Geçtiğimiz hafta Çin’in, Rusya ve İran’ın yanı sıra, Esat’a destek vermek amacıyla, IŞİD/DEAŞ, El Kaide-El Nursa Cephesi ve onlara bağlı “muhalif gruplar”a karşı verilen silahlı mücadeleye doğrudan katılması, gözden kaçırılmaması gereken önemli bir gelişmedir. Fırat Kalkanı’nı da etkileyebilecek bu gelişme, BOP’un en önemli hedeflerinden biri olan “Kürt Koridoru”nun önünde Suriye, Rusya ve İran tarafından oluşturulan barikata Çin’in de katılması demektir. 

Halep üzerinden Akdeniz’e inme umutları kalmayan ABD ve Batılı ortaklarının bundan sonraki hamleleri önemlidir Batılı dostlar, Putin’den intikam adına, “Türk Akımı”nın önünü kesmek için Türkiye’ye baskı yapabilirler. 

Irak Parlamentosu, İran destekli, Şii ağırlıklı Haşdi Şabi örgütüne  devlet adına silah kullanma yetkisi verdi. Bu gelişme, Türkiye-İran ilişkilerini olumsuz etkileme olasılığının yanı sıra, bölgede uzun soluklu mezhep çatışmalarına ortam hazırlaması açısından da çok önemlidir. 


Bütün bu gelişmeler, Türkiye’nin yeni yılda hareketli günler yaşayacağının işaretleridir. Türkiye çok ciddi bir sınavdan geçiyor. 

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye’yi ziyaret eden ABD Başkan Yardımcısı Biden, düzenlediği basın toplantısında, “PYD Fırat’ın doğusuna çekilecek, nokta!” demişti. Aradan geçen bunca zamana rağmen, dostların verdikleri “nokta!”lı sözler tutulmadı, Mümbiç konusunda pazarlıklar sürüyor. PKK/YPG, başı sıkıştığında, ABD bayrağı çekerek TSK’nın saldırılarından korunmaya çalışıyor. Mümbiç’te, PKK/YPG unsurları arasında ABD’nin özel kuvvetleri bulunduğu için, TSK rahat hareket edemiyor, ama Başbakan Binali Yıldırım’ın, “Terör örgütlerine bölgemizin hiçbir yerinde barınmalarına izin vermeyeceğiz” kararlılığı önemlidir. Bu kararlılık hem Mümbiç için, hem de Sincar için geçerlidir. Yani, Fırat Kalkanı operasyonunu sürdürürken, Dicle Kalkanı konusunda da kararlı ve hazırlıklı olduğumuz mesajı veriliyor. “Terör örgütlerine bölgemizin hiçbir yerinde barınmalarına izin vermeyeceğiz” söyleminin açılımı budur. 

Bu söylem hamaset falan da değildir. Bölgemizde, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından uygulamaya konulan Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında sürdürülmekte olan operasyonlar, Irak’ın ve Libya’nın işgali sonrasında, ABD ile Rusya’nın başını çektiği karşıt cepheler arasında sürdürülen bir paylaşım kavgasına dönüşmüştü. Bir tarafta ABD ve Batılı ortakları, yani NATO, diğer tarafta Esat’a destek veren Rusya, İran ve Çin, yani ŞİÖ! Bu cepheleşmeler ve etkisi hala sürmekte olan küresel ekonomik kriz, yakın bir geçmişte yaşadığımız iki dünya savaşı öncesindeki gerilimi çağrıştırıyor. Allah dünyamızı üçüncü bir çılgınlıktan korusun.. 


PAYLAŞILAN OSMANLI MİRASI OLUNCA…


Paylaşılan Osmanlı mirası, II.Abdülhamit’in tapulu arazileri olduğundan, bu paylaşım kavgasının bizi etkilememesi mümkün değildi. 


1200 kilometrelik güney sınırlarımızın hemen ötesinde Irak’ta ve Suriye’de yaşanan ve vekalet savaşları şeklinde sürdürülen büyük kavga sonunda sınır güvenliğimizi, birliğimizi, bütünlüğümüzü tehdit eden sonuçlar üretmeye başladı. 


Fırat Kalkanı operasyonu bir devlet refleksiydi. Riskli, ama kaçınılmaz bir operasyondu. Fırat Kalkanı operasyonunda, Özgür Suriye Ordusu’na destek olarak Suriye’ye giren askerlerimizi çok yönlü tehlikeler bekliyordu. Suriye’ye giriyorduk, ama karşımızda yalnızca Suriye yoktu; Suriye’de paylaşım savaşına tutuşmuş bütün devletler ve onların vekalet savaşlarında maşa olarak kullandıkları bütün unsurlar karşımızdaydı. Tehlikenin nereden gelebileceği ve olası bir saldırı karşısında kimi muhatap alacağımız belli değildi. Nitekim, Fırat Kalkanı dolayısıyla El Bap’ı kuşatmış olan askerlerimize kimin uçağı ile ateş açıldığı konusu hala aydınlatılamadı.. 


Bugün gözler Fırat Kalkanı operasyon alanına odaklanmış durumda, ama I.    Körfez Savaşı’ndan bu yana hayata geçirilmeye çalışılan “Kürt Koridoru”nun iki ucunda da, Musul ve çevresiyle Halep ve çevresinde bölge ülkelerinin, Türkiye ve İslam Alemi’nin geleceği açısından çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Musul, Kerkük ve Telafer IŞİD/DEAŞ’ın emanetinden kurtarılırken peşmergelerin ve Haşdi Şabi’nin emanetine geçiyor. Halep’te Türkiye’nin desteği ile kurulan yapılanmaların da Haleplilerin de  direnme güçleri kalmadı. “Halep’te insanlık tarihinin en acımasız katliamı yaşanıyor!” feryadımızı duyan yok..


TERÖR KUŞAĞINA KARŞI ÇIKARKEN…


TSK, Özgür Suriye Ordusu’na destek çerçevesinde sürdürdüğü Fırat Kalkanı operasyonuyla PKK/YPG’yi Fırat’ın doğusuna savurmaya çalışırken, Irak’ta, bir Türkmen kenti olan Telafer’in hemen batısındaki Sincar’da, yeni bir Kandil oluşumunu engellemek adına, henüz adı konmamış bir Dicle Kalkanı operasyonu sürdürüyor. 


Türkiye, kendini 1200 kilometrelik güney sınırları boyunca kuşatacak bir terör kuşağı oluşumunu engellemeye çalışırken, bu kuşağın hemen güneyinde, “Musul Vilayeti”nden “Halep Atabeyliği”ne uzanan İran etkili bir Şii kuşağın oluşturulmakta olduğunu izlemekteyiz. 


Dikkatinizi çekmiş olmalı, Irak Parlamentosu, geçtiğimiz günlerde onayladığı bir yasa tasasırısıyla, İran destekli, Şii ağırlıklı Haşdi Şabi örgütüne  devlet adına silah kullanma yetkisi verdi. Bu gelişme, Türkiye-İran ilişkilerini olumsuz etkileme olasılığının yanı sıra, bölgede uzun soluklu mezhep çatışmalarına ortam hazırlaması açısından da çok önemlidir. 


Hatırlanacağı gibi, Musul’u IŞİD/DEAŞ’tan kurtarma konusu gündeme gelmesinden bu yana Türkiye, mezhep çatışmalarına neden olabileceği kaygısıyla, Haşdi Şabi’nin bu operasyona katılmasına şiddetle karşı çıkıyordu. Irak Parlamentosu’nun Haşdi Şabi örgütünü Irak’ın resmi güvenlik gücü yapan yasanın maddeleri, Türkiye’nin kaygılarında ne kadar haklı olduğunu ortaya koymaktadır. Örgüte devlet adına silah kullanma yetkisi veren yasanın, “Haşdi Şabi’ye bağlı tüm gruplar, askeri ve güvenlik görevlerini Başbakan’ın emir ve talimatları doğrultusunda kullanır” maddesi, Türkiye’ye her zaman soğuk bakmış olan İbadi’nin, İran’la ortaklığını mezhep bağı üzerinden giderek derinleştirdiği anlamına gelmektedir.  


Haşdi Şabi’ye Irak ordusuyla eşit haklar tanıyan yasanın bir diğer maddesi de şöyle:

 

“Haşdi Şabi’ye bağlı gruplar, kanun gereği Irak’ın karşı karşıya bulunabileceği güvenlik ve terör tehdidini ortadan kaldırmak, şehirlerin terör gruplarından geri alınması ve güvenliğinin sağlanması, terör grupları ve onlarla dayanışma içerisinde olanları ortadan kaldırmak için gerekli kuvveti kullanır. Haşdi Şabi mensuplarına terfi ve emeklilik hakkı tanınır.”

Bu maddenin açılımını da şöyle okumamız gerekir: Irak’a herhangi müdahale yapacak olanlar karşılarında İran’ı bulur. Çünkü, Haşdi Şabi, İran tarafından kurulmuş ve donatılmış ve hem Irak’ta hem de Suriye’de İran adına vekalet savaşları yapmış, içinde Hıristiyan unsurlar da barındıran bir örgüttür. 

327 sandalyeli Irak parlamentosu’nda 208 Şii milletvekilin oylarıyla kabul edilen ve Haşdi Şabi’ye Irak askerleriyle eşit haklar tanıyan yasa tasarısına Sünni parlamenterler karşı çıkmış, “Şii çoğunluğun diktatörlüğü” olarak tanımlamışlardı. Sünni siyasetçi Ahmed el Masari, yasanın ülkenin askeri ve polisine, tehlikeli bir paralel güç ortaya çıkardığını savunmuştu. 


100 binden fazla savaşçısı bulunan Haşdi Şabi’nin önde gelen isimleri,  İran’daki Devrim Muhafızları ya da Lübnan’daki Hizbullah gibi bir örgütlenme oluşturmak istediklerini söylüyorlar. 


İRAN, ÇİN VE RUSYA ARASINDA ASKERİ ANLAŞMALAR

Son dönemde İran’ın Rusya ve Çin ile yakınlaşmaları dikkate alındığında, Ortadoğu dinamiğinin giderek stratejik ivme kazandığını söyleyebiliriz. Çin Savunma Bakanı  General Chang Wanquan ile İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve İran Savunma Bakanı Hüseyin Dehghan’ın iki ülke arasında askeri işbirliğini arttıracak bir anlaşma imzalamalarının hemen ardından Rus askeri yetkililerinin Tahran’ı ziyaret etmesi, bölgede yeni güç dengelerinin oluşmakta olduğunun işaretleridir. Çin ile İran’ın Tahran’da askeri anlaşma imzaladıkları günlerde, Rusya Federasyonu Konseyi Savunma ve Güvenlik Komitesi Başkanı Viktor Ozerov da, Tahran’da yaptığı açıklamada, Rusya ve İran’ın 10 milyar dolar değerinde bir silah anlaşması için görüşme yaptıklarını söylemişti.

Çin, Rusya ve İran.. Avrasya’nın üç önemli ülkesi arasında yapılan askeri işbirliği anlaşmalarının bölge ve dünya barışı açısından olduğu gibi, Türkiye açısından da önemli sonuçları olacaktır. 


ÇİN DE SAVAŞ ALANINDA

Geçtiğimiz hafta Çin’in, Rusya ve İran gibi, Esat’a destek olmak amacıyla, IŞİD/DEAŞ, El Kaide-El Nursa Cephesi ve onlara bağlı gruplara karşı verilen silahlı mücadeleye doğrudan katılması, gözden kaçırılmaması gereken önemli bir gelişmedir. Fırat Kalkanı’nı da etkileyebilecek bu gelişme, BOP’un en önemli hedeflerinden biri olan “Kürt Koridoru”nun önünde Suriye, Rusya ve İran tarafından oluşturulan barikata Çin’in de katılması demektir. 

Bu gelişme sonrasında Halep üzerinden Akdeniz’e inme umutları kalmayan ABD ve Batılı ortaklarının bundan sonraki hamleleri önemlidir. Türkiye yeniden “aranan ortak”, “değerli müttefik” konumuna yükselebilir. Ocak’ta işbaşı yapacak olan Başkan Trump, ABD’nin Suriye politikasında önemli değişiklikler yapabilir. Bütün bu gelişmeler, Türkiye’nin yeni yılda hareketli günler yaşayacağının işaretleridir. 

Ne demiştik, “Fırat Kalkanı Operasyonunun Tehlikeleri” başlıklı yazımızda: 


Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Gazi’nin oğlunun doğduğu yer olan Çobanbey’de bir “Güvenli Bölge” oluşturmak amacıyla gerçekleştirdiğimiz “Fırat Kalkanı”nın maddi ve ruhani boyutlarını görmek ve bilmek zorundayız. Bizi “Fırat Kalkanı” operasyonu yapmak zorunda bırakan gelişmeler, yalnızca sınır güvenliği sorunu değildir; Türk’ün ve İslam’ın sancaktarı olmuş Türk milletinin tarih sahnesinde kalabilme mücadelesidir.  Bu mücadelede atacağımız her adım bizim yararımıza olmalıdır; yalnızca bizim..” (11.09.2016)


Türkiye Cumhuriyeti varlığını, birliğini koruma adına çok ciddi bir sınavdan geçiyor, farkında olmayanlara duyurulur..