TİCARET SAVAŞI ve TÜRKİYE

Ortadoğu’da, küresel güçler arasında vekalet savaşları şeklinde yaşanmakta olan çatışmalar, Trump’ın Çin mallarına koyduğu ek vergiler nedeniyle boyut ve kimlik değiştirerek  “Ticaret Savaşı”na dönüştü ve önce AB ülkelerini, sonra da tüm dünya ülkelerini içine çeken bir girdap oluşturuyor. 

“Trump’ın çelik, alüminyum ve otomotiv’e ek vergi getirmesinden bize ne; Türkiye’nin ABD’ye olan çelik ihracatı 1.3 milyar dolarla sınırlı” diyemeyiz. ABD ile Çin, ABD ile AB ülkeleri arasındaki “Ticaret Savaşı” tüm dünyada finansal piyasaları ve emtia fiyatlarını olumsuz etkilemektedir. O nedenle, Trump’ı, Çin ve AB mallarına ek vergi uygulamaya zorlayan etkenleri ve döviz fiyatlarında yaşanan oynaklıkların arka planındaki gerçekleri görmek durumundayız.

Ekonomi penceresinden bakanlar, “Millet piyasalar üzerindeki belirsizliği kaldırmak, siyasi istikrarı sürdürmek yönünde bir karar aldı” şeklinde bir değerlendirme yapıyorlar. Bu, doğru olsa bile eksik bir değerlendirmedir.

Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerde rol alan küresel aktörlerin kimliğini ve bölgemizde yaşananların küresel etkilerini dikkate almadan yapılan dar çerçeveli değerlendirmeler, hiçbir zaman gerçeği yansıtamazlar. 

İçinde bulunduğumuz konjonktürde, dünyanın bütün ülkelerinde yapılan seçimlerde, küresel güçler arasında yaşanmakta olan mücadelenin yansımaları vardır; kaçınılmazdır. 

Nitekim, seçim sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte döviz fiyatlarında yaşanan gerielem uzun soluklu olmamış, Turmp’ın okyanus ötesinde attığı tweetler, yaptığı açıklamalar piyasaları yeniden dalgalandırıvermişti. 

VEKALET SAVAŞLARI “TİCARET SAVAŞI”NA DÖNÜŞTÜ

Ortadoğu’da, küresel güçler arasında vekalet savaşları şeklinde yaşanmakta olan çatışmalar, Trump’ın Çin mallarına koyduğu ek vergiler nedeniyle boyut ve kimlik değiştirerek  “Ticaret Savaşı”na dönüştü ve önce AB ülkelerini, sonra da tüm dünya ülkelerini içine çeken bir girdap oluşturuyor. 

ABD ile AB arasında bir süredir karşılıklı misillemelerle sürmekte olan ek vergi getirme inatlaşması, tarafların can damarı olan otomotiv sektörüne sıçrayınca, başlangıçta ABD ile Çin arasında geçeceği sanılan “Ticaret Savaşı” Atlantik’in iki yakasında da alevlerin yükselmesine neden oldu. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana, küresel otomotiv pazarını aralarında paylaşmış olan ABD ile AB arasındaki “Ticaret Savaşı” Batılı ortaklar arasındaki “rekabetin” derinleşmesine, boyut değiştirmesine neden oluyor. Dünya Bankası’nın verilerine göre küresel ekonominin yüzde 46.7’sini ve küresel ticaretin de yüzde 30.5’ini gerçekleştiren, 3.7 trilyon dolarlık ortak yatırımları bulunan bu iki küresel güç arasında, Trump’ın çelik ve alüminyum ithalatına getirdiği ek vergilerle başlayan bu restleşmeler tüm dünyada kaygıyla izleniyor. 

ABD’ye yılda 48 milyon euroluk otomobil satan AB ülkeleri için otomotiv sanayii ve yan sektörleri hayati önemde. AB, Trump’ın getireceği ek vergiler nedeniyle, yılda 192 milyar eurolluk otomobil ihraç ettiği ABD pazarını kaybetmesine neden olabilir ki, bunda en fazla zarar görecek olan AB ülkesi de Almanya olacaktır. Bu nedenle AB’ye karşı ticari misilleme başlattı ve Trump’ı resmen Dünya Ticaret Örgütü’ne şikayet etti.

“TİCARET SAVAŞI”NIN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ

Seçim öncesinde döviz fiyatları ve faiz oranları gibi finansal göstergelerde gözlenen dalgalanmaların Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim şeklinin değiştiği yeni sistemde de sürmemesi için, öncelikle ve ivedilikle yapılması gerekenler bellidir. Öncelikle görmemiz gereken, döviz fiyatları, faiz, cari açık ve enflasyon oranlarında, giderek bir girdaba dönüşmekte olan “Ticaret Savaşı”nın çok etkili olduğu gerçeğidir. 

“Trump’ın çelik, alüminyum ve otomotiv’e ek vergi getirmesinden bize ne; Türkiye’nin ABD’ye olan çelik ihracatı 1.3 milyar dolarla sınırlı” diyemeyiz. ABD ile Çin, ABD ile AB ülkeleri arasındaki “Ticaret Savaşı” tüm dünyada finansal piyasaları ve emtia fiyatlarını olumsuz etkilemektedir, etkilemeye devam edecektir. O nedenle, Trump’ı, Çin ve AB mallarına ek vergi uygulamaya zorlayan etkenleri ve döviz fiyatlarında yaşanan oynaklıkların arka planındaki gerçekleri görmek durumundayız. 

Seçimler öncesinde döviz fiyatlarında, faiz oranlarında yaşanan dalgalanmaların nedeni, yalnızca, “dünya piyasalarındaki tedirginlikler nedeniyle, paranın gelişmekte olan ülkelerden ‘güvenli limanlar’a kaçma eğilimi” değildi. Türkiye üzerinde hesapları olanların geçtiğimiz yılbaşında yaşadığımız Reina katliamından bu yana, Ortadoğu ve Körfez Ülkeleri’nden ülkemize para akıtan kanalları tedirgin etme girişimlerinin nedenlerini ve amaçlarını da görmemiz gerekir. 

PARA YÖN DEĞİŞTİRİRSE…

Paranın gelişmekte olan ülkelerden ABD gibi gelişmiş ülkelere yönelmesi döviz fiyatlarının artmasına, yerel paraların değer kaybetmesine, enflasyon ve faiz oranların artmasına neden olacaktır. 

ABD ile Çin arasında başlayan Ticaret Savaşı’na Meksika, Arjantin, Güney Kore ülkelerin yanı sıra, ekonomik durgunluk yaşamakta olan AB ülkelerinin de katılması, dış ticareti önemli ölçüde AB’ye bağlı olan Türkiye’yi kaçınılmaz olarak olumsuz etkileyecektir. 

Tüketim mallarının ithalatın toplamı içindeki payı yüzde 2-15 civarındadır. Geri kalan yüzde 85’lik dilimdeki ithal kalemleri hammadde, ara malı ve sermaye maliyetinden oluşmaktadır. Döviz fiyatlarındaki yükselişler, uygulanacak ek gümrük vergileri, kaçınılmaz olarak maliyeti artıracaktır. Bunun da, tüketimi kısıtlayıcı, işsizliği artırıcı,  etkileri olacaktır.  Bunun da, tüketimin kısıtlanması, maliyetin ve işsizliğin artması gibi olumsuz sonuçları olacaktır. 

Parayı ürkütüp, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere yönlendirebilmek, eskisi kadar kolay değildir. Yalnızca kredi derecelendirme kuruluşlarının not kırmaları ya da güdümlü yayın organlarında yayınlanan makalelerle yapılan algı operasyonları yeterli olamıyor. Para trafiğini belli bir amaç doğrultusunda hareketlendirebilmek için katliam gibi, suikast gibi, yönetim değişikliği gibi daha etkileyici, acımasız, ses getirici yöntemler kullanılmaktadır.

Ticaret Savaşı’nın giderek derinleştiği günümüzde, yeni yönetimin acilen çözmesi gereken sorun, Türkiye’ye para akışını açık tutacak güven ortamını ayakta tutması olacaktır.