Katoliklerin ruhani lideri Papa Francesco'nun, 1915 olaylarında ölenleri anmak için Vatikan'da düzenlediği ayinde, 20. Yüzyılın ilk soykırım kurbanlarının Ermeni toplumu olduğunu söyledi(Gazeteler- 12 Nisan 2015). 
Peki, Papa’dan “Türkler Soykayrımı Yapmıştır.”  Demesin mi bekliyordunuz. Ayrıca Papa’nın açıklamasından önce devlet ve millet olarak “Ermeni Soykırımı” yapmadığımız hakkında ne çalışmalar yaptık veya ne gibi savunma yapıyoruz ki? Ne gibi savunma diyorum! Çünkü Batı dünyası önümüze bir iddianame koymuş iddianame’yi okuma zahmetine bile katlanmadan oturmuş Avrupa’nın bizi suçlamasını izliyoruz. Sonra da neden böyle demedin de, öyle dedin diye ona buna kızıyoruz! Allah aşkına; sanık sandalyesine oturtulmuş sanık iddianameyi okumdan kendini nasıl savunabilir ki? Bakınız bir Ermeni aslı sanatçı Türkler’i kötülemek tek başına ne kadar olumsuz bir çalışmalar yapıyor, bizim televizyonlar ise onun Türkler’i suçlamasını balandıra balandıra izlettiriyorlar. Dahası bu ülke halkının sevgisi ile ve da paraları lüks bir hayat yaşayan sanatçılarmızdan hiç mi hiçbir tepki yok?  
Ey Avrupa tarihe bir bak hele siz Müslümanlar dâhil kendi dininizde ve soyunuzda olanlara bile ne kadar aşağılık vahşetler yapmışsınız, önce onun özrünü dile, sonra başkalarına bak! Tarihte yaptığınız vahşetlerin sadece iki tanesini sizlere hemen hatırlatayım, bu bile soykırımını kimin yaptığını gayet açık şekilde gösterecektir;  “15 Temmuz 1099 tarihinde ele geçirilen Kudüs'te bir kısım Müslümanlar Mihrab-ı Davud'a sığınıp 3 gün mücadele verdi, fakat daha sonra aman ile teslim olmak zorunda kaldılar. Haçlılar, Kudüs'ü işgal ettikten sonra Mescid-i Aksâ'da 70 bin Müslüman’ı kılıçtan geçirdi. Zengin olma amaçlarına ise camilerdeki sayısız altın, gümüş ve değerli taşlarla bezeli eşyaları yağma ederek ulaştılar. Haçlılar Kudüs'teki ilk Lâtin Devleti'ni kurarak, arkadan gelen aç Avrupalılar'ı zengin etmenin yollarını aradılar. İşlediği bu insanlık vahşeti, din adına yaptığını büyük bir övünçle anlatan Gödofroi Buyyon Papa II. Urban’a yazdığı bir mektupta şöyle diyordu:
“-Kudüs’te bulunan bütün Müslümanları katlettik. Malumunuz olsun ki, Süleyman mabedinde atlarımızın diz kapaklarına kadar Müslüman kanına batmış olarak yürüyoruz.” Rene G.Rousset adındaki tarihçi yukarıdaki fikri doğruladıktan başka, şunları da ilave ediyor: “Haçlılar Kudüs’te o kadar çok Müslüman kestiler ki, atlarının ayakları kan deryasına battıkça insan etleri duvarlara sıçrıyordu.”  Geçtikleri her yeri yağmalayan vahşiler, Kudüs'ü 5 hafta boyunca kuşattı.  15 Temmuz 1099'da işgal edilen Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'da 70 bin Müslüman türlü işkencelerle kılıçtan geçirildi. Bu vahşet saldırı ardı arkası kesilmeksizin 900 yüzyıl sürdü ki;
III. Haçlı Seferi’nden sonra, istediğine kavuşamayan Papalar; Hıristiyanlar’ı doğuya yönlendirmeye ve seferlere katılmaya teşvike devam etti. Nitekim Papa III. Innocentius 1202 yılında halkı, İslâm dünyasına saldırmaya ve Kudüs kentini ele geçirmeye azmettiren yeni bir çağrıda bulundu. Ama Avrupa’da harekete geçen çapulcu sürüsü İstanbul’a gelince kendi dinlerinde ve kendi soydaşları olan Bizanslılar’a saldırmaktan asla geri durmadılar.  12 Nisan 1204 tarihinde şehir kesin olarak Haçlılar’ın eline geçti.  İstanbul artık vahşi yağmalama ve hunharca saldırılarla karşı karşıya kalmıştı. Lâhitler açılıp mezarlar soyuluyor; Kiliseler, Manastırlar yağma ediliyordu. Mukaddes kupalarda şarap içen bu kahramanlar, hayvanlarını Kiliselerin içine kadar getirtip ganimetleri yüklüyordu. Hatta rezalet o kadar ileri gitmişti ki bir fahişe, Ayasofya’da Patriğe ait kürsüye çıkarak burada müstehcen bir şarkı okumaktan ve mabedin ortasında dans etmekten çekinmemişti. Gözü dönmüş çapulcular şeklinde hareket eden Lâtinler, halkın mal, can ve ırzına tecavüz ederek tam bir vahşet sergilemiş, İstanbul halkının hafızalarında yüzyılları aşan çok kötü izler bırakmıştı. Yunanlı Tarihçi Nomiku, İstanbul’un yaşadığı vahşeti şu cümlelerle ortaya koyuyor:
‘Yıkım korkunç ve tamir edilemez boyutlara varmıştı. Sanat, bilgelik, ilim ve medeniyet açısından paha biçilemez değerde olan hazineler, o gün, o Hıristiyanlar’ın hayvanca soğukkanlılıkları ve ölçü tanımaz yağmacılık dürtüleri sonucunda tahrip edilmişler, yok olmuşlardır. Para, altın veya gümüş dışındaki her şey tamamen ve kat‘î bir şekilde yok olup gitmiştir. Asırlar süren çalışmalar sonucunda yaratılan fikrî eserler, ilim dolu kütüphaneler, dünyaca ünlü sanat eserleri... Her şey ama her şey kül olmuş, tahrip edilmiş, ortadan kaldırılmıştır. Ve bu suretle, medenî insanlık o gün tamir edilemez bir felâket yaşamıştır. Doğu dünyasının başkenti, imparatorluk Konstantinopolis’i kifayetsiz ve aşağılık çıkarcıların eline geçmişti.’
Nomiku ayrıca Lâtinler’in işgalden önce de İstanbul’da büyük yangınlar çıkardıklarını hatta bu yangın ve kundaklamalardan birisinde Ayasofya yakınlarındaki bir camiyi kundakladıklarını yanan camiden yükselen alevlerin İstanbul’da çok büyük bir yangına sebebiyet verdiğini anlatır. Hatta bu caminin kundaklanması sırasında Ortodoks komşularının da bizzat caminin savunmasında yer aldığını, Müslümanlar’a yardım ettiğini anlatır. Lâtinler’in bu barışı da sabote ettiğini ifade eder.  Haçlı seferleri tarihi yazarı ve koyu bir Katolik olarak tanınan J. F. Michaud bile IV. Haçlı Seferi’ne katılan Lâtinler’in İstanbul’daki işgal ordusunun pervasız tavırlarını; “Ne kadınların iffetine ne de kiliselerin ruhaniyetine saygı gösteriyorlardı.” diyerek eleştirmiştir.”
Şimdi soruyorum. Kendi inancında olanlara bu vahşeti yaşatan Avrupa bize hiç hoşgörü ile bakar mı?