1870 yılında iki Amerikalı Suriye'de yaptıkları bir geziden sonra bir kaç taş hakkında bilgi vermişlerdi. Brifing yapmışlar, bu taşlar hakkında çok önemli ve de esrarlı bir bilgilerin olduğunu, söz konusu taş plakalar bulundukları yere göre "Hama Taşları" diye adlandırılmış ve Anadolu harabeleri ve eski kalıntılarının esrarını çözme çabasında yeni bir dönemi başlatmışlardır. Ancak Amerikalılar bu taşların hiç de asıl kaşifleri değillerdi. Bunlar daha 58 yıl önce keşfedilmişti. Hem de 19. yüzyılın en ilginç bir gezgini tarafından. Gizli gerçeğe hazırmısınız?
1809 yılında doğu ülklerine özgü kılığıyla sakallı bir adam, Malta'dan Suriye'ye giden bir gemiye bindi. Adının Şeyh İbrahim olduğunu ve Doğu Hindistan filosunda tüccar olarak hizmet gördüğünü söylüyordu. Suriye'de üçbuçuk yıl kaldı. Çok garip bir tüccardı. Şeyh İbrahim; kimi zaman Halep'te kimi zaman Şam'da oturuyor, alış veriş yapacağı yerde yöresel dilleri inceliyor, araştırıyordu.Tarihle coğrafya ile ve de özellikle Kur'an ile uğraşıyordu. Öğrenmeye çalışıyor, araştırıyordu. Bu çalışmalarına yalnız geziye çıkınca ara vermekteydi. Güney'de Kutsak Topraklara, doğuda Fırat boylarına gidiyordu. Antakya'da asi ırmağı vadisinde dolaştı; Hazreti Musa'nın kardeşi Aron'un öldüğü kutsal Hor dağına çıktı. Bir Habeşistan gezisinde casus diye tutuklandı, sınırdışı edildi ve Mısır'a geldi. Bir Paşa onu iki Arap doktorun nezaretinde oturtup sınava çekti. Bu sınavda Müslüman yasalarını bilip bilmediğini ispat etmesi gerekiyordu. Sınavı öylesine başarılı bir şekilde verdi ki dört ay süre ile yasak şehir olan Mekke'ye gitmek olanağını elde etti. Seksen hacı adayı ilr birlikte Arafat dağında şeytanı taşlayıp hacı oldu. O günden sonra da adının başına hacı ünvanını koyma hakkını elde etti.
1817 yılında bir geziye hazırlanırken Kahire'de 33 yaşında öldü. Hem hacı hem de Şeyh olmasının gerektirdiği saygıların hepsi kendisine gösterilerek müslüman mezarlığına defnedildi.
Bu Şeyh Hacı İbrahim'in asıl ismi Johann Ludwig Burckhardt' tı . 1784 yılında doğmuştu; yaşadığı süreç içerisinde önemli diplomatlar, tarihçiler yetiştirmişti. Basel'li eski soylu bir ailedendi. Ölümünden sonra doğu ülkelerine ait el yazmalarından oluşan 350 ciltlik derlemesi ile günlük defteri Cambridge Üniversitesine miras kaldı. Günlük defteri coğrafya kaynaklı eski diller filolojisi ve arkeoloji için eşsiz bir kaynak oldu. Olağanüstü ilginçlikteki bu defter birçok esrarı barındıyordu. Ve bu eserden bir çok bilim adamı kitaplar yazdı, kaynaklar elde etti.
Bu çeşit kitaplardan birinde Londra'da ve 1882 de yayınlanmış >>Travels in Syria and the Holy Land>> Suriye ve Kutsal Ülkede Geziler adlı kitapda Asi ırmağı vadisinde ki Hama şehrinde bir taş yüzünden kalışını anlatır. Pazarda evinin bir köşesinde bulunan bir taştır.Bu taşı şöyle tasvir eder; "Üzerinde küçük figürler ve işaretler olan bu taş, bir çeşit hiyeroglif gibi görünüyordu, ancak Mısır hiyerogliflerine hiç benzemiyordu."
1822'de Texier'in büyük eseri yayınlanmadan 17 yıl önce, kimsenin bu sözlerden haberi olmayışı doğaldır. Aradan 58 yıl geçer; iki Amerikalı, Konsolos Augustus Johnson ile Misyoner Dr.Jessup tıpkı burckhurdt gibi Hama çarşısını gezerken, Şeyh İbrahim'in keşfettiği taşlardan sadece bir tane değil, " üstü bir yığın küçük figür ve işaretlerle kaplı" üç tane taş bulurlar.
Johnson , bir yıl sonra "American Palestine Exploration Society" Amerikan Filistin Araştırma Kurumu önünde buluntuları üzerine bilgi verir; fakat elinde ne taşların kalıpları vardır ne de eskizleri.Çünkü ellemek amacıyla taşlara yaklaşmaya kalkıştıkça , her seferinde yerli halktan feryatlar ve bağırmalar olmuş , vahşi gösteriler olmuş ve insanların yüzlerinde eyleme ve harekete geçeceklerini gösteren çizgiler belirmiştir. Yerli Halk bu konumda tepki verdiği için bundan bir anlam çıkaramamışlardır.
Fakat bu esrarlı işaretler zamanla batıl inanca dayalı bir dokunulmazlık değeri kazanmıştır. Bu batıl inanç öğesi kısa bir süre sonra, Halep'te bulunan aynı hiyeroglif yazılı taşda daha da belirgindi. Yerliler bu taştaki işaretlerde hastalık iyileştirme gücü ve kötülükleri def etme kudreti olduğuna inanıyor, özellikle göz hastalığı olanlar uzak yerlerden gelerek aşınmış bu taşa yüzlerini gözlerini sürüyordu. Ve iyileştiklerine inanıyorlardı. Ne dersiniz ? Bugün hepimizin evinde bulunan nazar boncuğu dediğimiz bu taş ve cam boncuklar bizi nazardan veya kem gözden gerçekten koruyor mu? Aslında bu sorunun cevabı sanırım Hama Taşları nın hikayesi ile açığa çıkmaktadır. Hama taşları kalıpları bugün Londra British Museum'dadır.
KAYNAK: DERİN DÜNYANIN GİZLİ PLANLARI-ERKAN MACİT