Kobani merkezli gelişmeler, yalnızca Stalingrad ya da Barselona benzeri efsanevi bir kent direnişi midir, yoksa bölgesel ve tarihsel boyutlarıyla ele alınması gereken bir özerk bölge/ülke oluşturma hamlesi midir? Aynı soruyu şöyle de sorabiliriz: yüzyıl öncesinde hazırlanan ve I. Dünya Savaşı’nın erken noktalanmasına neden olan Rus Ekim Devrimi ve Türk Kurtuluş Savaşı dolayısıyla rafa kaldırılmak durumunda kalınan bir planın, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ve küresel ekonomik krizin narkotik etkisinden yararlanılarak BOP etiketi altında yeniden uygulamaya konulması mıdır?

Yüzlerce yıllık Ayn el-Arap’ın (Arap Pınarı) Kobani’ye dönüştürülmesiyle ivme kazanan gelişmelerin gerçek hedeflerini görebilmek için, Güneri Cıvaoğlu’nun 23 yıl önceki kehanetleşen haber/analizini yeniden okumamız gerekiyor. Duayen gazeteci Civaoğlu, zaman zaman alıntılar yaparak hatırlattığı I. Körfez Savaşı izlenimlerini, geçen gün yeniden yayınlama gereği duydu. 

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının sonrasında oluşan “tek kutuplu dünya” düzenini ebedi kılabilmek ve I. Dünya Savaşı sonrasında kağıt üstünde oluşturulan Ortadoğu siyasi haritasını yeniden düzenlemek amacıyla ilk adım I. Körfez Savaşı’yla (1991) atılmıştı. 

Savaşın gerekçesi, ABD Bağdat Büyükelçisi tarafından, “Bizim açımızdan bir sakıncası yok” aldatmacasıyla Kuveyt’e sokulan Saddam’ın bağımsız bir ülkeyi işgal etmekle suçlanmasıydı. Oluşturulan Batılı koalisyon kuvvetleriyle Saddam tepelenmiş, ABD’nin 10 yıllık silah stoku Kuveyt çöllerinde eritilmiş, faturası da Kuveyt şeyhinin önüne konmuştu.  

Savaş sonrasında 36 Paralel boyunca bölünerek Saddam’ın uçuşlarına yasaklanan Irak’ın kuzey parselinde, topraklarımızda konuşlanan Çekiç Güç’ün kanatları altında tam teşekküllü bir Kürt devleti çalışmaları başlatılmıştı. Bugün Suriye’nin kuzey parselinde “Kobani” merkezli yaşanan gelişmeler, I. Körfez Savaşı sonrasında Irak’ın kuzey parselinde “belli bir amaca yönelik” olarak başlatılan operasyonların devamıdır. 

“Belli bir amaç”tan kastımız nedir?

Onu biz değil, 23 yıl önce I. Körfez Savaşı’nı karargah merkezinden izleyen ve konuyla ilgili haber/analizi Sabah’ta yayınlandığında büyük yankılar uyandıran Güneri Civaoğlu anlatacak. Sürekli okuyucularımız hatırlayacaklardır; yeri geldiğinde, Güneri Civaoğlu’nun bu haber/analizinden alıntılar yaptığımızda hep, “Yarınlarda kaderimizi başkalarının yazmasını istemiyorsak, bu yazıyı muska yapıp boynumuza asmalıyız” notunu düşşüzdür. 

Kobani merkezli gelişmeler, yalnızca Stalingrad ya da Barselona benzeri efsanevi bir kent direnişi midir, yoksa bölgesel ve tarihsel boyutlarıyla ele alınması gereken bir özerk bölge/ülke oluşturma hamlesi midir? Aynı soruyu şöyle de sorabiliriz: yüzyıl öncesinde hazırlanan ve I. Dünya Savaşı’nın erken noktalanmasına neden olan Rus Ekim Devrimi ve Türk Kurtuluş Savaşı dolayısıyla rafa kaldırılmak durumunda kalınan bir planın, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ve küresel ekonomik krizin narkotik etkisinden yararlanılarak BOP etiketi altında yeniden uygulamaya konulması mıdır?

Yüzlerce yıllık Ayn el-Arap’ın (Arap Pınarı) Kobani’ye dönüştürülmesiyle ivme kazanan gelişmelerin gerçek hedeflerini görebilmek için, Güneri Cıvaoğlu’nun 23 yıl önceki kehanetleşen haber/analizini yeniden okumamız gerekiyor. Duayen gazeteci Civaoğlu, zaman zaman alıntılar yaparak hatırlattığı I. Körfez Savaşı izlenimlerini, geçen gün yeniden yayınlama gereği duydu. 

Söz Üstad Cıvaoğlu’nun.. 

YÖNETMEK ÖNGÖRMEKTİR

GÜNERİ CİVAOĞLU (Milliyet: 15.10.2014)

Birinci Körfez Savaşı... Amerikan kuvvetleri karargâhı olarak kullanılan otelin bir odasında çok iyi Türkçe konuşan subayı dinliyorum.

Subay duvarda asılı olan haritada avucunu gezdirerek dehşet içinde dinlediğim açıklamalar ediyor:

“Savaş bitecek.

Amerikan kuvvetleri çekilecek.

Bıraktığı silahlar Kuzey Irak’taki Kürtlerin eline geçecek.

Kürtler Türkiye’den toprak isteyecek.

Ya vermeyeceksiniz ve savaşacaksınız ya da toprak vereceksiniz.”

Kulaklarıma inanamıyordum.

“NATO, iki ülkenin müttefik olduğu, Türkiye-Amerika dostluğu” gibi laflar geveliyorum.

Hiç oralı olmuyor...

Bir randevum daha vardı..

Başka bir odaya aldılar.

Gene duvarda asılı büyük bir Ortadoğu haritası.

Ve iyi Türkçe konuşan bir başka rütbeli subay.

O da avucunu Kuzey Irak ve Güneydoğu Türkiye üzerinde dolaştırıyor.

Bir önceki subayın anlattıklarını hemen hemen aynen tekrarlıyor.

O subaya da “NATO, Türkiye, Amerika dostluğu/müttefikliği” gibi kırık dökük bir şeyler söylüyorum.

Hiç oralı değil:

“Ya toprak vereceksiniz ya da vermemek için savaşacaksınız.”

***

 “Bunlar saçmalıyorlar” deyip geçmem mümkündü ama “randevunun” gelişimi, olayı ciddiye almamı gerektiriyordu.

Dönemin Suudi Arabistan Büyükelçisi -AK Parti hükümetinin ilk Dışişleri Bakanı- Yaşar Yakış yanımda ABD Büyükelçisi’ni aramıştı ve benim için randevu rica etmişti.

Daha sonra ABD Büyükelçiliği’nden cevap geldi.

Onların bildirdiği saatte “karargâh” olarak kullanılan otele gittim.

Ve yukarıda anlattığım iki ayrı subayla üst üste görüştürüldüm.

Bu durumda “Amerikalı subayların saçmaladıklarını” mı düşünürsünüz, yoksa “hesaplanmış, tartılmış söylemlerin medya aracılığıyla Türkiye’ye duyurulmak istendiğini” mi?

Bana göre hâlâ “ikinci görüş” geçerli.

Bunları yazdığımda ABD’den bir “tekzip”, bir “yalanlama”, bir “düzeltme”, bir “açıklama” gelmedi.

Oysa...

O sırada çalışğım SABAH gazetesi, Hürriyet’le başa baş satıyordu.

Birinci sayfadan yayımlanmıştı.

Görülmeyecek ya da görmezden gelinecek bir küçük gazete haberi değildi.

ABD’nin “Sükut ikrardan gelir” söylemini hatırlatan bu suskunluğu Ankara’ya bir mesaj/uyarı izlenimini vermişti.

“Haber/analiz” büyük yankı yaptı.

Aradan 23 yıl geçti.

Hâlâ zaman zaman bazı yazılarda o günkü satırlarım “referans” gösteriliyor.

Bana da hâlâ en çok yöneltilen soru bu olay oluyor.

***

Türkiye’nin güneyini ve doğusunu saran ateş çemberi bana ABD kuvvetleri karargâhının bulunduğu otel odalarında dinlediklerimi hatırlattı.

Amerika’nın Birinci ve İkinci Körfez savaşlarından çekilirken bıraktığı silahlar bir şekilde PKK’nın da eline geçti.

Şimdi...

Senaryoya bir sayfa daha eklenmekte.

PKK’nın bir uzantısı olan PYD’ye “Kobani’de, IŞİD’e karşı kullanması için silah veriliyor. Hatta Kuzey Irak Yönetimi’nin başındaki Barzani tarafından bu silah trafiğinin kurulduğu” açıkça söylenmekte.

Elbette Kobani halkının IŞİD tarafından kıyılmasını vicdan sahibi kimse kabul edemez.

Ama...

Öte yandan parça parça özerk bölgelerle “birleşmiş Kürt devletinin” oluşma süreci de bir gerçek.

Türkiye bu yeni süreci, “barış sürecine hız kazandırarak” birlikte yol aldırırsa belki şu söylemi de doğrulamış olur:

“Yönetmek öngörmektir.”