“Rabbin fil sahiplerine neler etti, görmedin mi? Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı? Onların üstüne ebâbil kuşlarını gönderdi. O kuşlar, onların üzerlerine pişkin tuğladan (sert çamur) yapılmış taşlar atıyordu. Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.” (el-Fîl 105/1,2,3,4 ve 5) 

Son Himyerî hükümdarı Zünüvâs’ın, Hıristiyanlığın yaygın olduğu Necran’da Yahûdîliği zorla yaymaya çalışması üzerine Habeş Necâşîsi’nin Milâdî 525’te Eryât kumandasında Yemen’e gönderdiği orduda Ebrehe de vardı. Zünüvâs’ı mağlup ederek Yemen’e hâkim olan Eryât ile Ebrehe arasında çıkan ihtilâf neticede bir harbe sebep oldu ve halkın desteğini sağlayan Ebrehe Eryât’ı öldürerek Yemen’de idareyi ele geçirdi (537). Eryât ile yaptığı harb’de dudağı veya burnu yarıldığı için “Eşrem” lakabıyla anılan Ebrehe, Yemen’e hâkim olduktan sonra Habeş Necâşîsi’ne bir mektup göndererek, kendisine itaat arzettiğini bildirdi. Neşâşî de bir dahilî harbe meydan vermemek için onun Yemen’e hâkimiyetini ve valiliğini onayladı. 

Ebrehe çok mutaassıp bir Hıristiyandı. Hıristiyanlığı yaymak için kesif bir faaliyete geçti. San’a’da, Arapça kaynaklarda Yunanca “ekklissia” kelimesinin Arapçalaşmış şekliyle Kalîs (Kulleys) olarak geçen büyük ve muhteşem bir kilise yaptırdı. Binada, Saba Melikesi Belkîs’in Sarayının kalıntılarını kullandı. Ayrıca, Bizans İmparatorluğundan mermer ve mozaik ustaları getirttirerek kiliseyi olağanüstü süslettirdi. 

Ebrehe’nin maksadı, bütün Arab’ları Mukaddes kabul ettikleri Ka’be yerine bu kiliseyi tavaf etmeye zorlamak, aynı zamanda Mekke’li’lerin giderek gelişen ticârî faaliyetlerine mâni olmak ve San’a’yı, hem dinî, hem ticârî bir merkez haline getirmekti. Muhtelif ülkelere propagandacılar göndererek halkı hac için San’a’ya da’vet etmesine öfkelenen Kinâne Kabilesi mensuplarının kilise’ye giderek kiliseyi pisletmeleri üzerine, Ebrehe, Kinâne Kabilesi mensuplarının San’a’ya gelip, kiliseyi tavaf etmelerini istedi. Ancak, Kinâne kabilesinin bu teklifi reddederek gönderilen  Ebrehe elçisini de öldürmeleri üzerine, Ka’be’yi yıkıp ortadan kaldırmadıkça netice alamayacağını anladı. Aralarında Mahmud adlı fil’in de bulunduğu fillerle takviye edilmiş bir ordu ile Mekke üzerine yürüdü. 

Ebrehe’nin Ka’be’yi yıkmak istemesini hoş karşılamayan Yemen Eşrafından Zûnefer topladığı kuvvetle Ebrehe’ye karşı çıktı. Fakat mağlup olarak esir düştü. Zûnefer’i hapsederek yoluna devam etti. Bir kerre de Has’am Kabilesinden bir birlikle mücadele ettiyse de başlarında bulunan Nüfeyl bin Habib el-Hasâmî’yi esir alarak yine yoluna devam etti. 

Ebrehe, Tâife geldiğinde şehir halkı tarafından karşılandı ve halkı temsilen konuşan Mes’ûd bin Mutteb itaat arzederek Lât adlı putlarına dokunulmamasını rica etti. Ebrehe’nin bu ricayı kabul etmesi üzerine Ebû Rigâl adında bir kişiyi ona kılavuz olarak verdiler. Ebrehe, Mekke yakınlarındaki “Mugammes” vâdisinde konakladı. Esved bin Maksûd adlı bir habeşli’yi Mekke’ye göndererek şehir yakınında bulunan bütün develeri ordugah’a getirtti. Gasbedilen develer arasında Haz.Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’in develeri de vardı. Abdülmuttalib develerini istemek üzere ordugah’a geldi. Ebrehe, onun Ka’be için ricacı olmak yerine develerini istemesini garipsemiş, bunun üzerine Abdülmuttalib kendisinin sadece develerin sahibi olduğunu, Ka’be’yi ise sahibinin koruyacağını söylemişti. 

Ebrehe, Abdülmuttalib’i görünce azîm cüsseli, mevzûn ve mutlaka hürmete lâyık birisi olduğunu anladı. Kendisine bu gelenin Kureyş’in efendisi, Mekke’nin çobanı, düzlüklerde ve kolay yerlerde insanları, dağ başlarında vahşî hayvanları besler, dediler. Bunun üzerine Ebrehe, Taht’ından indi, basit yaygılar üzerine oturdu. Abdülmuttalib’i de kendisinin yanında oturttu. Tercümanı vasıtasıyla ne istediğini sordu. 

- Ben develerimi istiyorum, deyince: 

- Gözümden düştün! Ben, sizin asırlardır, dininiz, atalarının dininin, en önemli ma’bedini, sizin namus ve şerefinizi yok etmek için geldim. Sen ise benden sadece develerini istiyorsun! Abdülmuttalib, “Ben develerin sahibiyim. Ka’be’yi himaye edecek Ka’be’nin de sahibi vardır,” diye cevaplandırdı. 

Ka’be’ye döndü. Ka’be’nin kapısının kulplarından tuttu ve: 

- Gam ve hüzün değil, her kişi evine tecâvüz edene mâni olur. 

Ehl-i Salîb’e karşı bize yardım et, bugün, kötülüklerini uzaklaştır. 

Ehl-i Salîb’i galip eyleme, onlar senin evinin düşmanlarıdır. 

Eğer son onları terk edersen ve bizim ka’be’mizi, sana herşey zahirdir.” diye du’â etti ve halka yüksek dağlara çıkıp beklemelerini tavsiye etti. Ferdası günü, Ebrehe, Fîl Ordusu’na Ka’be’ye hücûm emrini verdi. Fil Ordusunda, en büyük fil ve fil ailesinin reisi, Mahmud’dan başka, sekiz veya on iki fil’in dahi bulunduğu, hatta bu sayının bine yaklaştığı rivayetleri de vardır. En önde bulunan Mahmud, bütün ısrar ve zorlamalara rağmen, Mekke ve Ka’be cihetine bir türlü hareket etmiyordu. Yemen tarafına veya başka cihetlere döndürüldüğünde ise, koşa koşa gidiyordu. 

Abdülmuttalib du’â ederek yükseklere çıkıp neticeyi beklemek için hareket ettiğinde, dönüp son kez baktığında, Yemen tarafından garîb-acâyip kuş ordusu uçuyordu. Bu kuşlar, ne Necid kuşlarına ne de Güvercinlere benziyordu. Her bir kuş’un (Ebâbîl) gagasında bir, her iki ayağında birer olmak üzere, üç taş bulunuyordu. Bu taşlar, cehennem ateşinde pişirilmiş balçıktandı. Mercimekten büyük, nohuttan küçük idi. Her bir taşın üzerinde kime atılacağı, atılacak kişilerin isimleri ve suçları yazılıydı. Başının üzerine atılan taşlar bütün iç organlarını yakıp-tahrip ederek aşağılarından çıkıyordu. Atılan her taş bir güdümlü mermi gibi siperlere-çukur yerlere-kuytulara kaçanları da buluyor, isâbet ediyordu. Ebrehe, bir vâdiye sığınmıştı. Güdümlü mermi orada da kendisini buldu, önce bütün parmakları koptu, göğsü yarıldı ve kalbi dışarı çıkarak geberdi gitti. 

Ebrehe’nin Başveziri, Ebû Yeksûm muharebe meydanından kaçarak Necâşî’nin Sarayı’na ulaştı. Fîl Ordusunun başına gelenleri Necâşî’ye anlatıyordu ki, onu öldürmeye me’mur, Ebâbil kuşu onu ta’kip etmişti. Saray’ın penceresinden girdi. Başına güdümlü mermiyi bıraktı. Ebû Yeksûm, Necâşî’nin yanında bütün iç organları parçalanarak fecî bir şekilde can verdi. 

Ashab-ı Fîl Vaka’sı, Mu’cizesi Peygamber’imizin doğduğu yıl, doğumundan 53 gün önce vuku bulmuştur. Akranları, aynı yıl doğmamış, bir-kaç yıl önce doğanlar hatırlıyor, tevâtür derecesinde naklediyorlardı. 

Fil Vaka’sı Araplar tarihinde bir dönüm noktası teşkil eden bir hadise olup, tarih başlangıcı olarak kabûl edilmiş, “Âmü’L-fîl” (Fîl Vaka’sının vukua geldiği yıl) diye meşhûr olmuştu.  

Mes’ele’mizle doğrudan alakası bulunmasa da, Fîl Vak’asından on üç sene evvel doğmuş, her bir fıkrası, yüksek asalet ve necâbet ifade eden, müstesnâ bir zât ve müstesna bir sahâbî’den, Ezvâc-i Tâhirâttan, Hadîce radiyalla’hu anhâ’nın kardeşinin oğlu, Hakim İbn-i Hizâm İbn-i Huveylid-i Esedî Hazretlerinden bahsedeceğim. 

Kendisi, Kureyş’in en şereflilerinden olup, Mekke’nin fethi günü Müslüman olmuştu. Müslüman olduğunda, yaşı bir hayli ilerlemişti. Fîl Vak’asından on üç sene evvel Ka’be’nin içinde doğmuştu. Kureyş’in en cömerd bir siması idi. Müslüman olmadan önce, yüz köle azad etmiş, Müslüman olduktan sonra da bir o kadar bağışlamıştır. İbn-i Hizâm bir haccında mahiyetinde yüz köle ve yüz kurbanlık deve ile Arafat’ta vakfe etmiştir. Kölelerin boğazlarında birer gümüş gerdanlık asılmış ve üzerlerinde, “Bu köleler, Hâkim İbn-i Hizâm tarafından Allah için azadlılardır,” cümlesi yazılıydı. Ayrıca bu kölelere yüz koyun da hediye etmişti. 

Hâkim İbn-i Hizâm her hayrı böylece yüzer yüzer yaptığı için, Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, “Huneyn” ganimetinden Hâkim’e, yüz deve hisse vermişlerdi. 

Hâkim İbn-i Hizâm, Haz.Muaviye’nin zaman-ı hükûmetinde yüz yaşını çok geçmiş olduğu bir halde vefât etmiştir. Buhârî ise, altmış sene câhiliyet devrinde, altmış sene de İslâm’da yaşadığını haber vermiştir. 

Mekke, Allah’ın Haramidir, Allah Haramini, Fîl Vak’asında olduğu gibi korur, muhafaza eder. 

Resûlullah’ın Harami Medine de, Allah’ın muhafazası altındadır. 

Ebû Bekre radiya’llâhu anh’den, Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’in: 

- Medine’ye Mesîh Deccâl’in (değil kendisi) korkusu bile girmeyecektir. O fitne günlerinde Medine’nin yedi kapısı olacak, her kapıda (muhâfız) iki melek bulunacaktır,” buyurduğu rivayet edilmiştir. 

Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem’in: Medine’nin kapılarında ve medhallerinde (giriş bölgelerinde) (muhâfız) bir takım melekler vardır. Medine’ye ne Tâun, ne de Deccâl giremez,” dediği rivayet edilmiştir. 

Nihâyet, Resûl-i Ekrem Efendimiz “Cezîretü’L-Arab’da, kıyâmete kadar aslâ iki din (iki inanç sistemi) bulunmayacaktır.” buyurmuştur. 

Bu Allah’ın ve Resûlü’nün te’minatıdır. Kıyamete kadar Mekke-Medine Haraminde İslâm Dini dışında hiçbir inanç sistemi aslâ neşv-ü Nümâ bulamayacaktır...