Ahmet’in İstanbul’da Selimiye kışlasında askerlik yapmaya başlamasından iki ay sonra Balkan Savaşı çıkmış, Balkan Devletlerinden Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karabağ hükümetleri Türklere karşı topyekûn savaş ilan etmişlerdi.

Yapılan çetin savaşlar sonucu 3 – 4 cephede Türkler yenilgiye uğramışlardı.

29 Ekim 1912′de Bulgarlara yenilen Türkler Çatalca’ya çekilmişlerdi.

Ahmet Çavuş da Çatalca’ya kadar çekilen Türk askerlerinin arasında idi.

Lüleburgaz Savaşları denilen ve Çatalca’ya çekilmek zorunda kalınan 29 Ekim yenilgisinde Türkler sadece Bulgarlara yenilmemiş açlık ve çamura da mağlup olmuştu.

Ahmet Çavuş haftalarca potinini bile çıkarmamış diğer askerlerle birlikte gece gündüz aç susuz kahramanca mücadele etmişti.

Balkan Devletlerinden Bulgarların hedefi İstanbul’u ele geçirip boğazlara hakim olmaktı.

17 Kasım 1912’de Bulgarlar İstanbul'u almak için yeni bir taarruz başlatmışlardı.

Her türlü zor şartlara, açlığa susuzluğa rağmen Türk ordusu hazırlıklıydı.

20 gündür tüneller kazılmakta, tuzaklar hazırlanmaktaydı.

Top – tüfek sesleri, Allah Allah nidaları arasında Ahmet Çavuş bir oraya, bir buraya koşuşturmaktaydı.

Elindeki dolma tüfek ile üzerlerine el bombası ve kurşun yağdıran Bulgar askerlerine ateş etmekte, attığı her kurşunun hedefine vardığına inanmaktaydı.

Bir ara içinde gizlendikleri sığınağın hemen yanı başına bir el bombası düşmüş Ahmet Çavuş arkadaşlarının şaşkın bakışları arasında patlamaya hazır el bombasını Bulgar askerlerinin üzerine fırlatmıştı.

İşte o anda düşman topçusunun attığı bir top, sığınağın yakınına düşmüş fırlayan şarapnel parçaları Ahmet Çavuşun sol ayağının baldırına saplanmış, sağ ayağının dizden aşağısını parçalamıştı.

Görülmemiş bir direnişle karşılaşan Bulgarlar geride 10.000 ölü bırakarak savaş alanını terk etmişlerdi.

Türk askerleri büyük bir zafer kazanmış ancak yüzlerce şehit vermiş, yüzlerce yaralıyı hastaneye kaldırmışlardı.

Hastane geçici olarak kurulan bir Sahra hastanesi idi.

Ahmet Çavuş yaralılar arasında idi. Kısa sürede her iki bacağı kangren olmuş, ameliyat sonunda sol ayağı dizinden bir karış yukarısından, sağ ayağı ise dizinden kesilmişti.

Sahra hastanesinde aylarca tedavi gören Ahmet Çavuşun tek tesellisi Gülizar’ın verdiği ve avucunun içinden hiç ayırmadığı kana bürünmüş işlemeli beyaz mendil idi.

Onunla yatıyor, onunla kalkıyor, onunla konuşuyordu.

Sahra hastanesinde her iki bacağına takma ayaklar takılmış ve ellerine iki asa verilmişti.

Balkan Savaşları sona ermiş, Ahmet Çavuş terhis olmuş, memleketine gitmek üzere Haydarpaşa istasyonundan trene bindirilmişti.

Aktarmalı tren yolculuğu ile Adana’ya gelmişti.

Adana’da askeri birliğin verdiği bir katır ve rehberiyle haftalarca süren yolculuktan sonra Anamur'a askerlik şubesine teslim edilmişti.

Yine bir binek atı ve rehberiyle kayrak çakıllı yollardan Kızılca köyüne gelen Ahmet Çavuş gece vakti evlerinin kapısını çalmıştı.

Bu kavuşmanın üzüntüsüne dayanamayacağını hisseden rehber er, atına atladığı gibi geri dönmüş, Ahmet Çavuş evinin kapısında yalnız kalmıştı.

Anne Dudu Gelin yıllar yılı Ahmet'ten haber alamamanın üzüntüsü ile yanıp tutuşmaktaydı.

Durdane Ana yatalak olduğu için ev işlerinde gelinine hiç yardımcı olamamaktaydı.

Baba Musa rahatsız olduğu için sadece oğlakların bakımını üstlenmişti.

Dudu Gelinin saçları ağarmış neredeyse beli bükülecek hale gelmişti.

Akşam vakti keçi ve oğlakları ağıla katmış, Durdane Anaya ve kocası Musa’ya yiyecek bir şeyler hazırlamış, onlar uyuduktan sonra kendisi de yatmış uyumak üzereydi.

Kapı çalındığı zaman bir an şaşırmıştı. Komşuları olamazdı. Bu saatte kendilerini arayacak pek komşusu yoktu.

Kapıyı açtı. Bir de ne görsün? Askere giden oğlu Ahmet kapıda durmuyor mu?

Baba uyanmış, Durdane Ana’yı da uyandırmışlardı.

Hüzün ve sevinç birbirine karışmıştı.

Oğullarının takma bacakla karşılarına çıkması aileyi perişan etmişti. Ahmet annesine yavuklusu Gülizar’ı sormuş, annesinin Gülizar ile ilgili anlattıklarını duyunca yıkılmış, sabaha kadar kendine gelememişti.

Gülizar Ahmet’in askere gidişinden sonra iki gözü iki çeşme her akşam üzeri biteviye sayfantlarının önündeki ardıç ağacının dibinde güneşin batışını izlemekte idi.

Geyik avlama mevsiminde günlerden bir gün Anamur’dan gelen avcıların yolu Kızılca köyüne düşmüştü.

Avcılar ardıç ağacının dibinde tek başına oturan gözü yaşlı Gülizar’ı görmüşler, güzelliğine hayran kalmışlardı.

Av dönüşü Anamur’da ve Bozyazı’da dilden dile Gülizar’ın güzelliği konuşulur olmuştu.

0 dönemde uzak köylerden kız istemek pek alışılmış bir durum değildi.

Ancak Bozyazı ve Anamur’da Gülizar hakkında o kadar çok şey söyleniyordu ki…

Yine o dönemde bedelli askerlik sebebiyle bazı gençler bedel parasını ödeyip askere gitmiyordu.

Babasının bedel parasını ödediği bir bey oğlu Gülizar’ın güzelliklerini duymuş ve ikinci av mevsiminde avcıların peşine takılmış Kızılca Köyüne gitmişti.

Uzaktan Gülizar’ı gören bey oğlu ona âşık olmuş ve av dönüşü durumu ailesine anlatmıştı.

… ve Balkan Savaşlarında yavuklusunun şehit olduğunu tahmin eden Gülizar Anamur’a gelin gitmişti.

( devam edecek )