İslâm’ın temel esaslarından, namaz, oruç yalnız, bedenî, zekât, yalnız mâlî, Hac ise, hem bedenî hem de mâlî bir ibâdettir. Bunun için, Hacc’ın Nefs-i Vücubu’nun şart’ları arasındaki en önemli şart, İSTİTÂAT’dır. 

İstitâat, “Yoluna gücü yetenler,” Hacc’a gitme imkânına kavuşanlar demektir ki, bu imkân’ın ölçüsünün ne olduğu hususunda, ehl-i Sünnet mezhepleri fark’lı görüştedirler. İmam-ı Şâfî’ye göre bu imkân vasıta ve yol masraf’larını karşılama kudreti, İmam-ı Mâlik’e göre, yürüme ve çalışıp kazanma iktidarı, İmam-ı Â’zam Ebû Hanife’ye göre de, bu söylenenlerin tamamıdır. 

Hac İbadetiyle mükellef olmak için umûmî olarak bütün mükellefiyetlerde öngörülen Müslümanlık, akıl ve bülûğ şartları yanında ayrıca hacc’ı edâ etmeye bedenî ve mâlî imkân’ların kâfi olması da şarttır. Beden ve mâlî imkân’ın kâfî düzeyde bulunmasına İslâm Literatür’ünde yapabilme güç yetirebilme anlamında, İstitâat denilir. 

İstitâat teknik ifadesiyle Hacc’ın vücub şartıdır. Hac, sadece Ka’be ve civarında muayyen günlerde eda edilen bir ibâdet olduğu için, hac mükellefiyyeti bedenî ve mâlî imkân’ların kâfî olması şartına bağlanmıştır. Yüce İslâm Dini, diğer mükellefiyyetlerde olduğu gibi, hac ibâdetinde de mükellef’in vaziyetini dikkate almış ve ona güç ve imkânlarının üzerinde bir yük yüklememiştir. 

İstitâat denilen, yapabilme güç ve imkânı, hac yolculuğuna çıkacak kimselerin gidip dönünceye kadar kendisinin ve bakmakla mükellef bulunduğu kimse’lerin geçimlerini sosyal ve ictimâî seviyelerine uygun olarak te’min edecek mâlî güce ve hac için yeterli zamana ve mâlî güce sahip olması anlamına gelmektedir. 

HACC’IN EDÂ ŞART’LARI: 

Hacc’ın edasının, yâni hac mükellefi tarafından bizzat ifa edilmesinin farz olması için bulunması gereken şart’lara hacc’ın edasının şartları denir. 

1) Sağlıklı olmak. İmam-ı Â’zam Ebû Hanife ve İmam-ı Mâlik. Sıhhati Nefs-i Vücûp (hac mükellefi olmanın) şartı olarak gördüklerinden bunlara göre, sağlıklı olmayan kimseler, Hac yapmakla mükellef değildir. Dolaysiyle de yerlerine vekil göndermeleri de gerekmez. 

2) Yol Selâmeti. Hanefî ve Hambelî mezheb’lerinde, fetvâ’ya esas olan görüşlere göre, yol güvenliği, hacc’ın edasının şartlarındandır. Mâlikî ve Şâfî’ler ise, İstitâat mefhumuna getirdikleri izahlar istikâmetinde bunu, mükellefiyyet şart’ları arasında saymışlardır. 

3) Arizî (geçici) bir mânî’nin bulunması: Tutukluluk veya yurtdışına çıkma yasağı gibi yolculuğa çıkmaya mâni bir durumun hac mevsimine denk gelmesi halinde eda yükümlülüğü gerçekleşmez. Hac mükellefiyyeti’nin bütün şart’larını haiz oldukları ve gidebilmek için resmî müracaatlarını da yaptıkları halde, uygulanan kota sebebiyle kur’a’da isâbet etmeyenlerin durumu da, bu arizî mânia’ya girmektedir. 

4) KADIN’LARA HAS İKİ ŞART: 

Hacc’ın edasıyla doğrudan alakası bulunmamakla birlikte, kadınlara aid başka hüküm’lerin neticesi olarak söz konusu edilen iki şart daha bulunmaktadır. Bunlar’dan birincisi kadın’ların tek başlarına uzun mesâfeli yolculuklara çıkma yasağından kaynaklanan, “Yanlarında eş’lerinin veya mahrem’lerinin bulunması şartıdır. Hanefî Mezhebine göre, haccedebilmek için, seferlik hüküm’lerinin uygulanacağı bir mesâfeyi kat’etmek durumunda olan kadınlar tek başlarına hac yolculuğuna çıkamazlar. 

Kadın için Mahrem: 

Neseben, emzirme yoluyla veya evlilik münasebetiyle ebediyyen hiçbir suretle evlenmesi mümkün olmayan erkeklerdir. Baba, dede, oğul, torun, dayı, teyze, amca, hala bunların çocukları yeğenler, süt oğul, süt kardeş, gelin için Kâim-i Peder, damat için Kâim-i Vâlide... 

KADINLAR İÇİN İKİNCİ ŞART İSE: 

Boşanma ve vefat iddeti beklemekte olan kadınlara aid olup beklemeleri gereken müddeti tamamlamış olmalarıdır. Boşanma ve ölüm halinde iddet müddeti, 4 ay on gündür. Hanefî Mezhebine göre eda şartı olan bu durum “İddet Bekleme” diğer mezheplere göre, mükellefiyet şartıdır, nefs-i Vücub şartıdır. Hac mükellefleri, eda şart’larını haiz iseler bizzat hac yapmaları bu şart’lardan herhangi birisinin gerçekleşmemesi durumunda bedel (vekil) göndermeleri veya bunu vasiyet etmeleri gerekir. 

Şâfiî Mezhebin’de ise, kat’edilecek mesâfe’den ziyâde yol emniyeti ve kadınların güvenliği esas alındığından, beraber’lerinde koca’sının veya bir mahreminin bulunması şartı koşulmamış, bunun yerine, kadınların bunu sağlayacak şekilde de, ağırlıklı görüşe göre, üç kadının yer aldığı bir grup oluşturmaları yeterli görülmüştür. Bununla, birlikte iki kadının hattâ kendisinin güvenlik içinde hisseden bir kadının farz olan (münhasıran farz olan hac, nâfile umre ziyâretinde ise aynen Hanefîler gibi, Şâfî’i’ler de kocasının veya bir mahreminin yanında bulunmasını şart koşmuşlardır.) hac vazifesini yerine getirmek için tek başına yola çıkması câiz görülmüştür. 

Mâlikî Mezhebine göre ise, kocası veya mahremi bulunmayan veya ücretle bile olsa, mahrem’lerinden birisi kendisiyle birlikte hacc’a gelmeyen bir kadın güvenli bir kâfile ile birlikte, bu kâfile’de kadınların bulunup-bulunmaması dikkate alınmaksızın hac yolculuğuna çıkabilir. 

İmam-ı Â’zam Ebû Hanîfe’ye göre ise, bir kadın Hacc’ın vücûp ve edâ şart’larının tamamını taşısa bile, en önemli eda şartı, eşinin veya bir Mahreminin yanında bulunmaması durumunda zâten kendisine hac vacip (farz) değildir. Maslahata en uygun olan görüş de, bu görüştür. Zirâ yolculuk her ne vasıta ile yapılırsa yapılsın, bizâtihî meşakkat demektir. Yanlarında eşleri ve mahrem’lerinden birisi bulunmayan bir kadın için akla gelen-gelmeyen bütün zorluklar dikkate alındığında bu meşakkat daha da artmaktadır. 

Bu arada, Hac ve Umre seyahatleri başta olmak üzere, diğer seyahatlerde günümüzde Müslüman’ların dikkate almadıkları bir farîza’yı, şer’î bir emri hatırlatmak isteriz; Ebû Said-i Hudrî radiya’llâhu anh ki, Müşârün ileyh, (bu mübârek zât), Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem ile beraber, on iki gazâ’da bulunmuştur. Bu Ebû Said’den şöyle rivâyet edilmiştir: 

- Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem’den son derece nazar-ı Dikkate hayretimi celp eden dört (hikmet) işittim: 

1) Yanında zevci veya mahreminden birisi bulunmaksızın bir kadın iki günlük mesâfe’ye sefer (yolculuk) etmez. (Burada iki günlük mesâfe (uçak, tren ve kara vasıtaları ile ölçülen değil, kervan ile, at ve deve yolculuğu ile ölçülen mesâfedir ki, 2 günlük mesafe, yaklaşık 60-70 kilometrelik bir mesâfe’ye tekâbül etmektedir. 

2) Ramazan ve Kurban bayramlarında oruç tutmak meşrû değildir.

3) İki namaz’dan sonra namaz kılmak sâbit değildir; (birisi) ikindi namazından sonra güneş gurub edinceye kadar (batıncaya kadar), (birisi) sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar. (Yalnız o günün ikindi namazının farzı, akşam vakti girinceye kadar kılınabilir.) 

4) Hiçbir mescide (nezr ile) şedd-i Rihâl edilmez. (Şedd-i Rihâl, lügatte, deveye yük bağlamaktır ki, sefer’den (yolculuktan) kinayedir. Nezredilse bile namaz kılmak için şu üç mescid’den başka hiçbir mescid’e sefer (yolculuk) edilmez: Mescid-i Haram, Mescid-i Aksâ, bir de Benim Mescidim... 

Buhârî’nin, Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den rivayetine göre, Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurdu: 

- Allah’a ve âhiret gününe iman etmiş hiçbir kadına, beraberinde zevci veya mahremi bulunmadan bir gün bir gecelik uzaklıktaki bir mesafeye sefer (yolculuk) etmesi aslâ helâl değildir.” 

UMRE’YE MÜTEALLIK BA’ZI MESÂİL: 

Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den’den rivayete göre, 

Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurdular ki; 

- Umre kendisiyle öbür Umre arasındaki zaman için işlenen (küçük) günahlara kefarettir. (Kendisinde riya ve süm’a (görsünler duysun) bulunmayan, hacc’ı Mebrûrun da sevâbı, ba’zı günahların affına münhasır olmayıp Cennete dahil olmak)dır.” 

Umre’nin vâcib (amelen farz), Sünnet-i Müekke’de olup olmadığı hakkında geniş ma’na’da ihtilâf var ise de, İmam-ı Ebû Hanife ve ashabı ve İmam-ı Mâlik Umre’nin vacip veya vacip derecesinde müekked sünnet olmadığına kâil olmuşlardır. Zirâ, Tirmizî’nin rivayet ettiği Cabir hadisiyle istidlâl etmişlerdir. Câbir radiya’llâhu anh, demiştir ki, Resulullah salla’llâhu aleyhi ve sellem’den: 

- Umre Vacib midir? diye sorduklarında Resûlullah: 

- Hayır, Umre vacib değildir; Fakat Umre etmeniz efdaldir, buyurdu. Tirmîzî bu hadisi naklettikten sonra: Câbir hadisi hasen (güzel) ve sahih bir hadistir, diye ilâve etmiştir. 

Umre, Lugatte kasd ve ziyâret demektir. Şer’î ıstılah’ta, vakit ile mukayyed olmaksızın husûsî şartlarla, Ka’be-i Muazzame’yi ziyaret demektir. 

Umre için herhangi bir vakit ta’yin ve tesbit edilmemiş ise de, İmam-ı Â’zam Ebû Hanîfe’ye göre, Kurban bayramının arefe günü, Nahir (Kurban bayramının ilk) günü, Teşrık günleri (ki, Kurban bayramının ikinci, üçüncü, dördüncü günleri) umre mekrûh olup senenin diğer bütün günlerinde câizdir. 

Farklı rivâyetler olmakla birlikte, Haz.Peygamber’imizin salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin, Hudeybiye Musalahasından sonra, Hicretin 7. Yılında Hudeybiye Umresi, Hicretin 8. Yılında, Mekke’nin fetih günü ifa buyurduğu Umre, aynı yıl, Huneyn ve Tâif Seferlerini müteâkıp ifâ buyurduğu Umre ve o yılda, Vedâ Hacc’ı sırasında ifa buyrulan olmak üzere, dört Umre yaptığı bilinmektedir. Ve tabi’î ki, ömründe bir kerre hac’etmiştir. Vedâ Hacc’ı...