Bu gün yeryüzünde zalimlerin zulmünden dolayı her gün oluk oluk Müslüman ve Türk kanı akmaktadır. Doğu Türkistan Uygur Özerk Bölgesi’nde Müslümanlar Çin zulmüne uğrarken,  Myanmar’da(Burma) Müslümanlar Budistlerin zulmüne uğrarken, Gazze’de Müslümanlar İsrail zulmüne uğrarken, Irak’ta ve Suriye’de Türkmenler Esed ve IŞİD zulmüne uğrarken kendi adıma konuşuyorum, vallahi billahi bayramım çok buruk geçiyor. Hele bu zulümde, acımacısızca kıyıma uğrayan ebeveynlerin yanı sıra, binlerce masum çocuğun yetim ve öksüz kalması eminim ki; benim gibi düşünen insanları elbette ki, tarifi imkânsız acıya boğmaktadır. Bu nedenle bugün bayramın ikinci günü sizlere Eşref-i mahlûkatın en şereflisi Peygamberimiz- Efendimiz “Gül Muhammed’in(s.a.v.)” şehit çocuklarına nasıl sahip çıktığını anlatmadan geçemeyeceğim.
“Bir Ramazan bayramı günü Peygamberimiz (s.a.v.) evinden çıkarak camiye gidiyordu. Yolda Bayram neşesi içinde cıvıl cıvıl oynaşan çocuklara rastlar; hepsi bayramlık en yeni elbiselerini giyinmiş, coşkun bir sevinç içinde öteye beriye koşuşuyorlardı. Fakat içlerinde zayıf, cılız bir yavru eski ve yırtık elbiseleri içinde bir köşeye çekilmiş, üzgün bakışlarla kaynaşan arkadaşlarına bakıyor ve zaman zaman gözyaşlarını tutamayarak hüngür hüngür ağlıyordu.
Gülen ve oynaşan arkadaşları arasındaki bu gözü yaşlı yavrunun hali, ince kalpli Peygambere pek dokunur. Hemen yavruya yaklaşarak ona şefkatle sorar; “Niye arkadaşlarınla birlikte gülüp oynamıyor, kenara çekilmiş ağlıyorsun?” Çocuk karşısındaki güler yüzlü, nur saçan adamın iki cihan güneşi Hazreti Muhammed (s.a.v.) olduğunu bilmez. Samimi bir alâka ile derdini soran bu sıcakkanlı adama şöyle der: “Babam Uhud Savaş’ında Peygamber’in yanı başında şehit düştü. Kocası ölünce annem başka biriyle evlendi. Üvey babam öz babamdan bana miras kalan malımı yedikten sonra bu perişan halimle beni sokaklara attı. Şimdi günlerden beri aç ve susuz dolaşıyorum, yatacak bir yerim de olmadığı için geceleri sokak köşelerinde geçiriyorum. Biliyorsunuz bugün Ramazan bayramı günüdür. Bütün analı babalı çocuklar en güzel bayramlıklarını giyinmiş, tatlı tatlı oynaşıyorlar. Ne aç ve susuz sokaklarda dolaşmanın ızdırabını biliyorlar ne geceyi içinde rahat rahat uyuyup geçirecek bir yatağa sahip olmanın ve ne de sokak başlarında uyuya uyuya sabahlamanın çilesinden haberleri vardır. Ana-babadan mahrum çaresiz bir yetim kalmanın acısını da tatmış değillerdir. Şimdi bu çocuk kalabalıklarını neşe içinde oynar görünce babamın şehit düşerek ölmesi ve ondan sonra bir biri ardından başıma gelen acı felâketler sonunda, düştüğüm perişan durumu hatırladım da gözyaşlarımı tutamadım.”
Yetim yavrucağızın anlattıkları Peygamber'in yüreğini parçalamıştı. Çocukcağızı şefkatle elinden tuttu ve sevgi ile saçlarını okşayarak ona şöyle dedi. “Yavrum! Benim sana baba, Ayşe’nin ana, Hazreti. Ali’nin amca, Hasan’la Hüseyin’in erkek kardeş ve Fatma’nın da kız kardeş olmasını ister misin?” Yetim yavrucağız tatlı dil ile hatırın soran nur yüzlü adamın Peygamber (s.a.v.) olduğunu anlayarak, çektiği çilelerin son bulmak üzere olduğunu sezdi. Güler yüzlü adama “nasıl istemem ey Allah'ın Resulü!” diye sevinçli bir cevap verir. Peygamber (s.a.v.) yetim yavrucağızı elinden tutarak evine götürür. Hazreti Ayşe de çocuğu öz ana şefkatiyle bağrına bastıktan sonra yıkar, giyindirir, kuşandırır ve saçlarını tarayarak sokakta oynayan çocuklardan daha güzel bir kıyafete büründürür. Karnını da iyice doyurduktan sonra çocuk hemen birkaç saat önce yanı başlarında perişan kıyafetiyle ağladığı arkadaşlarının arasına koşar.
Oynayan çocuk kalabalığı birkaç saat önceki zavallı arkadaşlarını tanırlar. Durumundaki büyük değişikliğe hayret edip yanına yaklaşarak sorarlar; “Birkaç saat önce eski püskü elbiseler içinde şuracıkta ağlıyordun; bu kadar kısa zamanda nasıl oldu da bu kadar güzel elbiselerin oldu; aynı zamanda bizden de neşeli bir havaya büründün?” Çocuk arkadaşlarını kıskandıracak derecede şakrak bir kahkaha atarak ve derin sevincinden olduğu yerde sıçrayıp durarak şaşkın bakışlı arkadaşlarına şu cevabı verir. “Nasıl sevinmem; karnım günlerden beri açtı, şimdi tokum. Yırtık pırtık elbiseler içinde dolaşırken şimdi sizinkilerden güzel bayramlıklarım var. Kimsesiz bir yetimdim, fakat şimdi Hz. Peygamber (s.a.v.) gibi bir babam, Hz. Ayşe gibi bir annem, Hz. Ali gibi bir amcam, Hasan, Hüseyin ve Fatma gibi kardeşlerim var. Bütün çilelerim artık son buldu. Ben sevinip zıplamayayım da kim sevinsin.” 
Çocuklar birkaç saat önce onlara hasretli gözlerle bakıp ağlayan yetim yavruyu, Peygamber'in yanına evlâtlığa alındığını anlarlar ve saadetten kabına sığmayan arkadaşlarını biraz da kıskanarak hep bir ağızdan şöyle derler. “Keşke bizim de babalarımız o savaşta şehit düşselerdi de bizi de Peygamber (s.a.v.) evlâtlığa alsaydı.”
Peygamberimiz (s.a.v.) fani hayata gözlerini yumunca uzun yıllar O’nun yanında eşsiz bir baba şefkatinin sıcaklığını duyan bu şehit çocuğu, beyninden vurulmuşa dönerek, sesinin var gücüyle şöyle haykırır; “asıl ben bugün kimsesiz bir yetim kaldım. Dünyadaki tek ve benzersiz koruyucumu kaybettim.” Şehit oğlunun bu yürekleri parçalayan feryadı, zaten ağır bir matemin kapkara yası içinde şaşa kalan Müslümanları iyice coşturur. Ve meydana seller gibi gözyaşı dökülür. Peygamberden sonra O’nun en yakın arkadaşı olan Ebû Bekir (r.a.), yetim delikanlıyı yanına alarak zor bir yaşam sürmesini önler.” Bu yetim çocuğun adı ister Ammar, ister Yasir, ister Halid olsun, her ki olursa olsun Eşref-i Mahlûkatın en şereflisi O, yüce insan,  bizlere ne de güzel bir davranış göstermiştir.
Temennim o dur ki; tüm İslâm Ülkeleri’ndeki zenginler, tıpkı Peygamberimiz –Efendimiz “Gül Muhammed’in(s.a.v.) insana sahip çıktığı gibi davranırlar. Yani; bu zengin Müslüman hayırseverler, Doğu Türkistan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki, Myanmar’daki, Gazze’deki, Irak’taki Suriye’deki, yetim ve öksüz çocuklara sahip çıkarlar da böylece birkaç Müslüman yetim ve öksüz çocuk sıcak bir yuvaya kavuşmuş olur. Allah (c.c.) cümlemizi her fırsatta yoksullara, yetimlere ve kimsesiz çaresizlere yardım elini uzatarak bu kimseleri sevindiren iyiliksever insanlardan eylesin! Herkese hayırlı bayramlar.