Son yıllarda “hoşgörü ve diyalog” adı altında bir kısım Müslümanların ehl-i kitapla (ne kadar ehl-i kitap oldukları tartışılır ya!) ve özellikle de Hıristiyanlarla kol kola girdiklerini, onlarla dostluk yaptıklarını ve âdeta aralarından su sızmadıklarını ibret ve hayretle izliyoruz. Hayretle ve ibretle izlediğimiz bir başka konu da, ülkemizde cirit atan misyonerlerin, Anadolu’yu Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine son hızla devam ettikleridir. Bir yandan hoşgörü ve diyalog adı altında Müslümanlarla kol kola giren Hıristiyanların diğer yanda son hızla bu faaliyetlerine devam ettirmelerinin bir arada telif edilemeyeceği gün gibi aşikârdır.
Hangi dinden olursa olsun, insanlarla diyaloga girme, tebliğ için gerekli olan bir şarttır. Çünkü diyalog olmadan İslâm’ın güzelliklerinin anlatılması oldukça zordur. Ancak bu diyalog gerçekleştirilirken, gaye unsuru unutularak dostlukların kurulması, birçok tehlikeyi de beraberinde getirmektedir ki; bu durum bir atasözünde belirtildiği gibi, “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olma” gibi bir neticeyi doğurma ihtimalini içinde taşımaktadır. Bu açıdan zikredilen dostluğun olup olmayacağını, şaşmaz ölçülerimiz olan Kur’an ve Sünnetteki yerini tespit etmenin faydalı olacağı aşikârdır.
Cenabı Hakk Kur’an-ı Kerim’de hiçbir tevil ve tefsire ihtiyaç hissettirmeden Yahudi ve Hıristiyanlarla dostluk kurulamayacağını, “Ey inananlar! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost tutarsa, o onlardandır. Şüphesiz Allah zalim topluma hidayet etmez.” (Maide 51) ayetiyle ortaya koymuştur. “Ne Hıristiyanlar, ne de Yahudiler, sen onların dinine uyuncaya kadar senden asla hoşnut olmazlar. De ki ‘asıl doğru yol Allah’ın gösterdiği yoldur.’ Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan and olsun ki Allah’tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olmaz.” (Bakara 120) ayeti de onların kendi dinlerine girmedikleri müddetçe Müslümanlarla dost olmayacaklarını açıklamaktadır.
Yahudi ve Hıristiyanlarla dostluk kurma, Müslümanlar için birçok tehlikeyi de beraberinde getirmektedir. Bu tehlikenin ne kadar büyük olduğunu da, “Ey inananlar, kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız, sizi imanınızdan sonra kâfir ederler.” (Al-i İmran 100) ayetinde görmekteyiz.
Kur’an, yukarıda zikrettiğimiz ayetlerin yanında zikredemediğimiz birçok ayetlerle, Hıristiyan ve Yahudilerle dost olunamayacağını açık bir biçimde ortaya koymuştur. Kur’an’ın izah ve şerhini yapan Peygamber Efendimiz de (sav) bir hadislerinde, “Sizden öncekilerin yolunu adım adım, karış karış izleyeceksiniz. Eğer onlar sürüngen deliğine girse, siz de gireceksiniz” buyurmuş, bunun üzerine Ashab-ı Kiram, “Ey Allah’ın Resulü, Yahudilerin ve Hıristiyanların yolunu mu?” diye sormalarına karşılık da “Başka kim olacak” (Buhari, Müslim, İbn Mace, Ahmed b. Hanbel) diyerek Yahudi ve Hıristiyanlarla dostluğun Müslümanlar için ne gibi tehlikeler içerdiğini ortaya koymuştur.
Peygamber Efendimiz (sav) yaşadığı devirde Müslümanları Yahudi ve Hıristiyanlara benzemekten kurtarmak için bir “Müslüman Kimliği” oluşturmuş ve Müslümanları bu iki cepheden gelebilecek tehlikelere karşı daima uyarmıştır. Bu konuda Peygamber Efendimizin (sav) hayatına baktığımızda aldığı ilk tedbirin, Müslümanların ehl-i kitapla düşüp kalkmasının, dostluk kurmasının önüne geçmek olduğu açıktır. Bu hususta aldığı tedbirlerin başında da ehl-i kitaba benzememek konusundaki tavrı olmuştur. En ince ayrıntılara kadar varan bu tedbirler sayesinde Müslümanlar ehl-i kitap kanalıyla gelen tehlikelerden uzun müddet uzak kalmıştır. Ancak ne zaman ki prensipler uygulama sahası bulamayınca, Müslümanlar arasında bozulmalar birbiri ardını takip etmiştir.
Peygamber Efendimizin (sav) Yahudi ve Hıristiyanlara muhalefetine gösterilecek örnekler, ciltlerle anlatılamayacak kadar çoktur. Yalnız saç ve sakalları boyama hakkındaki şu hadisi bile bize zikredilen anlamda delil olarak yeter de artar bile: “Yahudiler ve Hıristiyanlar saçlarını ve sakallarını boyamıyorlar. Siz onlara muhalefet ederek aksini yapın, boyayın.” (Buhari, Müslim) 
Peygamber Efendimizin(sav) yaşadığı devirde oldukça önemli bir nüfusa sahip bulunan ehl-i kitap ile her alanda kayda değer ilişkileri olmuştur. Bunların tümünde maksat, tebliğ için bir girizgâh bulmak ve onlara hak ve hakikat yolunu anlatmak olmuştur. Verdiği mesajlarda insanların birbirine nasıl davranması gerektiğine dair son derece önemli olan mesajlara baktığımızda; inançta tevhidi anlayışa bağlı, hukukta temel insan haklarına duyarlı, sosyal ilişkilerde inancının gerekleri doğrultusunda tavırlar alan bir hayat modeli çizdiğini görüyoruz. Bu husustaki tek ölçüsü de Kur’an olmuştur:
“Ey kitap ehl-i! Aramızda eşit olan bir kelimeye gelin. Yalnız Allah’a kulluk edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Birbirimizi Allah’tan başka tanrılar edinmeyelim. Eğer yüz çevirirlerse, «Şahit olun, biz Müslümanlarız» deyin.” (Al-i İmran 24),
“De ki, “Benimle sizin aranızda Allah şahittir. Kur’an bana vahyolundu ki onunla sizi ve onun ulaştığı herkesi uyarayım.” (En’am 19)
Yahudi ve Hıristiyanlarla dostluk kurmamak, onların haklarını çiğnemek ve düşmanlık etmek manasına gelmez. Aksine her Müslüman kim olursa olsun ezilmişlerin, mazlumların hakkını korumakla görevlidir. Günümüzde bir kısım çevrelerin (Liberaller vs.) ülkemizde azınlık olan Yahudi ve Hıristiyanların haklarını koruyacağız diye onları Müslümanların önüne geçirme çalışmaları ise misyonerlik faaliyetlerinden başka şey değildir.
Zikredilen gerçekler ışığında Hıristiyan ve Yahudilerle kol kola gezerek dostluk sergileyenlerin tavırlarını ve inançlarını bir kez daha gözden geçirmelerini diliyorum.