Öyle enteresan bir ülkemiz var ki, olaysız bir gün geçmiyor. Hem de ne olaylar... Hepsi toplumu derinden etkileyen, bir şekilde hepimizin hayatına ket vuran olaylar... Her gün her yerde mutlaka değişik hadiseler yaşanıyordur ama, bizim ülkemiz kadar farklı, renkli, değişik ve karmaşık şeylerin yaşandığı başka bir ülke düşünemiyorum.
Yaşanan iyi-kötü bunca olaylar arasında zaman, yine kendi mihverinde akışını sürdürürken, her şeye karşın hayat devam ediyor. Yine yeni bir ramazan ayının eşiğindeyiz.
Geçen yıl bugünlerde terör belasıyla boğuşuyor ve her gün gelen şehit haberleriyle sarsılıyorduk. O zamanlar gündemdeki tek konu buydu. “Bir bitse şu iş” diyorduk ama, nasıl olacağını da bilemiyorduk. 
Bu yıl ramazana girerken, şükürler olsun ki böyle bir derdimiz yok. Elbette her şey güllük gülistanlık değil ama, en azından üç-beş aydır analar ne zorluklarla büyütüp yetiştirdikleri evlâtlarını asker ocağına gönderip, sonra bayrağa sarılmış tabutuyla karşılaşmadılar.
Ama ülke olarak yine de mutlu değiliz, huzurlu değiliz. Çünkü daha çözüm bekleyen o kadar çok derdimiz var ki, belki eski günleri arayacak duruma bile geleceğimizden endişe ediyoruz.
Ramazan ilginç bir mevsim. Hiç dinle diyanetle arası olmayanların bile onun toplumdaki havasını hissetmemesi mümkün değil. Akşam saatlerinde etrafa yayılan pide kokusunun, oruç tutanları da tutmayanları da farklı bir atmosfere götürdüğünü kimse inkâr edemez.
Hele büyükşehirlerde iftara yakın herkesin eve yetişme telaşından kaynaklanan trafik keşmekeşini en iyi ben bilirim. 
Eskiden iftar saatinin herkese duyurulabilmesi için top patladıldığını biliyoruz. Günümüzde iftarı bildirecek sayısız imkânlar varken, yine de geleneksel olarak bu top atışının hâlâ birçok yerde kullanılıyor olmasına bir itirazım yok. Ama sahurdaki davul olayı, özellikle büyük şehirlerde gerçekten ele alınması, üzerinde durulması ve çözülmesi gereken bir problem.
Bireysel olarak “başına oruç vuran” bazı kişilerin sinir katsayıları artsa da, genel olarak ramazanda ülkemize her zamankinden farklı bir sükûnetin hâkim olduğu, daha hoşgörülü bir hayat yaşandığı bilinmektedir. Polis kayıtlarında bile ramazanda suç işleme sayısında azalmalar olduğu tespit edilmiştir. 
Türkiye’de hatırı sayılır bir kitlenin oruç tuttuğu, dolayısyla toplumun ramazana has bir havanın etkisinde kaldığı, insanların dinle bağlantılarını diğer zamanlara göre daha aktif  bir hale getirdiği malumdur.
Toplumumuzu olumlu yönde etkileyen bu özelliği “sosyal bir gerçek” olarak kabul edip, hangi düşüncede olursak olalım, demokratik bir ortamda birlikte yaşamanın şartlarını oluşturma yollarını aramalıyız.
Başkasının özgürlüğünü kısıtlamadan herkesin kendi inancını ve düşüncesini özgürce yaşaması, çağdaş demokrasinin insan onuru açısından sunduğu en önemli haktır.
Şu uzun sıcak ramazan günlerinde, serin bir gölgede biraz dinlenme imkânı bulan herkesi, azıcık da bu konuları düşünmeye, düşünerek hareket etmeye davet ediyorum.
Hepimizin amacı önce bireysel, sonra toplumsal mutluluğumuzsa, bu uğurda yapılması gereken, barışa, dostluğa, huzura, mutlu yaşama ne kadar olumlu katkı sağlayacak şey varsa, onu yapmaya çalışmaktır. Zor olan budur, yani bir şeyler “yapmak”tır. Yoksa yıllarca emek verilmiş, ne zorluklarla meydana getirilmiş eserleri bozmak, yıkmak, yakmak o kadar kolaydır ki...
Bu duygularla tüm okuyucularımıza, Basın mensuplarına, gazetemizin satışında bize yardımcı olan bayilerimize, Rekdağ camiasına hayırlı ramazanlar diliyorum.
Bayrama daha güzel şartlarda girmek dileğiyle...