı (h) ile yazılırsa; ‘Allah=Yaradan’ manâsına gelir. Noktasız (h) ile yazılırsa: ‘Hallak=Berber, kesici’ manâsına gelir. 

Çetinoğlu:  Orucun faziletlerinden söz eder misiniz?

Toksarı: Orucun maddî-manevî, rûhî, sıhhî çok büyük faydaları vardır. Allah’ın en mükemmel yarattığı insan oğlunun organlarının senede bir ay dinlenmeye ihtiyacı vardır. 

Tıp mensuplarının bildirdiğine göre bir insan az yese, sadece su içse de vücudumuzdaki ilahî mekanizma, 6-7 saat çalışmadan dinlenmeye, rölantiye geçmiyor. İşte sahurda yenilen yemek için tam faaliyette olan vücudumuz, öğleye kadar çalışıyor. Ondan sonra akşama kadar rölantiye çekiliyor.  

Manevî bakımdan insana şahsiyet, irade kazandırıyor, nefsine hâkim olmayı öğretiyor. İçimizdeki içgüdü ve nefis, yeme ve içmeyi istiyor. Fakat  oruç tutmak suretiyle, Allah’ın emrine uyarak nefse ‘dur’ demeyi öğreniyoruz. 

Bunun için Allah Resûlü (SAV) şöyle buyurmuştur: ‘Ey gençler topluluğu! Gücünüz yetiyorsa evleniniz, evlenme masraflarına güç yetiremiyorsanız, oruç tutunuz. Çünkü oruç, koruyucudur.’ 

Yine Yüce Peygamberimiz; ‘Oruç tutunuz. Sıhhatli olusunuz.’ Buyurdu.

Orucun önemli bir özelliği daha vardır: Her ibâdete, riya=gösteriş girebilir. Ancak oruca girmez. İnsan, kimsenin görmediği yerde yiyebilir. Fakat orucu Allah rızâsı için tuttuğundan yemiyor. 

Çetinoğlu: Yarın, Ramazan bayramının Birinci günü. Müslümanlar Bayram namazı için câmilere gidecekler. Bayram namazı yılda iki defa kılındığı için bütün teferruatıyla hatırlamakta zorlananlar olabilir. Bayram namazının târifi ile röportajımızı bitirebilir miyiz Hocam? 

Toksarı: Güzel ve faydalı olur. 

Cemaatle kılınan Bayram namazı iki rekâttır. Bu namazı diğer iki rekâtlık namazlardan ayıran en önemli özellik her rekâtta yapılan fazladan üç tekbirdir.

*Cemaat düzgün sıralar halinde imamın arkasında yer alır ve ‘Niyet ettim Allah rızası için Ramazan Bayramı namazını kılmaya, uydum hazır olan imama’ diye niyet eder.

*İmam ‘Allahu Ekber’ deyip ellerini kulak hizasına kadar yukarıya kaldırınca. Cemaat de, sessizce ‘Allahu Ekber’ diyerek ellerini kulak hizasına kaldırıp göbeği altına bağlar.

*Hem imam, hem de cemaat gizlice ‘Sübhaneke’yi okur. Bundan sonra üç kere tekbir alınır. Tekbirlerin alınışı şöyledir:

*Birinci Tekbir: imam yüksek sesle, cemaat da onun peşinden ancak kendisinin işitebileceği kadar alçak sesle ‘Allahu Ekber’ diyerek (ilk tekbirde olduğu gibi) ellerini kulak hizasına kadar yukarıya kaldırıp sonra aşağıya salıverirler. Burada üç defa ‘sübhanallah’ diyecek kadar beklenir. 

*İmam, ikinci defa ‘Allahu Ekber’ diyerek eller kulak hizasına kadar yukarıya kaldırılıp yine aşağıya salıverilir ve burada da birincide olduğu kadar durulur.

*İmam, üçüncü defa ‘Allahu Ekber’ diyerek ellerini kulak hizasına kadar yukarıya kaldırır ve bu defa, ellerini iki yanına salıvermeksizin göbeği altında bağlar. Cemaat de aynı hareketleri yapar.

*Bundan sonra imam, gizlice ‘Euzü Besmele’ çeker. Cemaat de içinden Euzü Besmele çeker.  İmam, sesli olarak Fatiha suresini ve bir sure daha okur. Cemaat bir şey okumaz, imamı dinler.

*Rükû ve secdeler yapılarak, ikinci rekâta başlamak üzere ayağa kalkılır. Ve eller, göbeğin altında bağlanır.  İkinci rekât için ayağa kalkılır ve eller bağlanır.

*İmam gizlice besmele çeker. Cemaat de sessizce besmele çeker. İmam, sesli olarak Fatiha suresini ve bir sure daha okur.  Sure bitince imam yüksek sesle, cemaat da içinden birinci rek'atta olduğu gibi üç kere daha tekbir alır. Burada ilk rekâttan farklı olarak üçüncü tekbirden sonra eller bağlanmadan, dördüncü tekbir ile rükua varılır, sonra da secdeler yapılarak oturulur.

*Son oturuşta İmam ve cemaat, Ettehiyyatü. Allahumme salli, Allahumme barik ve Rabbena atina... duasını sessizce okuyarak önce sağa, sonra sola selam verirler. 

*İmam minbere çıkarak hutbe okunur. Bayram namazı, imam’ın okuduğu hutbeden sonra nihayete ermiş olur. Hutbe bitmeden camiden çıkılmaz. 

Tekbir getirme bayram günleri yapılan en önemli ibadetlerdendir. Hem namazlardan önce hem de namazlardan sonra tek olarak ve cemaatle birlikte tekbir getirilir. ‘Allâhu ekber Allâhu ekber, lâ ilahe illâllahu vellâhu ekber. Allâhu ekber ve lil-lâhi'l-hamd’ şeklinde yapılan bu tekbirler Bayram namazlarına heyecan ve coşku katar. 

 

İHSAN TOKSARI:

1934 yılında Kırıkkale’nin Keskin İlçesi’nin Ceritmüminli Köyü’nde dünyaya geldi. Hâfızlığını Keskin Kur’an Kursu’nda ikmal etti. 

1950 yılının Şubat ayında İstanbul’a geldi. 1951-1952 yılına kadar eski medrese müderrislerinden, İstanbul Müftüsü Bekir Hâki Yener’den ve diğer hocalardan Molla Camiye okudu. 

İmam hatip liselerinin ilk açılısında, bu okulun ilk talebelerinden oldu. 

1955 yılında vaizlik imtihanını kazandı. İstanbul’un büyük camilerinde vaaza başladı. İlahiyat ve Hukuk fakültelerinden mezun oldu. 1965-1967  yıllarında Diyânet İşleri Başkanlığı Teftiş Heyeti Başkanlığı yaptı. Tekrar İstanbul ve Trakya bölgesi vaizliğine tâyin edildi. 

1973-1980 yılları arasında milletvekilliği yaptı. 1980’den bu yana, İstanbul’da fahrî vaiz olarak hizmet vermeye devam ediyor.