Harameyn-i Şerîfeyn, Mekke ve Medine, Yavuz Sultan Selîm Han’ın Memlük’lü’leri mağlup ederek Mısır’ı fethi üzerine, Yavuz Sultan Selim, Mısır’da Nil Nehri’nin ortasında bulunan Ravza Adasında ikâmet ettiği günlerde, 06.Temmuz 1917 tarihinde, Mekke Şerif’inin oğlu Ebû Nümeyyi kabul etti. Harameyn’in idaresi Memlûk Sultanlığı’na bağlı bulunduğu için, Mısır’ın fethi ve Memlûklu’ların teslimi üzerine fî’len Devlet-i Aliyye’nin hadimliğine geçmişti. Mekke Şerif’in oğlunun, Mekke Şerifi adına Yavuz Selîm Han’a bi’at etmesiyle hukûken de geçmiş oldu. 

1918 yılına gelindiğinde, 1. Dünya Harbi Osmanlı Devletinin de aralarında bulunduğu İttifak devletlerinin her bakımdan aleyhine gelişti. Galip-müstevlî devletlerin baskısıyla, Limni Adasının Mondros Limanında Agamemnon Zırhlısına giden Osmanlı Hey’eti dört gün devam eden sözde müzakereler neticesinde 30 Ekim 1918’de, Müstevlî devletlerin temsilcisi Amiral Calthrope’nin dikte ettiği hükümleri ihtiva eden Mondros mütareke’sini imzalamıştı, 

Mondros Mütarekesi Osmanlı müdafaa sistemini tamâmen yok ediyordu. Hududların korunması ve dahilî emniyetin te’mini için lüzumlu askerî kuvvetten fazlası hemen terhis edilecekti. Güvenlik ve buna benzer mevzularda kullanılacak küçük gemiler haricindeki Osmanlı sularında ve Devlet-i Aliyye tarafından işgal edilen sularda bulunan bütün savaş gemileri İtilâf devletlerine teslim edilecekti. Hicaz, Asîr, Yemen, Suriye ve Irak’ta bulunan Osmanlı birlikleriyle Trablus ve Bingazi’deki Osmanlı subayları İtilâf kuvvetlerine teslim olacaktı. Osmanlı Devletinin sahip olduğu bütün demiryolları ve limanlar İtilâf kuvvetlerine açılacaktı. Bu çerçevede İç Anadolu ile Bağdat-Hicaz ulaşımı için stratejik ehemmiyeti hâiz Toros tünelleri işgal edilecekti. Osmanlı hükûmeti İttifâk devletleriyle bütün alakasını kesecekti. 

Bütün bunlarla paralel olarak Almanya ve Avusturya subayları ve sivil me’murları ile bu ülke’lerin bütün vatandaşlarının en kısa zamanda Osmanlı ülkesini terketmesi te’min edilecekti... 

İtilâf devletleri, Mütareke’nin 7 ve 24. maddelerini kendi lehlerine istismar ederek, Mütareke’nin imzalanmasından bir-kaç gün bile geçmeden, İngilizler, bir petrol şehri olan Musul’u, ta’kip eden günlerde ve aylarda ülkenin hemen hemen her yanında işgallere başladılar. 

Tarihin en sinsî, en azılı münafıklarından, İngiliz casusu Lawrence’nin mekr, hile ve desise’leri meyvelerini vermiş, İngilizlerle bir ihânet antlaşması yapan, Mekke şerifi Hüseyin ve dört oğlu, 03.Haziran 1916’da Medine çevresindeki demiryolunu ve telgraf hatlarını tahrip ederek Osmanlı Devlet-i Aliyye’sine karşı ısyanı başlattılar. 5-6 Haziran gecesi de Medine karakollarına saldırdılar. Şerif Hüseyin’in İngilizlerle anlaşarak ısyan edeceği Pây-i Taht’a ulaşınca, 4.Ordu Kumandanı, Cemal Paşa tarafından Medine Muhâfız Birliklerinin kumandanı olarak gönderilen Fahreddin Paşa (Türkkan) (1868-1948), 31 Mayıs 1916’da Medine-i Münevvere’ye ulaşmıştı. 

Fahreddin Paşa’nın aldığı tedbirle ısyancılar püskürtülmüşlerdir. Başlangıçta asilerin sayısı 50.000 kadar, buna mukabil, Hicaz bölgesindeki Osmanlı askerinin sayısı 15.000 civarında bulunuyordu. 

Fahreddin Paşa hemen karşı harekata başlayarak Bi’riali, el-İlâve, Bi’rimâşî mevkiilerini ısyancılardan temizledi. Fahreddin Paşa yeni birliklerle takviye edilen Hicaz Kuvve-i Seferiyye kumandanlığına ta’yin edildi. (15 Temmuz 1916) 

İngiliz’lerin kışkırttığı ve tam desteklediği asiler, devrin Mekke valisi Galip Paşa’nın tedbirsizliği yüzünden 09.Haziran 1916’da umûmî bir taarruza geçerek, 16 Haziran’da Cidde’ye, 07 Temmuz’da Mekke’ye ve 22 Eylül’de Tâife girdiler. Medine Müdâfii Fahreddin Paşa’nın savunduğu, Medine dışındaki hemen bütün büyük merkezler asîlerin eline geçti. 

Bu sırada Kanal Harekatı bütün şiddetiyle devam ettiğinden, Hicaz’a yeni takviye güçler gönderilemiyordu. 

Kahraman Fahreddin Paşa asîlere nisbetle az sayıda asker ve son derece kısıtlı imkânlar ve zor şartlara rağmen, Peygamber şehri, Medine-i Münevvere’yi iki yıl yedi ay boyunca destansı mücadelelerle müdafaa etti. 

Fahreddin Paşa, Medine’yi müdafaa için İstanbul’dan devamlı takviye kuvvet istiyor, Osmanlı hükûmeti onun taleplerine cevap verecek vaziyette olmadığını bildiriyordu. Osmanlı Hükümetinin Hicaz’a kısmen tahliye kararı alması üzerine Fahreddin Paşa herhangi bir yağma-talan’a karşı Medine’de, Hazreti Peygamber’in Mezarında bulunan Mukaddes emânetlerin İstanbul’a nakledilmesini teklif etti. Mes’ûliyyet kendisinde olmak şartıyla teklifi hükûmet tarafından kabûl edildi. Fahreddin Paşa, bir komisyon teşkil ederek bizzat tek tek kontrol ettiği otuz parçadan oluşan Mukaddes emanetleri, 2.000 askerin muhafazası tahtında İstanbul’a gönderdi. 

İstanbul’u, Suriye’yi Medine’ye bağlayan demiryolunun korunması da artık zorlaşmıştı. İngiliz casusu, Lawrence demiryolu boyunca dolaşarak, Şerif Hüseyin’in hile ve desiseleri, İngilizlerin oluk gibi akıttıkları para ile aldatılan bedeviler harekete geçirilerek demiryollarını dinamitle imha ettirdiler. Etrafı tamamen kuşatılmış, çölün ortasında bir kale durumuna gelen ve gıda-iaşesi de azalan Medine’nin tahliyesine karar verildi. Önce yeni ta’yin edilmiş Mekke emiri, Şerif Haydar Paşa ailesiyle birlikte Medine’den ayrılmış, onları Medine ahalisinden 3-4000 kişi ta’kip etmiştir. 

Fahreddin Paşa, elinde kalan çok az sayıda kuvvetle hem bu çöl yolunu hem de Medine-i Münevvere’yi müdafaaya devam etti. Fakat Hicaz demiryolunun Medine yakınlarındaki Tebük-Medâin arasındaki Müdevvere İstasyonu’nun düşman eline geçmesinden sonra, Medine kalesi ısyancılar tarafından tamamen ablukaya alındı. Hiçbir yerden yardım alamaz duruma gelen şehir’de, halk ve asker arasında açlık ve hastalık baş gösterdi. Bu ağır ve zor şartlara rağmen, Fahreddin Paşa, “Evlad’larım. Aç da kalsak, hiçbir şey bulamasak da, ölünceye kadar gerekirse çekirge yiyerek Allah’ın Resûlü, Sevgili Peygamber’imizi korumaya devam edeceğiz. Bizim cesedlerimizi çiğneyip geçmeden, pis-neces elleriyle Mescid-i Nebevî ve Kabr-i Peygamberi’yi tahrip etmelerine izin vermeyeceğiz.” diye haykırmıştı. 

Kuşatmadan önce kaleyi tahliye etmesini teklif eden İstanbul Hükûmetine, “Medine Kalesinden Türk Bayrağını ben kendi elimle indirmem, eğer mutlaka tahliye edecekseniz buraya başka bir kumandan gönderin,” cevabını vermişti. Fahreddin Paşa, “Takdir-i İlâhî, rızâ-i Peygamberî ve İrade-i Pâdişâhî şeref-müteallik oluncaya kadar Medine müdafaası devam edecektir” diyordu; İngilizler’le Araplar’a teslim olmaktansa Hazreti Peygamber’in Merkadini havaya uçurarak kendisini feda edeceğine dair yemin ediyordu. 

Maksadım, yalnız, Merhûm, Fahreddin Türkkan Paşa’nın kahramanlığını hikâye etmek değildir. Üzerinde durduğumuz mevzu’un daha iyi anlaşılabilmesi için bu izahatın verilmesi zarûrî idi... 

Kadîm ve ebedî İslâm düşmanı, İngiliz’lerin 1917-1919 arasında, büyük fitne, Memâlik-i Osmaniyye’yi işgal ve isti’lâ teşebbüsleri sırasında, ısrarla Medine-i Münevvere’yi işgal etme istemelerinin altında yatan asıl sebep; Merkad-i Nebeviyye’yi açıp, Allah’ın Resûlü’nün Mübârek Cesed’lerini, İngiltere’ye-Londra’ya taşıyıp, hâşâ! Fir’avn’ın cesedi gibi müzede teşhir edip, “Müslümanlar Peygamber’lerinin Na’aşını, Cesedini bile muhafaza edemediler,” diye reklâm etmek idi... 

“(Ey Fir’avn!) senden sonra geleceklere ibret olman için bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan pek çoğu, hâkîkaten âyetlerimizden gafildirler.” (Yunus 10/92) 

(Fir’avn’ın bedeni, lihikmetin Nil Nehrinde boğulduğu vaziyet üzerine secdeye kapanmış gibi, olduğu gibi muhafaza edilmiş, hâlen, İngiltere-Londra’da, Müzeum’da (Ulusal Müze’de) teşhir edilmektedir. 

(Fir’avn daha önce Mısır’da hâşâ! tanrılığını ilân etmiş ve; Ey cemaat, ben sizin için kendimden başka tanrı bilmiyorum. Ben sizin en yüce rabbinizim.” demişti. Onu tanrı olarak kabul etmeyenlere şiddetli işkenceler uyguluyordu. Husûsiyle İsrailoğullarını ağır işkenceye tabi tutuyor, ayrıca erkek çocuklarını da kestiriyordu. Haz.Musa ve kardeşinin Mısır’dan ayrılma istekleri Allah tarafından kabul olundu ve Filistin’e gitmek üzere Kızıldeniz kenarına geldiler; onları imha için Fir’avn ordusuyla arkalarından yetişti. Haz.Musa Allah’tan aldığı bir vahiyle asasını denize vurdu, denizden yollar açıldı ve kavmini Tîh çölüne çıkarttı. Aynı yoldan peşlerini ta’kip etmek isteyen Fir’avn denizin ortasına geldiğinde, yollar kaybolup boğulacağını anlayınca, “Âmentü bi’llâh!” (Ben Allah’a iman ettim, dedi) Fakat, İman-ı Ye’si (ümitsizliğe düştüğü için) Allah imanını kabul buyurmadı... 

Peygamber’lerin cesed’leri, irtihal buyurdukları gün gibi Allah tarafından muhafaza buyrulur. Peygamber’imiz, “Toprak nebî’lerin cesed’lerini yiyemez” buyurmuşlardır. 

Mekke’yi tahrip, Ka’be-i Muazzama’yı yıkmak için harekete geçen Ebrehe ordusunu, ashab-ı Fîl’i, Kahhâr isminin tecellisiyle Ebâbil Kuşları vasıtasıyla helâk eden Allah, İngiliz’lerin mekrini, hile ve desîse’lerini boşa çıkarmıştır...