Berlin'deyiz.
İki işimiz var:
Birincisi, sevgili Hülya Yazıcı'nın soruları, benim de yanıtlarımdan oluşan söyleşi kitabımız “Atatürk'ü Tanımak ve Anlamak” adlı kitabın tanıtımı...

TDU’da, yani Berlin İşadamları Derneği’nde yapıyoruz etkinliği…

Türk kadınları yeteneklerini göstermişler; o ne börek, çörek ve türlü yiyecekler; sanki Anadolu şu masalarda dile gelmiş; bütün renklerini ve lezzetlerini ortaya sunuvermiş.
İkincisi de; Adlon Otel'de düzenlenecek etkinlikte yapacağım konuşma.
Atatürk 1917 yılında Veliaht Vahdettin'le geldiği zaman, bu otelde kalmış. 

Geliş tarihi, 23 Aralık 1917

Tam yüz yıl önce…
O'nun yaşamında Berlin seyahati çok önemli; hem geleceğin padişahını tanıma fırsatını elde etmiş hem de Alman Kayzeri Wilhelm, Hindenburg ve Ludendorf ile tanışma olanağı bulmuştu. Almanlar'ın savaşta onca böbürlenmelerine karşın, cephelerde hiç de iyi durumda değillerdi.

Atatürk bunu görüp, gerçeği yüzlerine söylediklerinde; Almanlar’ın çok bozulduğunu yıllar sonra kendisi hatıralarında anlatıyor.

Maritim Otelde kalıyorum. Sedef Kabaş da İstanbul'dan gelmiş; o da aynı otelde.

 Benim Berlin'e ilk gittiğim gün, kitap tanıtım programım yapılıyor. Weiihnahten kutlamaları her yerde; Berlin pırıl, pırıl... 

Daha on gün önce Kiel, Lübeck ve Hamburg’taydım. Hamburg’tan da Hannover’e geçtim. Nasıl kar, nasıl tipi…

Ancak Berlin, pırıl pırıl…
Her yerde Noel Baba'lar, ışıklardan hazırlanmış panolar; ağaçlar boydan boya gelincikler gibi ışıklara boğulmuş; bir ışık parıldaması ki deme gitsin...
Ancak gerçek ışıklar insanların içinde değil mi?

Kimler yok kimler; tanıdık, tanımadık ama tanıyacağımız yüzler… İçimiz sıcacık; keşke insanlar hep sevgide buluşabilseler.
Ta, Kiel'den sevgili Halil Fehmi Dağ gelmiş, hem de eşi Birsel ve oğlu Ernes'i alarak... Kitap etkinliği için yanında benim onda kalan kitaplarımı da yanına alarak!

Emeğe bakar mısınız?
Sonra Hülya'nın ağabeyi Kürşat, benim ilkokul arkadaşım; ve kardeşi Nihat... Daha dün gibi; ablası Hülya Yazıcı da liseden arkadaşımdı. Bağlama çalıyordum o zamanlar. Ben çalıyordum, oynayan oynuyor; Nihat da aralarda koşturuyordu.

Hey gidi yıllar!

Onlar benim kardeşim. Hem Kürşat, hem Hülya, hem Nihat… Anneleri de oradaydı, sayın ki benim annem, ellerinden öpüyorum, annem niyetine.

Yeni insanlarla tanışmak da ayrı güzel. Hannover'den çıkmış bir otobüs dolusu dostlar gelmiş, kimler yok kimler; hangisini sayayım ki! Sonra başka yerlerden, kimler kimler… İş adamları, gazeteciler, sanatçılar; toplumun değişik kesimlerinden değişik kişiler; ortak bir duyguda ve amaçta birleşmişiz.

Bağırası geliyor insanın:

Hey, hey! Anadolu’yuz biz hey! Bölemeyeceksiniz, parçalayamayacaksınız bizi! Emperyalizmin oyununa gelmeyeceğiz, Türkiye bir ve bütün olarak dünyanın en uygar, en çağdaş, en gelişkin ülkesi olacak. İçimizde bu ateş var bizim…
İkinci gün; yani 23 Aralık ve  Otel Adlon'’dayız. 

Tam yüz yıl önce işte şu koridorlarda geziniyordu genç general Mustafa Kemal Paşa; işte şu köşedeki koltuklar üzerinde oturmuştu sanki. Ve belki de şu köşeden çıkıp geliverecek; “Hey çocuk!” diyerek.
Sedef Kabaş ve ben konuşuyorum; sevgili Ekrem moderatörlük yapıyor. Salon kalabalık ve canlı. 
Bu tarihi salon bizi çok etkiliyor. 
Konu aldı başını, Amerika emperyalizmine kadar gitti.
Şöyle diyorum:
-"Amerike emperyalisttir. Yoksul halkları sömürerek, semirmiştir. Sömürgeye karşı durmak da insanlığın onurudur!"
Hay maşallah!
Bu günün ayrı bir anlamı daha var; yani 23 Aralık'ın... Kubilay Olayı'nın yıldönümü... 
İçimizi yakan şeyler, ne diyeyim.
Hasır'da yemek yedim; sonra Yeni Adana'da...
Nahit Bey, yani yeni Adana'nın sahibi ve oraya gelen bütün insanlar; bizim insanlarımız bizim...
Kim olursa olsun; Anadolu'nun kokusu, renkleri ta buralara kadar gelmiş.
Ama ille ki son gece, Yeni Adana Lokantası'ndaki eğlencemiz...
Saz calıyor, insanlar bağırış çağırış Türküler söylüyor...
Yabancı müşteriler bile bu telaşa kendini uydurmuş, alkış tutuyor.
Bereket var, bereket...

Ayrılırken bu güzel kentten, içimde bir şeyler taşıyor ve haykırmakistiyorum.

Hey; Berlin, Berlin…

Bekle beni, yine geleceğim!