Dalâlette / yanlış ve bâtıl gidişatta olup, iman ve İslâmiyet yolundan sapanların birbiriyle ittifak edip uyuşmaları zilletlerinden / aşağılık durumda olmalarındandır. Hidayet ehlinin / Kur'an'ın gösterdiği doğru yol üzere olanların ihtilâf / anlaşmazlık ve ayrılıklara düşmeleri ise, izzetlerinden / üstün, güçlü ve şerefli olmalarındandır. Yani gaflet ehli olan dünya ehli ve dalâlet ehli; hak ve hakikate dayanmadıkları için zayıf, zelil ve aşağılık durumundadırlar.

     Tezellül içinde yani aşağılık durumda oldukları için, kuvvet almaya muhtaçtırlar. Bu ihtiyaçtan dolayı başkalarının yardımlarına / onlarla ittifak ederek birlik oluşturmaya, onlarla samimiyetle bir araya gelmeye can atarlar. Hattâ meslek, meşrep ve gidişatları dalâlet ve yanlış olsa bile, yine de ittifakı / birlik oluşturmayı canla başla muhafaza edip korurlar. Sanki o haksızlıkta bir hakperestlik görürler. O dalâlet ve bâtıl yolda oluşta, bir ihlâs / içtenlik ve samimiyet gösterirler. O dinsizlikte dinsizcesine bir taassup / aşırı bağlılık ve taraftarlık üzere olurlar. O nifakta / o münafıklık ve o iki yüzlülükte bir anlaşma, bir uyuşma bulurlar. Ne ilginçtir ki,  başarırlar da.

     Çünkü samimî bir ihlâs ve içtenlik; şerde ve kötülükte bile olsa, neticesiz kalmaz. Evet, ihlâs ile kim ne isterse Allah verir. Zira “Kim ihlâs ile istediği şeyde gayret gösterirse, elde eder.” 

     Lâkin Kur'an'ın gösterdiği doğru yol üzere olanlar; dindarlar, ilim sahipleri, tarikata mensup ve bağlı olanlar; sırf hakikate dayandıkları için, her biri bizzat hak yolunda; yalnız Rabbini düşünüp, sadece O'nun yardımına güvenerek giderler. Bundan dolayı, o meslekten / benimsenen, yürünen o yoldan gelen manevî izzetleri / üstün, güçlü ve şerefli oluşları var. Zaaf ve zayıflık hissettikleri zaman, insanlara değil Rabblerine başvurur, medet ve yardımı O'ndan isterler.

     Meşrep ve hareket tarzlarının ihtilâfı / farklılıkları yüzünden, dış görünümündeki hareket tarzına aykırı ve zıt olana karşı yardım etmek ihtiyacını tam hissetmiyor, onlarla birlik oluşturmaya ihtiyaç  ve gereksinim duymuyor.

     Eğer kendini beğenmişlik, benlik, gurur ve kibir de varsa, kendini haklı ve muhalifini haksız sanır. Bundan ötürü, ittifak / birleşme ve muhabbet yerine, araya ihtilâf / anlaşmazlık, ayrılık ve rekabet girer. İhlâsı kaçırır, görevi darmadağın olur.

     İşte bu müthiş / dehşetli sebebin verdiği vahim / tehlikeli sonuçları görmemenin çareleri şu hususlara uymaktan geçer:

     Müsbet / olumlu, pozitif ve yapıcı hareket etmeli. Yani kendi mesleğinin / benimsediği ve yürüdüğü manevî yolun muhabbet ve sevgisiyle hareket etmeli. Benimsenen başka manevî yolun düşmanlığını yapmamalı. Başkalarını küçük düşürmeye çalışmamalı. Fikrini ve ilmini bu gibi şeylere âlet etmemeli. İslâmiyet daire ve sınırları içinde, hangi meşrep ve hareket tarzında olursa olsun; muhabbete, kardeşliğe, ittifaka sebep olacak, birliği gerektirecek birçok vahdet bağları

bulunduğunu düşünüp, onlarla ittifak etmeli.

     Haklı her meslek, meşrep ve hareket tarzına sahip olanların; başkasının mesleğine / gidişatına ilişmemek bakımından hakkı şu olmalı: “Mesleğim haktır.” yahut “Daha güzeldir.” diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden “Hak yalnız benim mesleğimdir.” Veyahut “Güzel sadece benim meşrebimdir.” dememeli. Bu insaf düstur ve ilkelerini rehber etmeli.

     Ayrıca hak ehli ile ittifak ve birlik teşkil etmenin, İlahî yardımın bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir gereği olduğunu düşünmeli. Hem haktan sapanların ve haksız olanların; dayanışmaları sebebiyle; toplu bir hâlde bulunmuş olmalarının kendilerine sağladığı manevî gücün kuvvetiyle hücumu zamanında; o manevî güce karşı, en kuvvetli bir şekilde de olsa, tek başına karşı koymanın mağlup ve yenik düşeceğini anlamalı. 

     Hak ehli tarafındaki ittifak ile bir manevî güç çıkarmalı. O müthiş dalâletin manevî gücüne karşı, hakkaniyet ve doğruluğu muhafaza etmeli.

     Kısaca, hakkı; bâtılın / gerçek dışı oluşları savunanların şiddetli saldırısından kurtarmak için; nefsini, enaniyetini yani benlik ve gururunu terketmeli. Yanlış düşündüğü izzet ve şerefini bir kenara bırakmalı. Rekabet edercesine harekete geçen, önemsiz hissiyat ve duygularını terk etmeli. 

     Çünkü ihlâs ancak böyle kazanılır. Görevini hakkıyla yapmak imkânı ancak böyle sağlanır.