Hollywood sinemasında oyunculara yönelik ırk ayrımcılığını konu aldığı 2 haberden oluşan "Hollywood'un ötekileri" başlıklı dosyasının ilk haberinde, çektiği filmlerle uzun yıllar adından söz ettiren Çin asıllı ABD'li dövüş sanatçısı ve eğitmeni Bruce Lee'nin ırkçılığa karşı verdiği mücadele ele alındı.

Kültür, politika, sanat ve müzik alanlarında çalışmalar yapan ABD'li yazar ve gazeteci Jeff Chang, AA muhabirine yaptığı açıklamada, babasının Hong Kong, annesinin ise İngiliz kökenli olduğu düşünülen Bruce Lee'nin Hollywood filmlerindeki Asyalı tasvirini değiştirerek, ırkçılıkla mücadelede sembol isim haline geldiğini söyledi.

Ailesinin iş seyahati için gittiği ABD'nin San Francisco kentinde 27 Kasım 1940'ta dünyaya gelen Bruce Lee'nin, çocukluk yıllarını Hong Kong'da geçirdiğini dile getiren Chang, şöyle konuştu:

"Bruce Lee, Büyük Britanya kolonisi olan Hong Kong'da büyüdü. O dönemde Hong Kong'da ırk ayrımına dayanan bir yönetim vardı ve Çinli çoğunluğun İngiliz azınlık tarafından yönetilmesi söz konusuydu. Çinli ve biraz da Avrupa kökenli bir genç olarak büyüyen Bruce, bunu fazlasıyla hissetti. Koyu tenli olduğu için kolonideki diğer Çinlilerin hissettiği türden ayrımcılık ve baskıya maruz kaldı."

Chang, Lee'nin Hristiyan temelli erkek okullarına gittiğini belirterek, "Bruce, çocukken okulda pek çok çocuk tarafından hedef alınıyor ve zorbalığa maruz kalıyordu. Minyon bir çocuktu. Sanırım zorbalara karşı mücadele etmeye çalışırken gerçek anlamda gelişemedi. Çok sağlıksız, minyon ve çelimsizdi." ifadesini kullandı.

Hırçın bir çocuk olarak yetişen Lee'nin, Çin dövüş sanatlarının bilinen adı "Kung Fu" tekniklerini bilinçsiz şekilde öğrenmeye başladığını söyleyen Chang, Lee'nin Kung Fu'ya olan ilgisinin en büyük nedeninin annesine kendisini zorbalara karşı koruyacağına dair verdiği söz olduğunu dile getirdi.

Chang, Lee'nin ergenlik dönemini "genç bir eşkıya gibiydi" şeklinde nitelendirerek, "Çabuk sinirlenen biriydi. Kolayca tahrik olduğu için kavgaya tutuşurdu. Çok hassastı ancak açık olan şey şu ki Lee genç bir delikanlı olduğunda mesele artık sadece kendini savunmaktan ibaret değildi. Artık dışarı çıkıp kavga başlatıyor ve sokaklarda kavga çıkarıyordu." diye konuştu.

 "ABD'ye gider gitmez ırk ayrımcılığıyla yüzleşti"

Amerikan vatandaşlığı bulunan Lee'nin ergenlik döneminde çok fazla kavgaya karıştığı için ailesi tarafından ABD'ye gönderildiğini ifade eden Chang, "Aslında onu beladan uzak tutmak, hapse girmesini ya da daha kötü duruma düşmesini engellemek ve Lee'nin okumasını istiyorlardı." dedi.

Chang, Lee'nin önce San Francisco, ardından da Seattle'a taşındığını belirterek, "Lee, ABD'ye gider gitmez ırk ayrımcılığıyla yüzleşti. Çoğu Asyalının San Francisco ve Seattle'daki Çin Mahallesi gibi tecrit edilmiş mahallelerde yaşadığını gördü. Okulda tanıştığı insanların çoğu yoksul, işçi sınıfı, siyahi, Latin Amerikalı, Filipinli ve Japon'du." ifadesini kullandı.

Lee'nin siyahi ve ABD'li Japon arkadaşları aracılığıyla Amerikan ırkçılığını tanıdığına dikkati çeken Chang, "Genç yaşta polis tarafından dövülen siyahi bir arkadaşı vardı. Bu olayla siyahilere nasıl davranıldığını çözmeye başladı. Daha sonra İkinci Dünya Savaşı sırasında toplama kamplarında hapsedilen birçok Japon Amerikalı ile tanıştı. Sanırım bu onun ezilen kişi olmanın ne demek olduğunu kavramaya başladığı noktaydı." değerlendirmesinde bulundu.

Chang, ABD'de ekonomik ve ırksal baskının olduğu bir ortamda kendi yolunu çizmeye çalışan gençlerle vakit geçiren Lee'nin, onlara Çinli olmayanlara öğretilmeyen bir Çin dövüş sanatını öğrettiğini belirterek şöyle devam etti:

"Bruce Lee'nin savunduğu şey şuydu; 'onlara bunu öğretmeliyim çünkü her halükarda bana saldırmaya çalışacaklar ama bu insanlarla bütünleşebilirsem, kültürümün güzelliğini anlamalarını sağlayabilirim.' Böylece beklenildiği gibi çok ırklı bir gruba eğitmenlik yapmaya başladı. Bence bu da ilk öğrencisi ve siyahi arkadaşı olan Jesse Glover gibi insanlara güven duygusu verdi. Çinliler, genel olarak da Asyalılarla dayanışma duygusu sağladı. Yıllar içinde pek çok siyahi insana ders vererek bir bakıma bu renk bariyerini kırdı."

 "Hiçbir şekilde aşağılanmaya tahammül edemiyordu"

Bruce Lee'yi en iyi tanımlayan kelimenin "onur" olduğuna vurgu yapan Chang, "Bruce, Amerika'da Asyalıların çok kötü muamele gördüğü dönemde bile kim olduğuyla gurur duyuyor ve Asyalı olmaktan korkmuyordu. Hayatı boyunca onunla tanışan kişilerin dikkatini çeken şey, hiçbir şekilde aşağılanmaya tahammül edemediğiydi." ifadesini kullandı.

Chang, Bruce Lee'nin Hollywood filmlerindeki Çinli ve Japon tasvirinden rahatsız olduğunu dile getirerek, "O dönem Chop Chop adında bir karakter vardı ve bir tür dişlek hizmetçi klişesini canlandırıyordu. Bruce Lee, 'Bu tür rollerin hiçbirini asla kabul etmeyeceğim ve üstlendiğim rolleri, Asyalı erkeklerin gücünü, dayanıklılığını ve kararlılığını mümkün olan en iyi şekilde gösterecek şekilde canlandırmaya çalışacağım' diyerek kendine söz verdi." dedi.

Toplum için sanat, sanat için hiciv: Hüseyin Rahmi Gürpınar Toplum için sanat, sanat için hiciv: Hüseyin Rahmi Gürpınar

Ünlü aktörün Kung Fu filmleriyle toplumsal eşitsizliklere vurgu yaptığının altını çizen Chang, "Enter the Dragon'da (Ejder Kalesi) Bruce'un küçük bir adamı savunduğunu görürsünüz. Siyahi arkadaşının ölümünün intikamını alıyor ve kötülüğe karşı savaşıyordu. O, kesinlikle adalet için ayaklanabilen insanların gücünü temsil etmeyi kendine görev edinmişti." diye konuştu.

Chang, ABD'de Bruce Lee filmlerinin daha çok tecrit edilmiş mahallelerde gösterime girdiğini ifade ederek, "Bunlar Çinli, Japon ve siyahilerin birlikte yaşadığı mahallelerdi. Birçok yönden bu filmler iki taraftaki farklılıklar arasında köprü kurmaya yardımcı oluyordu çünkü hem Asyalılar hem de siyahiler ırksal baskının diğer tarafında olmakla kendilerini özdeşleştirebiliyordu. Bruce, toplumda söz sahibi olmadıklarını düşünen insanlar için kahraman haline gelmişti." dedi.

Bruce Lee filmlerinin zamanla beyazlardan da ilgi gördüğünü söyleyen Chang, ünlü aktörün Hollywood filmlerindeki Asyalı tasvirini değiştirdiğine dikkati çekti.

"Yaşasaydı ezilenlerin sesi olmaya devam ederdi"

Chang, Lee'nin geçirdiği beyin ödemi nedeniyle 32 yaşında hayatını kaybettiğini anımsatarak, "Bruce, yaşarken başarıyı hiç tadamamış biriydi. ABD ve dünya çapında gerçek bir dönüm noktası yakalayamamıştı. Yaşadığı dönemde büyük bir aktör olarak görülmüyordu ancak bugün onu, o dönemdeki en büyük yıldızların çoğundan daha fazla hatırlıyoruz. Bu kesinlikle onun ezilenlerin sesi olmasından kaynaklanıyor." görüşünü dile getirdi.

Ünlü dövüş ustasının, kendisinden sonraki nesillere hakları için mücadele etmeyi öğrettiğini vurgulayan Chang, sözlerini şöyle tamamladı:

"Bruce Lee, kim olduğumu açıklamaya çalışırken hiçbir zaman kimseye boyun eğmek zorunda olmadığımı fark etmemi sağlayan kişiydi. Bence yaşasaydı, kesinlikle film yapmaya ve temsil edilmeyenleri, azınlıkları ve kendini baskı altında hissedenleri temsil etmeye devam ederdi. Irkçılığın üstesinden gelme ve birbirimizle uyum içinde yaşama mesajını aşılamayı sürdürürdü."