Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız Fatma Betül Sayan Kaya Hollanda ziyaretine Belçika sınırına yakın Zeeland Bölgesinin Oostburg İlçesine bağlı Türkiye (Turkeye) köyüne, Türkiye Yolu’ndan (Turkeijeweg) giderek ve karşısına çıkan Türk Bayrağını selamlayarak başlasaydı, herhalde bu gerginlikler yaşanmaz, bu ülkeyle 450 yıllık geçmişi olan ilişkimiz yara almazdı. Böylece oluşacak sempatik ortamda iktidarın referandum beklentisi olan “evet” oylarını artırmak belki daha da kolaylaşabilecekti  Her ne olursa olsun, bakanlarımıza ve onların yanındaki vatandaşlarımıza polisli-köpekli saldırıları devletimize ve milletimize yönelik bir saygısızlık ve küstahlık olarak kabul ediyoruz.

Referandumda 2-3 puanlık oy artışı beklentisiyle inatlaşarak ve zorlamayla AB ülkelerinde siyasi çalışma yaparak, hem orada yaşayan vatandaşlarımızı tedirginlik ve gelecek kaygıları içine itmemizin, hem de bu ülkelerle olan ilişkilerimize zarar vermemizin açıklanabilmesinin zor olacağını düşünmekteyiz. Bunun yanında bu ülkelerde bize ve ülkemize sevgi ve sempatisi olanları da göz ardı etmemeliyiz. Yıllar önce TRT’de yayımlanan “Uzaktaki Dostlar” ve “İzler” başlıklı çekimleri yapan İlhan KARAÇAY’ın işlediği bu ilişkileri de unutmamalıyız. İşte onlara birkaç örnek:

Buram buram Türkiye kokan bu köyde hiç Türk yaşamıyor. Köyün Sakini Hollandalılar,  Türkiye’den gelenler ve  bu ülkede yaşayan Türkler dışında bugüne kadar bir Türk yetkilinin ziyaret etmemesinden üzüntü duyuyorlar. Köydeki Türk motifleri sadece bayrak, köy ve yol adını içeren tabelalarla sınırlı değil. Bazı binaların tepelerinde  ay-yıldız ve üç hilal motifleri de var. Köyün varlığını ilk keşfeden Barış Manço olmuş. 1988 yılında köye gelen Manço, unuttuğumuz bu ilişkinin yeniden canlanmasını  sağlamış.  

Tarihçi De Brock’a göre, 1600’lı yıllarda Hollanda Prensi Maurits döneminde İspanyolların saldırısına uğrayan bölge, tutsak forsa  oldukları İspanya’dan kaçarak Hollandalıların yanında yer alan 1400 kadar Osmanlı leventinin yardımları ve verdikleri giysiler ile üç hilalli bayraklarını gören İspanyolların çekilmesiyle istiladan kurtulur.

Türkiye köyüne yaklaşık 13 km. uzaklıkta bulunan Sint Anna Ter Muiden kasabası sakinleri ise Türkler diye anılıyor. 17. yüzyıl başlarında Kuzey Denizinden gelen bir Osmanlı gemisinin açlık ve susuzluk çeken yorgun mürettebatına yardım eden kasaba halkının bu jestine karşılık, Osmanlılar onlara gemi arması ile Osmanlı sancağı hediye ederler. Ter Muiden belediyesi de Osmanlı Devletine teşekkür amacıyla belediye binasının önüne tulumbalı bir Osmanlı çeşmesi yaptırır.

Hollanda’daki Türk izlerinden biri de,  Amsterdam’da Padişah Kapısı olarak adlandırılan yapının giriş kapısının üzerinde ay-yıldızlı Türk bayrağı levhasıdır. Bir başka şehirde, Leiden’de kent merkezinde üç katlı ikizkenar üçgen biçimindeki binanın tepesinde sarıklı ve sakallı bir Türk’ün heykeli bulunuyor. Hoorn şehrinde ise Kaag firmasının tarihi binasında 1793’ten beri Türk bayrağı dalgalanıyor.

Bazı okurlarımız bu anektodları neden yazıyorsun diye sorabilirler. Devletler arasındaki tarihsel bağlar toplumlar arasında yaşanan karşılıklı olumlu ilişkilerle gelişir. Ona buna posta atarak öfke ve tehdit içeren sözler bu ilişkilere zarar verir.”Monşer” diyerek küçümsediğimiz diplomatların dili ve uslubu bu yüzden önemlidir. Devletler bile birbirlerine nota verirken ilk önce o ülkeye saygılarını belirtirler. Diplomasi bir nezaket kültürüdür. Komşularımızla sıfır sorun derken, neredeyse herkesle dalaştığımız bu günlerde birkaç puan artışı beklentisiyle tarihsel bağları kopartmak, yeni düşmanlar yaratmak akılcı bir tutum olmasa gerek.

Yazımızın başında keşke Sayın Aile Bakanımız ziyaretine Türkiye Köyüne giderek bayrağımızı selamlayıp, köylülerle selamlaşarak başlasaydı dememiz bu yüzdendir. Zira, uluslararası ilişkilerde tarih bilgisi ile toplumların duyarlılıkları ve gelenekleri konusunda bilgi sahibi olmak, dostluk köprülerinin oluşmasında ve gelişmesinde çok önemlidir. Hatırlayınız, ABD Başkanı seçildikten kısa bir süre sonra ülkemize gelen Obama TBMM’deki konuşmasına “selamınaleyküm” diye başlamış ve NBA’da oynayan basketçimiz Hidayet TÜRKOĞLU’nu çok takdir ettiğini ve maçlarını izlediğini anlatmıştı.  İsterseniz “nabza göre şerbet vermek” deyiniz ama bu tavır prim yapmış, ülkemizde Obama’ya büyük bir sevgi ve sempati oluşturmuştu.  Bir çok yerde halkımız  Obama için kurbanlar kesmiş, Beyaz Saraya hediyeler ve mektuplar göndermişti.

Yukarıda değindiğimiz gibi, Hollanda’da geçmişi unutmayıp bize sevgi ve saygı besleyen insanlar var. Zihinsel Özürlüler Federasyonu Genel Başkanı olarak görev yaptığım yıllarda, 2002 yılında, Hollanda’da yaşayan ve iki lokantası bulunan Yozgatlı yurttaşımız Veysel ÜNAL Hollandalılardan topladığı 56 adet akülü tekerlekli sandalyeyi kiraladığı iki tırla bize göndermişti.. Bu sandalyeleri Yenimahalle Belediyesi ve ATO’da düzenlediğimiz iki etkinlikte bir kısmı Ankara’da çoğunluğu diğer illerde yaşayan ihtiyaç sahibi engellilerimize dağıtmıştık. O yıllarda akülü sandalye bulabilmek hem çok zordu, hem de çok pahalıydı. 

Bir de 1987 yılında Karabük’e gelip iki gün konuğum olan Hollandalı Tom DUINDAM’dan söz etmeliyim. O zaman Zonguldak’a bağlı bir ilçe olan Karabük halkının yardımlarıyla  inşaatını tamamlayıp devlete kazandırdığımız, 16 Eylül 1981’de eğitime başlayan ülkemizin ilk zihinsel özürlüler okulunun varlığını Almanya’da basılan bir kitaptan öğrenen Tom, Karabük’e gelmiş, okulumuzu gezmiş ve okul koruma derneğine mütevazi bir bağışta da bulunmuştu. Utrecht Belediyesinde sosyal hizmet uzmanı olan Tom, Türkoloji okumuştu ve güzel Türkçe konuşuyordu. Safranbolu’yu gezerken Namazgah tepesindeki  sekizgen türbe önünde durmuş ve bana “burada kim yatıyor’ diye sormuştu. Yanıt verememiştim. Küçük not defterini çıkararak türbe kapısı üzerindeki kitabede Osmanlıca yazılanları okumuş ve  ”burada Köstendil’den buraya Kaymakam olarak atanan Hasan Paşa yatıyor” deyince çok utanmıştım.

Kısa ömrü cepheden cepheye koşarak geçmiş, Cumhuriyetimizin  kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” özdeyişi  bunun için çok önemlidir. Bütün dünyanın saygı duyduğu  bir lider olarak O’nun ırk, renk ve inanç farklılıklarını  dikkate almayıp barış ve kardeşliğe verdiği  önem, savaş alanlarındaki düşmanlıkların bile dostluğa dönüşmesini sağlamıştı. Bu yüzden devlet ve millet olarak sahip olduğumuz saygınlık ve itibarımızı  küçük oy hesaplarına feda etmemeli, bize yönelik sevgi ve sempatiyi, antipati ve nefrete dönüştürmemeliyiz.

Unutulmamalıdır ki; bu ülkede 500 bine yakın vatandaşımız bulunuyor. İktidarların görevi üç kuşaktır bu ülkede yaşayan, bilim, siyaset ve ticari alanlarda başarılı olmuş, saygınlık kazanmış insanlarımızı iç politika uğruna kaygılandırmak  değil, onlara daha güvenli bir gelecek ve yaşam ortamı sağlamaktır. 

*Yaklaşık 40 yıldır Hollanda’da yaşayan Şenol OCAKLI’nın araştırmalarından yararlanılmıştır.