Tarihin her döneminde, her ülkede, dış tehditler nedeniyle ortaya çıkan sancılı süreçler, “milli mutabakat hükümeti” formülleriyle aşılmıştır. Biz, peşpeşe yaptığımız seçimler sonucunda, bir “milli mutabakat hükümeti” oluşturamamış olmanın sancılarını yaşamaktayız. 

7 Haziran seçimleri, bölgemizde büyük bir hesaplaşmanın yaşandığı bir dönemde, ülkemizin karşı karşıya kaldığı sorunları çözebilmek için bir fırsattı. Sandıktan çıkan sonuçlar, milletin bir koalisyon, bir “milli mutabakat hükümeti” istediğini gösteriyordu. Milli irade gözardı edildi; CHP ve MHP’nin uzlaşmaz tutumları nedeniyle, böyle sancılı dönemleri aşmada tercih edilen bir “milli mutabakat hükümeti” kurulamadı.

1 Kasım seçimleri sonucunda Ak Parti tek başına iktidar oldu. Oldu, ama kurulan hükümet uzun ömürlü olamadı. Seçilmiş Cumhurbaşkanı olarak daha fazla yetki kullanmak isteyen Erdoğan ile parlamenter sistem yanlısı Başbakan Davutoğlu arasında su yüzüne çıkan görüş ayrılıkları, Ak Parti’de olağanüstü bir Kongre yapılmasını gündeme getirdi. Başbakan Davutoğlu gösterişli bir Kongre seramoniyle veda edecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan , piyasalarda dalgalanma yaşanmaması için 2019’u işaret ediyor, ama gönlündeki başkanlık sisteminin yasal dayanaklarını oluşturmak için 2019’u bekleyeceğini sanmıyoruz. O nedenle, yeni kurulacak hükümetin ülkeyi yeniden seçime götürme olasılığı oldukça yüksek. 

Ekim’de yapılması düşünülen bir baskın seçimden Ak Parti daha da güçlenerek, bir zaferle çıkabilir. Bizim sorgulamak istediğimiz, Ak Parti’nin böyle bir başarıyla, sancılı süreçlerde hep tercih edilmiş olan milli mutabakat hükümetlerini aratmayacak bir hükümet oluşturup oluşturamayacağı  konusudur. Küresel ve bölgesel çapta siyasi ve ekonomik olumsuzlukların yaşandığı bir süreçte en akılcı, en etkili olabilecek çözüm, “milli mutabakat hükümeti”dir. Çok fazla geç olmadan ve seçim girdaplarına yakalanmadan bu gerçeği görmek zorundayız.  

Dış politikadaki gelişmelerin Türkiye’yi giderek yalnızlığa savuran gelişmeler paralelinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu arasında soğuk rüzgarların estiği, bu soğukluğun Ak Parti içinde kamplaşmalara neden olduğu konuşuluyordu. Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki uyumsuzluk, Ak Parti’nin “22 Mayıs’ta Kongre” kararını açıklamasıyla su yüzüne çıktı. 

Başbakan Davutoğlu’nun istifa şeklinde değil de, Kongre üzerinden görevi devretmesi, “eski bir hukukun gereği” şeklinde yansıtılsa da, Kongre seramonisini, “yeni bir seçim öncesinde Ak Parti seçmenine verilmek istenen birlik ve beraberlik mesajı” şeklinde okumak daha doğru olacaktır.

Siyaset kulislerinden yansıyanlara bakılırsa, Davutoğlu’nun Kongre seramonisiyle uğurlanmasının ardından atacak yeni başbakan yönetiminde ülkemiz, Büyük bir olasılıkla Ekim ayında yeniden sandık başına davet edilecek. Gelinen bu noktada, yanıtı merak edilen soru şu: “15 ayda üç seçim yapılmasının nedeni nedir? Ekim ayında yapılacak bir baskın seçim neyi değiştirecektir?” 

“Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu arasında neler yaşandı da ‘Reis’ ‘Hoca’yı ‘gereğini yapmaya’ davet etti?” sorusunun yanıtı da önemli. Büyük bir olasılıkla, gazete sayfalarında ve televizyon ekranlarında,  günler boyunca, Cumhurbaşkanı ile Başbakanın yollarının ayrılmasına neden olan gelişmelerin ayrıntılarını, perde arkalarını okuyup izleyeceğiz. 

Biz Erdoğan-Davutoğlu dedikolarıyla zaman tüketirken, Ortadoğu’daki paylaşım kavgası duracak mı, bölgemizde yaşanan insanlık tarihinin en acımasız katliamı son bulacak mı, piyasalardaki dalgalanmalar duracak mı, kepenk kapatma noktasına gelen turizm canlanacak mı, hepsinden önemlisi, güneydoğumuzda hayat normale dönecek ve ciğerimizi dağlayan şehit haberleri noktalanacak mı?

Başbakan Davutoğlu’nun görevi devretmesi sonrasında gündeme gelmesi beklenen Ekim’de  bir baskın seçim, önümüze dağ gibi yığılan ekonomik ve siyasi sorunlara çözüm getirecek mi? Geçtiğimiz bir yıllık süreçte peşpeşe yapılan iki seçimde eksik ya da yanlış olan neydi ki, Ekim ayında yeniden seçime gideceğiz? 

Hatırlayanınız olacaktır, 7 Haziran seçimleri sonrasında yazdığımız “Seçimler 2017’de” başlıklı yazımızda (08.08.2015), seçim yapılmasını gerektirecek koşullar oluşmadan yapılan seçimlerin sorunlara çözüm üretmeyeceğini belirtmiştik. 7 Haziran seçimleri sonrasında gündeme gelen “yeniden  seçim” kararının, sandıktan çıkan millet iradesinin doğru okunmadığından kaynaklandığını, yeni bir seçim için koşulların oluşmadığını belirterek, “Seçimler 2017’de” demiştik. “1Kasım’da seçim” kararı alındığında da görüşümüzde ısrar etmiş, “Seçimler 2017’de” demiştik. Cumhurbaşkanı Erdoğan 2019’u işaret etse de, Ekim ayında bir baskın seçimden söz ediliyor. Olabilir, ama biz yine, muhalefet cephesindeki dağınıklığı, siyasi ve ekonomik gelişmeleri dikkate alarak, “Seçimler 2017’de” diyoruz. 

BASKIN SEÇİMDE CHP DE, MHP DE HDP DE SORGULANACAKTIR

Ekim ayında yapılması düşünülen bir baskın seçim, CHP, MHP ve HDP yöneticileri için bir kabus olacaktır. 7 Haziran seçimlerinde seçmen, bölgemizdeki gelişmelerin ülkemizi tehdit etmekte olduğunu görerek “milli mutabakat hükümeti” yönünde oy kullanmış olmasına rağmen, CUP ve MHP yöneticilerinin koalisyona yanaşmamalarını, “istikşafi görüşmeler” kamuflajı altında milli irade ile dalga geçilmesini kırmızı kalemle not etmişti. Bazı vatandaşlar, denge unsuru olarak, emanet oyla Meclis’e gönderdikleri HDP yöneticilerinin PKK’yla muhabbetini de not etmiştir.  İlk seçimde CHP, MHP koalisyona yanaşmadıkları, HDP güneydoğudan yansıyan görüntüler ve şehitler nedeniyle seçmen tarafından mutlaka sorgulanacak ve cezalandırılacaktır. Bu durum, Ekim ayında yapılması düşünülen baskın seçimde Ak Parti’ye yeni bir seçim zaferi yaşatabilir. 

MHP’de, Bahçeli’ye kazan kaldırmaya neden olan gelişmelerin nedeni 7 Haziran seçim sonuçlarının oluşturduğu fırsata rağmen, MHP’yi iktidar ortağı yapmaktan uzak durmasıdır. 

CHP’de de, yakın bir gelecekte, benzer bir gelişme yaşanabilir. Kılıçdaroğlu, 32 gün boyunca kapalı kapılar ardında “istikşafi görüşmeler” yaptıktan sonra, “Bana koalisyon teklif edilmedi ki” açılamasının seçmende ne ölçüde bir şok yarattığını, ilk yapılacak seçim sonuçlarında görecektir. 

HDP de, kendisine emanet oy verenlere, PKK’yı destekleyerek güneydoğu illerimizde yaşanan savaş manzaralarının, hayatını kaybeden masum vatandaşların ve şehit cenazelerinin hesabını verecektir. 

AK PARTİ BASKIN SEÇİMDEN ZAFERLE ÇIKABİLİR, AMA…

7 Haziran 2015’te yapılan seçim sonucunda sandığa yansıyan millet iradesinin gereği yapılmadığından, seçimler yeni bir seçim beklentisi oluşturmaktadır. 7 Haziran seçimlerinden 4 ay sonra yapılan seçimlerde Ak Parti’nin yüzde 49.5 oy almasını sağlayarak başbakan olan Davutoğlu bugün görevini iade etmek durumunda kalmıştır. Ekim  ayında yapılacak bir genel seçimin de önümüzde birikmiş olan siyasi ve ekonomik sorunlara çözüm üretemeyeceği görüşündeyiz. 

Ekim ayında yapılması düşünülen seçimlerden Ak Parti çok daha güçlenerek çıkabilir mi? Büyük bir olasılıkla sonuç bu yönde olacaktır; seçim yönetme ve seçimlerden hedeflediği sonuçları elde etme konusunda çok deneyimli ve başarılı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan kurucusu olduğu partiye yeni bir seçim zaferi daha yaşatabilir. 

7 Haziran seçim sonuçlarını doğru okuyamayan ve gereğini yapmayan CHP, MHP ve HDP seçmeninin parti yöneticilerine bir ders vermek isteyeceklerini çok iyi bilen Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu öfkeyi Ak Parti zaferine dönüştürebilecek bilgi, beceri ve deneyime sahiptir ve bu fırsatı kullanacaktır. Fakat, tüm dünya piyasalarında yeni bir küresel kriz kaygısının yaşandığı, güney sınırımızın heriki tarafında da yerel ve küresel aktörler arasında kıyasıya bir paylaşım savaşının sürdüğü bir süreçte, yeniden bir seçim atmosferi yaratmanın gerekli olup olmadığı da sorgulanması gereken bir durumdur.

7 HAZİRAN 2015 SEÇİMLERİNDE SANDIĞA YANSIYAN MİLLET İRADESİNE SAYGI GÖSTERİLMESİ, PEŞPEŞE SEÇİMLER YAŞAMAMIZA NEDEN OLUYOR

7 Haziran seçimleri, bölgemizde büyük bir hesaplaşmanın yaşandığı bir dönemde, ülkemizin karşı karşıya kaldığı sorunları çözebilmek için bir fırsattı. Sandıktan çıkan sonuçlar, milletin bir koalisyon, bir “milli mutabakat hükümeti” istediğini gösteriyordu. Milli irade gözardı edildi; CHP ve MHP’nin uzlaşmaz tutumları nedeniyle, böyle sancılı dönemleri aşmada tercih edilen bir “milli mutabakat hükümeti” kurulamadı.

Tarihin her döneminde, her ülkede, dış tehditler nedeniyle ortaya çıkan sancılı süreçler, “milli mutabakat hükümeti” formülleriyle aşılmıştır. Mazlum ülkelerin örnek aldığı Kurtuluş Savaşı kararını alan ve yöneten TBMM de birlik beraberlik ruhuyla kurulmuştu. Biz, peşpeşe yaptığımız seçimler sonucunda, bir “milli mutabakat hükümeti” oluşturamamış olmanın sancılarını yaşamaktayız. 

1 Kasım seçimleri sonucunda Ak Parti tek başına iktidar oldu. Oldu, ama kurulan hükümet uzun ömürlü olamadı. Seçilmiş Cumhurbaşkanı olarak daha fazla yetki kullanmak isteyen Erdoğan ile parlamenter sistem yanlısı Başbakan Davutoğlu arasında su yüzüne çıkan görüş ayrılıkları, Ak Parti’de olağanüstü bir Kongre yapılmasını gündeme getirdi. Başbakan Davutoğlu gösterişli bir Kongre seramoniyle veda edecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan , piyasalarda dalgalanma yaşanmaması için 2019’u işaret ediyor, ama gönlündeki başkanlık sisteminin yasal dayanaklarını oluşturmak için 2019’u bekleyeceğini sanmıyoruz. O nedenle, yeni kurulacak hükümetin ülkeyi yeniden seçime götürme olasılığı oldukça yüksek. 

Ekim’de yapılması düşünülen bir baskın seçimden Ak Parti daha da güçlenerek, bir zaferle çıkabilir. Bizim sorgulamak istediğimiz, Ak Parti’nin böyle bir başarıyla, sancılı süreçlerde hep tercih edilmiş olan milli mutabakat hükümetlerini aratmayacak bir hükümet oluşturup oluşturamayacağı  konusudur. Küresel ve bölgesel çapta siyasi ve ekonomik olumsuzlukların yaşandığı bir süreçte en akılcı, en etkili olabilecek çözüm, “milli mutabakat hükümeti”dir. Çok fazla geç olmadan ve seçim girdaplarına yakalanmadan bu gerçeği görmek zorundayız.