Rusya’nın, İdlib’te, Heyet Tahrir üş Şam (HTŞ) militanlarının yoğun olarak bulunduğu Cisr el Sugur ve Marat el Numan’a düzenlediği hava saldırılarının yalnızca terör örgütünü hedef aldığını açıklaması Türkiye’nin kaygılarını azaltmış olsa da, bütünüyle giderebilmiş değildir. Çünkü, İdlib’teki silahlı grupların bölgeleri kesin çizgilerle ayrılmış değildir. Saldırılardan Türkiye’nin destek verdiği muhalif gruplar da zarar görebilir.

İdlib krizinin çözümü konusunda Astana garantörleri arasında gözlenen görüş ayrılıkları Astana Mutabakatı’nın 5. Maddesi’nin uygulanmasıyla ilişkilidir. Türkiye, terörist sayılsın ya da sayılmasın, bütün silahlı gruplarla diyalog yanlısı olduğu halde, Rusya askeri seçeneği tercih etmektedir; “BM Güvenlk Konseyi HTŞ’yi terörist sayıyor, vururum” diyor. Türkiye ise, TSK’nin İdlib’te çatışmasızlık bölgeleri oluşturmasına karşı çıkmayan HTŞ ile de diyalog kurmaktan yanadır. Türkiye, HTŞ içindeki bazı grupların terörist olmayan bazı grupların çatısı altında ateşkese dahil edilebileceklerini savunuyor.

ABD’nin Ortadoğu politikasına karşı çıkan Rusya, Türkiye ve İran arasındaki işbirliğinin sürdürülmesi, ancak Astana Mutabakatı’nın sürdürülmesi ile mümkün olabilecektir. Astana Mutabakatı Astana garantörlerini ortak hareket etmeye yönelten bir metindir. O nedenle, İdlib’le ilgili çözümü Astana Mutabakatı çerçevesinde aramalıyız.

Son zamanlarda gündemimizin ana konusu İdlib. Hatay ilimizin hemen doğusundaki bu coğrafya bölgesel ve küresel güçlerin gövde gösterileri nedeniyle, barut fıçısına dönüştürüldü. Küçük bir kıvılcım, iyice duyarlı hale gelen İdlib’i dünya barışını tehlikeye sokacak bir savaş alanı yapabilir. 

İdlib, barındırdığı tehlikeler ve küresel çapta oluşturduğu gerginlik açısından bakıldığında, tam da kutsal kitapların, “Tanrıların savaşa zorlandığı” şeklinde tanımladığı bir arena görünümünde. 

Suriye’de İdlib merkezli olarak yaşanmakta olan gelişmelere bağlı olarak Doğu Akdeniz’de gözlenen olağanüstü hareketlilik, küresel gerilimin hangi boyutlara oluştuğunun göstergesidir. 

Rusya, Suriye iç savaşının başladığı 2011’den bu yana, en büyük savaş gemisi filosunu Akdeniz’e indirdi. 25 savaş gemisi ve 30 savaş uçağı ile askeri tatbikat yapıyor; “Doğu Akdeniz’de ben de varım” mesajı veriyor.  Buna paralel olarak, ABD de, Doğu Akdeniz’deki askeri varlığını yoğunlaştırdı. Rus Savunma Bakanlığı Sözcüsü İgor Konaşenkov, Akdeniz’deki ABD gemilerinin Tomahawk füzeleri taşıdıklarını söyledi.

Şu sıralar Doğu Akdeniz’de, İdlib’teki gelişmeler bağlamında 43 ülkenin gemileri dolanmaktadır. Fakat, İdlib’te yaşanacak bir askeri hareketlenmeden ez çok etkilenecek ülke Türkiye olacaktır. O nedenle, İdlib kördüğümüne Astana Mutabakatı çerçevesinde bir çözüm üretmeye özen göstermek zorunda olduğumuzu unutmamız gerekiyor. 

Rusya Savunma Bakanlığı, İdlib’i kuşatan Esat rejiminin, 7 Eylül’de Tahran’da Astana garantörleri arasında yapılacak zirveden çıkacak sonuçları bekleyeceğini, sonuçlar çerçevesinde, bir kara harekatının başlatılması durumunda, Esad güçlerine Kalibar füzeleriyle destek vereceklerini duyurdular. Bu durumda, ABD’nin Ortadoğu politikasına karşı çıkan Rusya, Türkiye ve İran arasındaki işbirliğinin sürdürülmesi, ancak Astana Mutabakatı ile mümkün olabilecektir. 

TAHRAN ZİRVESİ ve GÖRÜŞ AYRILIKLARI

Rusya’nın, İdlib’te, Heyet Tahrir üş Şam (HTŞ) militanlarının yoğun olarak bulunduğu Cisr el Sugur ve Marat el Numan’a düzenlediği hava saldırılarının yalnızca terör örgütünü hedef aldığını açıklaması Türkiye’nin kaygılarını azaltmış olsa da, bütünüyle giderebilmiş değildir. Çünkü, İdlib’teki silahlı grupların bölgeleri kesin çizgilerle ayrılmış değildir. Saldırılardan Türkiye’nin destek verdiği muhalif gruplar da zarar görebilir. 

Astana garantörleri arasındaki sıkıntının en önemli nedenlerinden biri de, İdlib’teki en etkin ve en hareketli grupların biri olan HTŞ’nin, BM Güvenlik Konseyi’nin, 2015 yılında, Suriye ile ilgili kabul ettiği 2254 sayılı kararını esas alan 7 Mayıs 2017 tarihli Astana Mutabakatı’nda da terörist grup sayılmasıdır. BM’nin “terörist” saymadığı diğer bütün grupların teşkese katılmaları, HTŞ’yi Esad rejimi ve Rusya karşısında açık hedef haline getirmişti. Esad rejiminin Haziran’dan bu yana, İdlib’e yönelik sürdürdüğü kara harekatının da, Rusya’nın 4 Eylül’de gerçekleştirdiği hava saldırılarının da dayanağı, Astana Mutabakatı’nın 5. Maddesi’dir. 

İdlib krizinin çözümü konusunda Astana garantörleri arasında gözlenen görüş ayrılıkları Astana Mutabakatı’nın 5. Maddesi’nin uygulanmasıyla ilişkilidir. Türkiye, terörist sayılsın ya da sayılmasın, bütün silahlı gruplarla diyalog yanlısı olduğu halde, Rusya askeri seçeneği tercih etmektedir; “BM Güvenlk Konseyi HTŞ’yi terörist sayıyor, vururum” diyor. Türkiye ise, TSK’nin İdlib’te çatışmasızlık bölgeleri oluşturmasına karşı çıkmayan HTŞ ile de diyalog kurmaktan yanadır. Türkiye, HTŞ içindeki bazı grupların terörist olmayan bazı grupların çatısı altında ateşkese dahil edilebileceklerini savunuyor. 

Heriki görüş de, temelde, Astana Mutabakatı’na aykırı değildir. Astana Mutabakatı, uygulama konusundaki görüş ayrılıklarına rağmen, Rusya, Türkiye ve İran açısından korunması gereken çok önemli bir anlaşmadır. 

HTŞ sorunu aşılmadan İdlib sorununa çözüm bulmak çok zordur. Türkiye, bu saldırılardan can sıkıcı olumsuz sonuçlar ürememesi için, İblib sorununun askeri seçenek dışında, diyalogla çözülmesinden yanadır. Astana Mutabakatı çerçesinde, ama “yeni bir göç dalgası” gibi çok olumsuz sonuçlarla  karşılaşmamak için, askeri seçenek dışında bir formül arayışı içindedir.  

7 Eylül’de yapılacak İran zirvesi sonrasında Esad rejiminin, TSK’nın 12 çatışmasızlık bölgesi oluşturduğu İdlib’i hedef alacak geniş kapsamlı bir kara harekatı başlatması, Astana Süreci’ni dinamitlemekten başka bir sonuç üretmeyecektir.

Esad’ın, değişik kimlikler altında onlarca silahlı grubun birarada olduğu, milyonlarca sivil insanın terörist ya da muhalif olarak tanımlanan silahlı insanlarla içiçe yaşadıkları bir bölgeye yapacağı kara harekatı sınırlı olsa bile, Rusya’nın Kalibar füzeleriyle destekleyeceğini duyurduğu bu saldırı, kısa bir sürede, bölge aktörlerini de, küresel aktörleri de içine çekecek bir girdaba dönüşebilir. Trump’ın, attığı tweetler eşliğinde Şam’a Tomhawk füzeleri gönderdiğini de unutmayalım..

Esad’ın İdlib’e düzenleyeceği saldırı sonrasında bir kaos ortamının oluşması, ABD ve onun güdümündeki YPG/SDG açısından beklenen, arzulanan bir sonuç olabilir. Zeytin Dalı operasyonu sırasında Afrin’den kovulan PKK uzantısı YPG/SDG, bu kaos ortamını Afrin’e geri dönme fırsatı olarak kullanmak isteyebilir. YPG yönetimi, İdlib operasyonunun Afrin’i de kapsaması halinde Şam’a destek verebileceklerini daha önce duyurmuştu. ABD yönetimi de, YPG/SDG desteğini Şam’a yakınlaşma ve Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olma, hepsinden önemlisi, Astan Sürecini dinamitleme fırsatı olarak değerlendirmek isteyecektir.

ABD, Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerinden Akdeniz’e uzanacak bir “devlet çekirdeği” oluşturmasını engelleyen Astana garantörlerinin birliğini dağıtmaya yönelik bir kimyasal saldırı provokasyonu planlamıştı. Suriye’nin güney kasabalarından birine düzenleyeceği kimyasal saldırıyı Esad’ın sırtına yıkacak ve bunu İdlib’e operasyon bahanesi olarak kullanacaktı. Olmadı; Rusya Savunma Bakanlığı bu hazırlığı deşifre ediverdi, plan rafa kaldırıldı.

KİM BUNLAR?

Bugün İdlib’in nüfusu 4 milynu aştı. Bunun ne kadarı sivil, ne kadarı terörist, ne kadarı muhalif bilinmiyor. Bu grupların etkilisi 15 bin militanı olduğu söylenen Heyet Tahrir üş Şam; BM’nin terör örgütü saydığı El Nusra’nın, o da El Kaide’nin uzantısı.. Peki diğer silahlı gruplar kimler; kimlerin vekalet savaşçıları?

Başta Esad ve Rusya olmak üzere, ABD, Çin İdlib’teki silahlı gruplarla neden bu kadar yakından ilgileniyorlar? Bunca yıldır Ortadoğu’da sorumsuzca katliam yapan silahlı grupları görmezden gelen ülkeler, bu silahlı grupların “temizlenmesi” için nasıl bir formül öneriyorlar? 

Her ülkenin İdlib’e yönelik çözüm önerisi farklı. Rusya Çeçen ve Dağıstanlı gruplarla ilgileniyor. Çin’in derdi bölgedeki Uygur Türkleri; deneyim kazanıp ülkelerinde terör eylemleri düzenlemelerinden kaygılanıyorlar. 

İran, Irak ve Suriye’ki kazanımlarını, oluşturduğu Şii Kuşağı’nı elde tutmaya çalışıyor.

Suriye, sivillerle silahlı grupların birarada bulundukları bir bölgeye yapılacak askeri operasyonun çok sınırlı olacağını bildiği halde, İdlib’in çevresine hangi amaçla asker yığıyor?

Türkiye, İdbil’e düzenlenecek bir askeri operasyonun sonrasında yeni bir göç dalgası oluşmasından ve özellikle de İdlib’te çatışmasızlık bölgelerinde konuşlanmış askerlere yönelik operasyonun oluşturacağı risklerden kaygılanıyor. 

Görüldüğü gibi, Astana Mutabakatı dışındaki bütün çözüm arayışları ABD’nin bölgeye ilişkin hedeflerine birlikte karşı duran Rusya’yı da, İran’ı da Türkiye’yi de mutlu etmeyecektir. O nedenle, Astana garantörü ülkelerin Tahran’da yapacakları zirvede, Astana Mutabakatı çerçevesinde yapacakları çözüm arayışları, sorunun çözümünü umulmadık derecede kolaylaştırabilecektir. 

NE DİYOR ASTANA MUTABAKATI?

İdlib’te çözümün özü Astana Mutabakatı olmalıdır. Çünkü Astana Mutabakatı’nın ruhu, Türkiye, Rusya ve İran’a, Suriye’de “çatışmasızlık” ya da “gerilimi azaltma bölgeleri” oluştururlarken, teröristleri ateşkes çerçevesinin dışında tutmalarını emrediyor. 

Bu yönlendirme, 7 Mayıs 2017’de imzalanan Astana Mutabakatı’nın beşinci paragrafında açıkça görülüyor. Bu paragrafta büyük ölçüde 

BM Güvenlik Konseyi’nin, 2015 yılında, Suriye ile ilgili kabul ettiği 2254 sayılı kararını esas alan 7 Mayıs 2017 tarihli Astana Mutabakatı’nın beşinci paragrafında şöyle deniliyor:

“Garantör ülkeler, ateşkes rejiminin çatışan taraflar tarafından uygulanmasını sağlamak için gerekli olan ve güvenli bölgelerin içerisi ve dışarısında IŞİD, El Nusra ve El Kaide veya IŞİD ile ve BM Güvenlik Konseyi tarafından terör örgütü olarak kabul edilen tüm örgütlerle bağlantılı her türlü kişi, grup, oluşum, kuruluşlarla mücadeleyi sürdürmeye yönelik tüm tedbirleri alacağını; şimdiye kadar katılmamış olan silahlı grupların ateşkes rejimine katılmalarını sağlamaya yönelik çabalarına devam edeceğini taahhüt eder.”

Görüldüğü gibi, Mutabakat’ta IŞİD, EL Nusra ve El Kaide’nin adları açıkça verilmesine rağmen, PKK uzantısı YPG/SGD’den söz edilmiyor, ama “BM Güvenlik Konseyi tarafından terör örgütü olarak kabul edilen” deniyor. Astana Mutabakatı Astana garantörlerini ortak hareket etmeye yönelten bir metindir. O nedenle İdlib’le ilgili çözümü Astana Mutabakatı çerçevesinde aramalıyız. 

TEŞEKKÜRLER SAYIN NAZARBAYEV

Bu arada, kopma noktasına gelen Türkiye-Rusya ilişkilerini normalleştirerek Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarının önünü açan, Astana Süreci’nde muhaliflerle birlikte masaya oturmamızı sağlayan Türk Dünyası’nın Aksakalı Nursultan Nazarbey’i saygı ve minnetle anmayı unutmayalım. “Teşekkürler Sayın Nazarbayev.”