BM kayıtlarına göre hala bağımsız bir ülke olan Irak’ın en stratejik, en değerli coğrafyası olan Musul ve Kerkük vilayetleri, ,ABD’li hukukçuların hazırladığı Irak Anayasası’nın emrettiği referandum bile yapılmadan Bağdat yönetiminden koparılıyor, Barzani’nin emanetine veriliyor. IŞİD’DEAŞ’ın kullanım süresi doldu, şimdi Musul ve Kerkük Barzani’nin emanetinde.

Yakında Irak Kürt Bölgesi bağımsızlığını ilan edince, Irak’ın en stratejik bölgesi olan Musul ve Kerkük vilayetleri bütün petrol varlığı ile birlikte el değiştirmiş olacak. Sormak isteriz:1991’de Saddam, gaza getirilerek Kuveyt’e girdiğinde, “Bağımsız bir ülkeyi işgal etti” gerekçesiyle koalisyon kurup tepesine binenlerle, BM kayıtlarına göre bugün hala bağımsız bir ülke olan Irak’ın zenginliklerini yağmalayanlar aynı çağdaş haramiler değiller mi?

Binlerce kilometre ötelerden gelerek bağımsız bir ülkeyi işgal edip parçalayan, Musul ve Kerkük gibi petrol zengini kentlerini Anayasa ve referandum oyunlarıyla ana gövdeden koparıp bağımsız devlete dönüştürerek yağmalayan bu çağdaş korsanlar karşısında susacak mıyız?

Çağdaş haramilerin bağımsız bir ülkenin zenginliklerini yağmalaması, ülkeleri bölüp parçalamasını seyredecek miyiz?

Milyonlarca masum insanın, özellikle Türkmenlerin katledilmesine, Ortadoğu coğrafyasındaki Türk ve İslam izlerinin silinmesine neden olan ve bir adım ötesinde ülkemizin sınır güvenliğini, birliğimizi ve bütünlüğümüzü çok olumsuz etkileyecek bu gelişmeler karşısında hala susacak mıyız?

Irak Kürt Bölgesi Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani, 18 Ekim’de Alman Bild Dergisiyle yaptığı söyleşide, Iraklı Kürtlerin uzun süredir bağımsızlık konusunda ısrarcı olduklarını belirterek, “En geç üç ay içinde Bağdat yönetimi ile bağımsızlık konusunu çözeceğiz. Bunun zamanı çoktan geldi, ancak şu anda DEAŞ ile mücadeleye konsantre olmuş durumdayız. Musul özgürlüğe kavuştuktan sonra, Bağdat’taki ortaklarımızla bir araya gelerek bağımsızlığımızı konuşacağız” diyordu.

Barzani’nin sözünü ettiği Musul, Kerkük, Erbil, Telafer, Sincar, Tuzhurmatu, Tazehurmatu, Diyala.. sınırımızdan Basra Körfezi’ne kadar uzanan bu bölgenin Batılıların çizdikleri haritalardaki adı TÜRKMENELİ’dir. Neçirvan Barzani, tarih boyunca çoğunluk olmadıkları bir bölgenin geleceğinden söz ediyor ve “Bağdat yönetimiyle bağımsızlığımızı koşacağız” diyor; diyebiliyor. Neçirvan Barzani’nin hangi tezgahı hayata geçirme adına konuştuğunu biliyoruz; 19 Ekim tarihli “Musul’u Irak’tan Koparma Operasyonu”, 29 Ekim tarihli “Musul’u Yine mi Kaybediyoruz?” ve 2 Kasım tarihli “Musul Yağması” başlıklı yazılarımızda ayrıntılarıyla anlattık.

IKBY Başkanı Mesut Barzani ise bağımsızlık konusunda bir adım daha atıldığını “müjdeleyerek” şöyle diyor: “Bağdat’a yaptığımız son ziyarette bağımsızlık konusunu açık açık konuştuk. Anlaşma olmaması halinde referanduma gideceğiz.”

Mesut ve Neçirvan Barzani konuşuyor, Irak Başbakanı İbadi konuşuyor, ama bu post-modern işgal projesinin gerçek sahibi ABD ve Batılı ortakları. “Irak Kürdistanı’na bağımsızlık” kamuflajı altında tarihte eşi benzeri görülmemiş bir yağmalama operasyonuyla, Musul ve Kerkük Irak’tan koparılıyor, 1991’deki Körfez Savaşı sonrasında, 36. Paralel boyunca bölünen Irak’ın kuzey parselinde oluşturulan Kürt Bölgesi Yönetimi’ne kaydırılıyor.

Yakın bir gelecekte Irak Kürt Bölgesi Yönetimi, kukla Bağdat Hükümeti’yle “konuşarak” bağımsızlığını ilan edecek ve Irak’ın en stratejik coğrafyası, petrol rezervleriyle birlikte el değiştirmiş olacak.

Bu olanlar yıllar öncesinden planlanmıştı. Öyle “Arap Baharı” gibi spontane gelişmeler falan değildir. Açın bakın gazete arşivlerini, I. Körfez Savaşı’nı (1991) Suudi Arabistan’dan izleyen duayen gazeteci Güneri Civaoğlu’nun, savaş sonrasında ABD’li askerler tarafından verilen brifingte söylediklerini okuyun.. ABD’li general haritada Irak’ın kuzeyini ve Güneydoğu Anadolu’yu avuçlayarak,

Savaş bitecek.

Amerikan kuvvetleri çekilecek.

Bıraktığı silahlar Kuzey Irak’taki Kürtlerin eline geçecek.

Kürtler Türkiye’den toprak isteyecek” diyordu.

Civaoğlu’nun, “Ya kabul etmezsek?” sorusunu da, ABD’li general, Ya vermeyeceksiniz ve savaşacaksınız ya da toprak vereceksiniz” diye yanıtlamıştı. Yıl: 1991!

Civaoğlu, yeri geldiğinde, bu izlenimlerini birkaç kez yinelemişti. En son Milliyet’te okumuştuk, “YÖNETMEK ÖNGÖRMEKTİR” başlığı altında (Milliyet: 15.10.2014).

AMERİKALILARIN KÜRTLERİ MUTLU ETME GİBİ BİR KAYGILARI YOKTUR VE HİÇBİR ZAMAN DA OLMAMIŞTIR

Bugün Türkiye, 1991’den, yani Sovyetler Birliği’nin dağılmasından, yani Saddam’ın gaza getirilerek Kuveyt’e sokulması sonrasında başlatılan I. Körfez Savaşı’ndan, yani savaş sonrasında Irak’ın 36. Paralel boyunca bölünüp kuzey bölümünde tam teşekküllü bir devlet kurma çalışmalarının başlatılmasından bu yana, dostları ve müttefikleri tarafından organize edilmiş çok ciddi bir tehdit altındadır. Yeri gelmişken yine altını çizelim; Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında bölgedeki 22ülkenin siyasi haritasını değiştirmeyi hedefleyen çağdaş haramilerin “Ortadoğu’daki en yakın ortaklarımız” dedikleri Kürtleri mutlu etme gibi bir kaygıları da yoktur, hiçbir zaman da olmamıştır.

KÜRT KORİDORU” KIRIM SAVAŞI’NIN BİR ÜRÜNÜDÜR

Batılıların Ortadoğu’ya ilişkin projeleri her zaman İran ve Türkiye’nin kontrol altına alınması ve Rusya’nın pasifize edilmesi esasına dayandırılmıştır. Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri bu açıdan bakarak değerlendirmek gerekir. Günümüzde çokça sözü edilen ve I.Körfez Savaşı sonrasında hayata geçirilmeye başlanan ‘Kürt paravanası’ Kırım Savaşı (1853-56) sonrasında planlanmıştı.

Kırım Savaşı sonrasında imzalanan Paris Anlaşması’yla (1856) Boğazlar yoluyla Akdeniz’e inme umutları kalmayan Çarlık Rusyası’nın Kafkaslar üzerinden Basra Körfezi’ne uzanması engellemek ve Rusları Karadeniz’in kuzeyine hapsetmek amacıyla gündeme gelmişti. Batılılarla Ruslar arasındaki nüfuz alanları oluşturma kavgasının bir ürünü olan ‘Kürt paravanası’ Doğu Anadolu’dan Akdeniz’e uzanan bir bölgeyi kapsıyordu.

Yüzelli yıl sonra Çarlık Rusyası’nın düşleri gerçek oldu; bugün Suriye’nin Akdeniz kıyılarında “sonsuz süreli” anlaşmalara dayalı üsleri var. Batılılarla Ruslar arasındaki enerji merkezli nüfuz alanları oluşturma kavgası Suriye’de bütün şiddetiyle sürdürülmektedir.

Rusların ve İran’ın Esat’a destek vermeleri nedeniyle Kürt Koridoru”nu Akdeniz’e uzatamayan ABD ve Batılı ortakları yeniden “koridorun” başına, Irak’a dönerek Musul ve Kerkük’ün sahip değiştirmesi operasyonuna ağırlık vermişlerdir.

ANKARA ANLAŞMASI NİYE TARTIŞMAYA AÇILMIYOR?

Irak Kürt Bölgesi Yönetimi Lideri Mesut Barzani, kendisine özerklik hakkı veren ABD yapımı Irak Anayasası’nın 140. Maddesi’ne rağmen, “Referandum’a gerek yok, Kerkük bugün sınırlarımız içindedir” diyebiliyor. Irak Kürt Bölgesi Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani, “Musul’u kurtarınca bağımsızlığımızı ilan edeceğiz” diyebiliyor. Yani, Musul ve Kerkük referandum oyunuyla Bağdat yönetiminden Barzani yönetimine kaydırılacak, Barzani bağımsızlığını ilan edecek ve Irak’ın en değerli petrol kentleri sahip değiştirmiş olacak.1926’da Musul ve Kerkük’ü Türkiye’den koparan Ankara Anlaşması’nın hangi koşullarda geçerli olduğunu tartışmaya açan ve bu uluslararası soygunu dünya kamuoyunun gündemine taşıyan yok! 

Mesut Barzani’nin Anayasa’nın kesin hükmüne rağmen Kerkük’te referandum yaptırmaması, tek kurşun atmadan DEAŞ’a teslim edilen Musul’un, ABD’nin eğittiği  Irak ordusuna bağlı Terörle Mücadele Birlikleri tarafından geri alınarak Kerkük’le birlikte Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’ne kaydırılması ve burada bağımsız bir devlet ilan edilmesi, uluslararası hukukun ayaklara altına alınarak gerçekleştirilen bir soygun operasyonudur.

Musul ve Kerkük’ün Bağdat yönetiminden koparılarak Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’ne bağlanmasının hiçbir hukuksal dayanağı yoktur. Bu operasyon uluslararası bir soygundur. Bu soygun, Ortadoğu’da uzun soluklu etnik ve mezhepsel çatışmaların yaşanmasına neden olacaktır. Bu hareketlenme, Türkmeneli bölgesindeki Türklerin sonu olacağı gibi, Türkiye açısından da, İslam Alemi açısından da çok ciddi tehlikeler üretecektir. Üretmektedir.”

Yıllar yılı “dost” dediğimiz, “müttefik” bildiğimiz ortaklarımız, yüzyıllardır var olduğumuz Ortadoğu’dan Türk’ün izlerini silme çabası içindedirler. Birliğimizi, bütünlüğümüzü hedef alan terör örgütleriyle işbirliği yaparak, bize ikinci bir Balkan faciası yaşatmak istiyorlar. Ortadoğu’da ikinci bir Balkan faciası yaşamanın yalnız Türkler açısından değil, İslam Alemi açısından da çok ağır sonuçları olacağının bilincinde olmamız gerekir. Yüzyıllar boyunca İslam’ın sancaktarlığını yapmış ve İslam’ı Avrupa içlerine taşımış olan Türklerin ve izlerinin Ortadoğu coğrafyasından silinmesi demek, İslam Alemi’ne bir başka iklimin egemen olması demektir. Unutmayalım, yüzyıllar boyunca Avrupa’yı aydınlatan İslam güneşi, Türklerin yaşadıkları Balkan faciası sonrasında solmaya başlamıştır.

Bizi, yani Türk’ü ve İslam’ı, Balkanlar’dan sonra, Ortadoğu coğrafyasından da silmeyi hedefleyen bu gelişmeler karşısında hala susacak mıyız?

Tarihte Benzeri görülmemiş post-modern bir işgal, bir yağmalama karşısında, “Fırat Kalkanı”na paralel olarak, olası bir “Dicle Kalkanı”na gerekçe oluşturacak bir “Hukuk Kalkanı” operasyonu başlatmamız, dünya kamuoyunu ayağa kaldırmamız gerekmiyor mu?