TÜRK-KÜRT KARDEŞTİR

Pazar günkü mitigde yaptığımız gibi, “Türk-Kürt kardeştir” diye haykırmak için bugüne kadar neden bekledik? Bu tarihi gerçeği haykırmak, emperyalist Batılılar’ın Balkanlarda başarıyla uyguladıkları mikromilliyetçilik kurgulamalarına karşı çıkmak için onbinlerce insanımızı teröre kurban vermemiz mi gerekirdi?

Neden bir terör örgütünü her yönden besleyecek bir “Kürt Sorunu” kurgulanmasına izin verdik? Neden bu topraklarda binlerce yıl (yüzlerce değil) birlikte yaşamış, aynı kültürü paylaşmış insanların bilimsel yöntemlerle ayrıştırılması için kurgulanmış bir oyununun sahneye konulmasına ve ülkemizin güneydoğusunda ayrı bir iklim oluşturma çalışmalarına neden izin verdik?

Yıllarca önce bu ülkenin insanlarını belli bir amaç doğrultusunda ayrıştırarak, “Büyük Kürdistan” adı altında Rusların sıcak denizlere inmesini engelleyecek bir paravana oluşturma çalışmalarının Kırım Savaşı sonrasında başlatıldığını, bu planın günümüzde ABD eliyle hayata geçirilmeye çalışıldığını neden gözardı ettik? Neden yıllarca önce, “Türk-Kürt kardeştir” diye haykırarak bu oyunu bozmadık?

Bilim adamlarımız Türk-Kürt ortak kökeni ve ortak kültürü konusunda neden sessiz kalmayı tercih ettiler? Batlıların belli bir amaç doğrultusunda kurguladıkları bir “Kürt Sorunu”nu Batılıların dilimize doladıkları terminoloji ile tartışmak zorunda mıydık?

YENİSEY’DEKİ ELEGEŞ ANITI’NDA NELER YAZIYORDU?

Orta Asya’da, Yenisey yakınlarında bulunan Elegeş Anıtı yeni dikilmedi; yüzyıllardır orada. Elegeş Anıtı Orhun Anıtlarından da eskidir; MS 650 yılında dikilmiştir. Ne deniyor bu anıtta: “Kürt elinin Hanı Alpurungu altınlı okluğumu bağladım belde”. Anıt 1888 yılında bulunmuş, 1891 yılında Klements tarafından incelenip kopyalanmış, 1892’de anıttaki yazıların kopyası Oşurkov tarafından Radloff’a verilmiş. Hüseyin Namık Orkun yazıtı 1940 yılında yayınladı. Yazıtın 5. satırındaki  () kelimesi uzun yıllar tartışılmış olmasına rağmen, sonunda Türk tarihi üzerinde çalışan Rasonyi ve Kafesoğlu bu okuyuş ve yorumu kabul ederek, Kürtlerin bir Türk boyu olduklarını ortaya koymuşlardır. Bugün Elegeş Yazıtı konusundaki ortak bilimsel görüş şudur: “Orhun Alfabesi imla alışkanlıkları ve uygulamaları bakımından son sesin yazımda gösterilmemesi, açık hecedeki bu sesin olmadığını yani bu sözün “kürt” veya “kört” olduğunu gösterebilir.

ASUR TABLETLERİNDEKİ ZAZALAR

MÖ 4000-1700 yılları arasında önce Sümerlerin daha sonra da Asur ve Babillerin egemen oldukları bir kültür kenti olan Mari, bugünkü Suriye’de Fırat kenarında Tell Hariri kentidir. Mari, orta çağlarda, Zağros Dağları’nın batısından yukarı Mezopotamya’ya uzanan Hana-Mari bölgesi başkentiydi. Mari’de çıkarılan Asurlular’a ait Akaçta yazılmış kraliyet arşivi tabletleri bugün Fransa’da Louvre Müzesi’ndedir. Bu tabletlerin 13 tanesinde 22 defa Turukku, Turuku, Turuk, Turuki şeklinde okunan bir kavim isimi geçmektedir. Bu tabletlerin yazıldığı dönemde Türk ve Turan asıllı kavimler, çeşitli tarihçiler tarafından benzer adlarla anılmışlardır.Bugün de Türk adı Macarca’da Törökü, Japonca’da Toruku ya da Turuku şeklinde söylenmektedir.

Eski Hint ve İran kayıtlarında özellkle Zend-Avesta’da Turani olarak belirtilen Hunların ataları olan Haneasler ve Sakalar(İskitler) Turuşka olarak adlandırılmaktadırlar. Zend-Avesta’yı Fransızca’ya çeviren J. Darmesteter de, “Gatha, Sak, Scyhite (İskit /Saka) hiç kuşkusuz Haneaslar’ın (Hunlar’ın) Turuşka’sıyla aynıdır” diyerek, Turuşka ve Turuku gibi adların Türkler için kullanıldığını doğrulamıştır.

Mari tablerinin birinde Asur KralıŞamşi-Addu oğlu İsme Dagan’ın Turukkularla barış imzaladıktan sonra, “Turukkular’dan Zazaya’nın kızı oğlu Mat’asgur’a gelin almıştır” deniyor. Zazaya kelimesi, bir kavim ya da kişi adı olarak kullanılmış olsun, bugün Kürt kökenli vatandaşlarımızla birlikte ayrıştırılmaya çalışılan Zazalar’ın tarihin ilk çağlarından beri Ortadoğu coğrafyasında olduklarını göstermektedir.

Zazaları da mı Türk yaptın?” diyenler olabilir. Bu sorunun yanıtını Prof. Dr. Joyce BLAU versin. Paris Üniversitesi Doğu Dilleri ve Uygarlıkları Ulusal Enstitüsü (Institut national des langues et civilisations orientales de l’Université de Paris.) akademisyenlerinden dil bilimci Prof. Dr. Joyce BLAU, Zazaca’nın Kürtçe’den çok daha eski bir dil olduğunu söylüyor.

Altayik bir dil olan Zazaca’nın Kürtçe’den çok daha eski bir dil  olduğunu ve Kürtçe’nin  lehçesi olmadığını belirten Prof. Dr.Joyce BLAU, “Gorani ve Zazaca‘nın aynı kökenden geldiklerini biliyoruz. Muhtemelen bu diller Kürtçe‘den önce bu bölgede konuşuyordular. Bu bölge bir çok İran ve Türk saldırısına uğradı. İran‘lılar bu bölgeye dalga dalga geldiler. Muhtemelen Gorani ve Zazaca‘nın mazisi Kürtçe‘ninkinden daha eskidir. Kürtler; Zazalar‘ın ve Goranların çoğunu asimile ettiler fakat hepsini edemediler. (…) Zazalar göç ettirildiler ve şimdi Anadolunun ortasında bir üçgende yaşıyorlar” diyor.

HANİ NEVRUZ KÜRT BAYRAMIYDI?

Yıllar yılı Nevruz bu ülkede bir “Kürt Bayramı” olarak anıldı, anlatıldı. Nevruzlarda yeşil, sarı, kırmızı renklerle kalkışma provaları yapıldı. Yabacı elçiler Doğu ve Güneydoğu illerimizde bir sömürge valisi edasıyla dolaşıp insanlarımızı devlete karşı örgütlemeye çalıştılar. Nevruz’un bir Kürt bayramı olduğuna herkes öylesine inandırılmıştı ki, 2007 yılı Nevruz günü TRT Türkistan coğrafyasına canlı yayınlarla bağlanıp oralardaki Nevruz törenlerinin aynı ritüellerle aynı coşkuyla kutlandığını gözler önüne seriverince bu ülke insanlarını ayrıştırmaya çalışanlar büyük bir şok yaşadılar. 2007’den bu yana Nevruz’un bir Kürt bayramı olduğunu söyleyen yok artık. Çünkü Nevruz aynı kültürü paylaşan Türklrle Kürtler’in 4652 yıldan beri kutladıkları ortak bir bayramdır.

Artık uyanalım, bizim “Kürt Sorunu” başlıklı bir sorunumuz olamaz. Bizim sorunumuz bu ülke insanlarını belli amaçlar doğrultusunda ayrıştırmayı hedefleyenlern maşa olarak kullandıkları terör sorunudur. Bu oyunu bu toprakları vatan bilmiş insanların büyük oyunu görerek ele vermeleriyle kolayca çözülecektir.

Türk-Kürt ortak tarihi ve kültürü konusunda Prof Dr. Mehmet BAYRAKDAR’ın “KÜRTLER TÜRKLER’İN NESİ OLUYOR?” adlı kitabında çok değerli bilgiler bulabilirsiniz: (Kelam Yayınları: 0216 325 0033))

TERÖRÜN ŞİFRELERİ

Terör Olaylarının Şifreleri” başlıklı yazımızda, taşeron PKK’nın toplumdaki ayrışmayı körüklemek için törürü şiddetlendiğine dikkat çekerek kaygılarımızı şöyle özetlemiştik:

Dikkat! Bu kutuplaşma, hazır paket “Çözüm Süreci”nin, bilinçli kurgusu ve uygulanması nedeniyle, bir etnik savaşa dönüşme olasılığını artırıyor. 

Terör örgütünün toplumu şok edici saldırıları, ülkeyi etnik çatışmalar üzerinden bir iç savaş ortamına sokma girişimleri olarak değerlendirilmelidir. PKK’nın bu aşamada, uluslararası arenadan aldığı destekle, saldırılarını ne ölçüde ve ne yönde derinleştirebileceğini artık görebilmemiz gerekir. 

(…) Terör insani bir pratik değildir, hak arama yöntemi hiç değildir. Terör, masum insanları korkutmak ya da göçe zorlamak için kendisine görev veren gücün emirleri doğrultusunda hareket eder. Demek ki, öncelikle terör örgütü arkasındaki asıl kuklacıyı ve amaçlarını görmek durumundayız.  

 “Demokrasi”, “insan hakları”, “anayasal özgürlükler” gibi hoş söylemlerle narkozlandığımız süreçte terör örgütü  Irak, Iran sınırına bitişik coğrafyamızda kurtarılmış bölgeler ilan etmiş. Buralarda yaşayan insanları kendileriyle uyumlu yaşamaya, görüşlerini benimsemeyenleri de göçe zorlamış. PKK halkı devlete karşı ayaklandırma provaları yapıyor. Bu girişimleri önleyemezsek, (ağzımızdan yel alsın) etnik bir çatışmaya sürüklenmekten kurtulamayız.  

ÜLKEMİZİ FELAKETE SÜRÜKLENMEKTEN KURTARACAK TEK FORMÜL…

Bu süreçte ülkemizi felakete sürüklenmekten kurtaracak tek formül, insanlarımızı etnik kutuplaşmaya sürükleyecek tahrikler karşısında bilinçlendirmektir. Tarih sahnesinde 600 yıl kalmayı başaran Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlarda emperyalist ülkeler tarafından kurgulanıp uygulamaya konulan mikro milliyetçilik akımları sonrasında parçalanma sürecine girmişti. Bugünlerde aynı senaryo, ABD ve AB’nin açık-kapalı desteğiyle, güneyimizdeki coğrafyada uygulamaya konulmuştur.

Şunu asla unutmayalım, emperyalistlerin Kürtleri memnun etme gibi kaygıları yoktur, tarih boyunca da olmamıştır. Emperyalistler bunca riski göze alarak işgal ettikleri Irak ve Suriye petrollerini Kürtlere ikram etme gibi bir niyetleri olamaz. Bugün Irak petrollerinin yüzde 80’i ABD’li petrol şirketlerinin kasasına akmaktadır. Irak’ın ve Suriye’nin kuzey parsellerinden Akdeniz’e uzatılmak istenen “Kürt Koridoru” aslında ABD-İsrail koridorudur ve yağmalanan Irak petrollerini Akdeniz’e akıtabilmek amacıyla oluşturulmaktadır. “Kürt Koridoru” kamuflajı altında bir ABD-İsrail koridoru oluşturabilmek için Türkiye’nin devre dışı bırakılması, bunun için de, etnik çatışma yaratılarak, Türk’le Kürt’ün birbirine düşman edilmesi gerekir. (…)

DIŞ TAHRİKLER DIŞINDA, BU TOPRAKLARDA TÜRK-KÜRT ÇATIŞMASI YAŞANMADI

Dış tahrikler dışında, bugüne kadar topraklarda Türk-Kürt çatışması yaşanmadı. Yüzlerce yıl Türk’le Kürt bu topraklarda içiçe yaşadı, derin akrabalıklar oluştu. 

I. Haçlı Seferi’nden bu yana, Türk’le Kürt omuz omuza durdukları için Anadolu’yu aşıp Ortadoğu’ya, kutsal topraklarına ulaşamayanlar, Türk’le Kürt’ün arasına nifak tohumları soktular ve amaçlarına ulaştılar. Bugün Ortadoğu’da bir Cehennem hayatı yaşanıyorsa, bu “başarı”, “Büyük Kürdistan” aldatmacası ve PKK maşasıyla Türk’le Kürt’ün ayrıştırılması operasyonlarının sonucudur.  

Bu topraklarda bugüne kadar, dışardan bir müdahale olmadığında, Türk-Kürt çatışması yaşanmamıştı, yaşananlar, taşeron PPK örgütü ile devletin çatışmasıydı. Kırım Savaşı (1853-56) sonrasında, Boğazlar yoluyla Akdeniz’e inme umutları kalmayan Rusların Kafkaslar üzerinden Basra’ya inmelerini engellemek amacıyla İngiltere ve Fransa tarafından planlanan “Kürdistan Paravanası”, bugün ABD tarafından sahiplenilmiş ve uygulamaya konulmuştur. 

Gelişmeleri değerlendirirken tarihi boyutunu asla gözardı edemeyiz. Şunu bilelim, ne Türk Kürt’e, ne de Kürt Türk’e düşman olamaz; bu topraklarda birlikte yaşamaya mahkumuz.. 

Bugün ülkeyi iç çatışma noktasına getiren “Çözüm Süreci”nin terminolojisi yanlış kurgulanmıştır; bu paket bizim tarihimize, toplumsal yapımıza uygun değildir. En önemlisi,  “Çözüm Süreci” etnik temelli bir sorun olarak değerlendirilip yanlış bir teşhis konulmuştur.”

Ne diyordu, Pazar günkü mitingte Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bizi asıl üzen ise millilikle, yerlilikle, bu topraklarla irtibatını koparanların, Türkiye üzerinde oynanan oyuna gönüllü figüranlık yapıyor olanlar, ülkemizdeki teröre bulaşanlar da hangi saikle olursa olsun, onlara destek verenlerle bu coğrafyada niçin bulunduğunu bilmeyenlerdir. Şu bayrağın renginin, hilalinin, yıldızının anlamına müdrik olmayanlardır. Bu ülkede etnik kökeninden dolayı hiç kimseyi dışlamadık, dışlamayız. Biz yaratılanı yaratandan ötürü severiz.”

Başbakan Davutoğlu ne diyordu Pazar günkü mitingte: "Bazı çeteler, teröristler doğuda, güneydoğudaki Kürt kardeşlerimize zulüm ederken sizler sakın ola ki batıdaki şehirlerde gördüğünüz Kürt kardeşinizi potansiyel bir suçlu gibi görmeyin. Aksine bağrınıza basın, yüreğinize basın, nefesini nefesinizle birleştirin. 'Türk-Kürt kardeştir' deyin" 

Oynanmak istenen oyunu boşa çıkarabilmek için, hep birlikte haykırmamız gerekir: “TÜRK-KÜRT KARDEŞTİR!”