CEZZAR AHMET PAŞA, YENİLMEZ NAPOLYON'U
BOZGUNA UĞRATMIŞTI

Osmanlı'nın, tarih kitaplarında pek yer almayan, önemli zaferlerinden biri de, CEZZAR AHMET PAŞA'NIN Napolyon'a karşı kazandığı önemli zaferdir...
Tarihde Bugün [10 Mayıs 1799] Cezzar Ahmet Paşa ve Napolyon'un Akkâ Yenilgisi

Napolyon, Mısır topraklarına çıkarken, İslâm dinine saygılı ve Müslümanlarla dost olduğunu ilân etmiş, başına sarık sarıp Kahire sokaklarında dolaşmıştı. Bununla beraber ilk fırsatta binlerce Müslümanı öldürtmekten çekinmemişti.

Mısır'ın fethinde zorluk çekmemişti. Ama macera bitmiş sayılmazdı, ona yenilerini eklemek lâzımdı. Tarih kitapları Mısır'ı elde tutabilmek için Suriye'ye sahip olmanın zorunlu olduğunu yazıyorlardı. Fravunlar, Fatımîler, Eyyubîler, Memlûkler aynı zorunluğu duymuşlardı. Napolyon da Suriye'yi işgal ederek, Doğu Akdeniz'de mükemmel limanlara kavuşacaktı. Belki de sonra, Hindistan'a kadar uzanacak, adasına çıkamadığı için yenilgiye uğratamadığı İngiltere'yi orada dize getirecek, Fransa'yı muzaffer kılacaktı.

Napolyon Bonapart, 1798 yılı Aralık ayında ordularının başına geçerek Mısır'dan Suriye'ye yürüdü.

Yürüyüş gerçekten başarılı ve sür'atli oluyordu. Kölemenlerin direnişleri kolaylıkla kırılıyordu. 20 Şubat 1799'da Elariş'i, dört gün sonra da Gazze'yi almıştı. O Gazze ki, bir zaman Türklerin silâh zaferi ile şenlenmişti. Mısır seferi sırasında Yavuz Sultan Selim Han'ın kahraman veziri Sinan Paşa burada parlak bir meydan savaşı vermişti. Tarihe meraklı olan Napolyon :

—Büyük Osmanlı padişahı Yavuz'un geçtiği yollardan geçiyoruz!
Diyordu. İftihar ediyor, gurur duyuyordu.
Esir ettiği Türk askerlerini:
—Onlara bakacak ne zamanımız, ne de erzakımız var, diyerek, kurşuna dizdirmekten çekinmedi. Eski dostluğu ne çabuk unutuvermişti. Cihan Padişahı Kanunî Sultan Süleyman kaç kez Fransa'yı tehlikeden kurtarmış, kaç kez dostluk elini uzatarak yıkılmaktan kurtarmıştı. Napolyon, bunlardan habersiz değildi. Değildi ama, gözünü hırs bürümüştü.

Yafa'dan Akkâ'da bulunan, büyük kahramanımız Cezzar Ahmet Paşa'ya bir mektup yazdı. İki yüzlü bir ifade kullanıyordu. «Seninle savaşmak istemiyorum, benim dostum ol.» Diyordu. Bu mektubu okuyan Cezzar gülmüş, mektubu getirenlere:

Gidi kâfir; senden dost olur mu?
Cevabını verdi. Sür'atli bir tempo ile kuzeye çıkan Napolyon, savunmasız Hayfa'yı da ele geçirmiş, burada fazla oyalanmadan Beyrut'un yüz kilometre güneyinde bir sahil kenti olan Akkâ'nın kapılarına gelmişti.
Kalenin teslimini istedi. Akkâ'daki kuvvetlerin başında Cezzar Ahmet Paşa, hayatının yarım yüz yıllık devresini boğuşmalarda, savaşlarda geçirmiş ihtiyar bir vezirdi. Napolyon, Mısır'da ve Suriye'deki kolay başarılarına güvenerek, bu kalenin de fazla dayanamıyacağını sanıyordu. Cezzar'a bir mektup daha yazdı. Hayfa ve Yafa'yı bir vuruşta yıktığını iftiharla söylüyor, teslim olursa, kendisine ve askerlerine karşı iyi davranacağına dair sözüm ona teminat veriyordu. Mektup şu satırlarla bitiyordu:

«İşte şimdi başkentinin duvarları önüne geldim. Bir ihtiyarın geri kalmış birkaç günlük ömrünü almanın bana ne yararı var? Tekrar ediyorum, benim dostum ol. Yarına kadar istediğim olumlu cevabı vermezsen, şehri kuşatarak savaşa başlayacağım.»
Cezzar bu mektubu arkadaşlarına da okumuş:
—■ Bu çocuk iyi söyler de hilelerle bizleri kandırmak ister.
Demişti. Sonra, bu ültümatoma bir iki cümlelik cevap göndermekle yetindi. «Geri kalmış birkaç günlük ömrümüzü de küffar ile cenklerde geçiririz. Hamdolsun gücümüz yeter, elimiz silâh tutardır.»
Napolyon, ihtiyar Türk paşasının cevabını alınca hayretler içinde kalmıştı. Kalenin kuşatılması emrini verdi. Generallerine :

—Bu ihtiyar bizim birkaç günümüzü harcıyacak. Merak etmeyiniz, üç gün sonra şehirdeyiz.
Dedi. Fakat günler, günler geçti. Napolyon, Akkâ'yı şiddetle tazyik ediyordu. Ancak sonuç yoktu. Aksine kaleden çıkış hareketleri de 'başlamıştı. Türklerin saldırıları kanlı bir boğuşma şeklini alıyordu. Fransızlar planlarını birkaç kez değiştirdiler. Napolyon, durumun nezaketini anlamıştı. Şimdi generalleri ile daha başka türlü ve daha ihtiyatlı konuşuyordu :
—Akkâ'yı almak için kalenin duvarlarını değil, Cezzar Ahmet Paşa'nın azmini kırmak lâzımdır. Bu ihtiyar meğer ne çetin şeymiş.
Bonapart kaleye bu sefer yüksek rütbeli bir subayını yolladı. Eğer kent hemen teslim edilirse, paşa, askerleri ve ağırlıkları ile birlikte dilediği yere serbestçe gidebilecekti. Bu kendisi için büyük bir sonuç sayılmazdı. Çünkü zaferden zafere koşmuş bir ordu karşısında bulunuyordu. Cezzar, Fransız subayının sözlerini sükûnetle dinledi, her zamanki gibi şu kısa cevabı verdi:
—Biz ki, vezir Cezzar Ahmet Paşayız, devlet bizi bu kaleyi düşmana teslim etmek için vezir yapmadı. Biz, şahadet rütbesini kazanmadan bir karış toprak vermeyiz. Varın, kumandanınıza böyle söyleyin.
Günler gelip geçiyordu. Fransız topçusunun kalede açtığı gedikler, piyade hücumunu kolaylaştırıyordu. Ama, şehre giren Fransız askerleri hemen ve şiddetle karşılanıyor ve süngü hücumu ile dışarı atılıyordu. Napolyon çileden çıkıyordu.
—Kader, diyordu, beni bir ihtiyarın oyuncağı yaptı. Bu kadar savaş verdim, bu kadar zafer kazandım, böylesini görmedim.
Akkâ savunması daha inatçı ve daha kanlı olmaya başlamıştı. Fakat sonuç yoktu. Fransızlar planlarında değişiklik Müslümanların hava karardıktan sonra savaşa ara verip dinlenmeye çekildiklerini göz önünde tutarak hazırlandılar. 2 Mayısta hava karardıktan sonra, hücuma geçtiler. Topçu ateşi ile açılan gediklerden piyadelerini şehre sokmaya başladılar. Napolyon yine aldanmıştı. Türkler gündüz olduğu gibi gerekirse, gece de savaşmasını pekâlâ biliyorlardı. Şehre meşalelerin ışıkları ile giren Fransızlar, ihtiyar Cezzar Ahmet Paşa'yı yalın kılıç, askerlerinin başında ceylân gibi seker buldular :
—Koman aslan sütü emmiş gazilerim, koman!
Diye naralar atıyordu. Savaşa şevk ve heyecan katıyordu. Askerleri ile omuz omuza gidiyor, bazan genç bir yeniçeri neferi gibi kılıcını düşman kılıçları üzerinde gezdiriyordu. Küfürler, naralar birbirine karışıyor :
—Allah, Allah!..
Sesleri, surların dışında bekleyen Napolyon'u manen öldürüyor, bitiriyordu.
Fransızlar sabaha karşı savaşı silâhlarımıza terk ederek, çekilmişlerdi.
Akkâ kuşatması başlayalı iki aya yaklaşıyordu. Topçunun açtığı gediklerden şehre girenler, Türk süngüsü karşısında kendilerini dışarıya zor atıyorlardı. 9 Mayısta da göğüs göğüse savaşlar olmuş, yine de bir sonuç alınamamıştı. Fransız ordugâhında Cezzar'ın hayali bir heyula gibi dolaşıyordu.
Napolyon 10 Mayısta talihini son bir kez daha denemek ne bahasına olursa olsun Akkâ'yı düşürmek için hazırlanmıştı. Şöhreti tehlikede idi. Hiçbir fedakârlıktan çekinmeyecek, en ağır kayıplara bile aldırmayacak, en namlı generallerini dahi ateş hattına sürecekti. Şimdiye kadar ne kaleler, ne kentler almış, ne kalabalık ve güçlü ordular dize getirmişti...
Sabahın ilk ışıkları ile birlikte Akkâ kuşatmasına katılan bütün Fransız kuvvetleri saldırıya geçtiler. Fakat bu son taarruz da semere vermedi hezimetle sonuçlandı. Cezzar Ahmet Paşa, topçu ateşi ile bir harabe haline gelmiş olan Akkâ'yı şanla savunuyordu.

—Biz veziriz, devlet bize bu kaleyi emanet etti. Allah ve Peygambere iman edenler son nefese kadar dövüşürler.

Diyordu. Bıyıkları henüz terlemiş bir delikanlı gibi askerleri ile karşı hücumlar yapıyor, Napolyon'un ünlü generallerini dehşet içinde bırakıyordu.

Akkâ savunması 31 Mayısa kadar sürdü. Kaleye her hücumda ihtiyar Cezzar Ahmet Paşa'dan tarihî bir sille yiyen Napolyon Bonapart, cihangirlik hülyalarından vazgeçerek, iki gemiyle gizlice Mısır’dan kaçarken, ordusunu Mısır’da bırakmış bir başkomutan ve hayatını en büyük dersini Osmanlı’dan almış olarak acılar içindedir.
Savaş * tarihlerinin en ünlü generallerinden biri olan Napolyon, söz ne zaman Akkâ'dan açılsa:
— “Akka’da durdurulmasaydım, bütün Doğu’yu ele geçirebilirdim!..” Türk askerinin dalkılıç edecek kadar üzerine düşmemelidir, derdi. Bir kere dalkılıç olmayı göze almış birkaç yüz Türk meydana çıkarsa, önlerinde mağlûp olmamak mümkün değildir.
Kaynak: F.F. Tülbentçi
ÖNCE VATAN GAZETESİ